• --- spoiler ---
    bölüm 20.. kırlar...

    çiğdem yeşim'e fırat'ı ve onunla tanışmasını anlatır.
    anlatırken eski günleri anımsar.
    fırat... çiğdem.. geriye dönüşle...

    çiğdem- sahneye çıkar çıkmaz gözlerim onu arardı. sonra bir gün gül gelmedi. ertesi gün ve daha ertesi gün yine yoktu o. sonraki gün güller geldi ama o gelmedi. ona öylesine alışmıştım ki, dayanamadım soruşturdum. aylarca gelip giden o sessiz bakışlı adamım kimdi... iki gün sonra öğrendim. hastanedeymiş. sırtından üç kurşunla vurmuşlar. kimliğini öğrenince şaşırdım. meğer bizim sessiz ve sıcak bakışlı adamımız istanbul'un gayri meşru işlerini çeviren büyük fırat'mış. hastaneye ziyaretine gittim, sevinçten gözleri doldu. kendisini aradığım için çok mutlu olmuş, teşekkür etti. ben, onun hayatında devamlı kanayan kırmızı bir gülmüşüm. konuşurken utanıyor, yüzü kızarıyordu. hiç güldüğünü görmedim. sanki yüzünde geçmişin bütün kederlerini taşıyordu. günler geçtikçe onsuz edememeye başladım. o benim için vazgeçilmez, uzağında yaşanamaz bir hale geliyordu. bir gün beni anasına götürdü. anası çok sevdi beni. boynuma sarılıp ağladı. yavrum, bu deli herife sahip çık, onu kurtarırsan sen kurtarırsın dedi. her an ölümün eşiğinde bir adamdı. belinde silahı, her an vurulmaya hazır, ölüme hazır yaşıyordu. yaşadığı hayat onu her an benden alıp götürebilirdi. onu kurtarmak, onu yaşatmak zorundaydım. benim hüzünlü ve kederli sevgilim ölmemeliydi. su testisi su yolunda kırılmamalıydı. kollarının sıcaklığında bir ömrü beraber bitirmeliydik. kırları, tahta masalı kahveleri severdi. ömrü hapislerde geçmiş. insanların hep kötü yanlarını görmüş. bazen ona çocuk masalları anlatırdım. gözlerini benden ayırmaz, sessiz, uslu, saatlerce dinlerdi. bir gün bana senin masallardaki iyi insanlar nereye gitti, dedi. hala yaşarlar dedim. "ben hiç görmedim" dedi...

    hiç bitmeyecek sandığımız mutlu günlerin ardından acılı günler geldi. yokluğuna alışmak zordu. bu acıya dayanmak, onu unutmak zorundaydım. aylar türlü sıkıntılarla geçti. onsuzluğa tam alışırken yeniden dönmesi hayatımı altüst etti. şimdi ne yapacağımı bilemiyorum...
    --- spoiler ---
  • bu film türk sinemasinin varliğinin ispatidir. sinematografisi, kareleri, müziği, akişi, senaryosu, kurgusu, peyzaji, psikolojisi ve oyunculuklari ile tüm dallarda varliği su götürmez bir sinema sanatimizin olduğunun güzel, sade ve romantik bir delilidir.

    filmin bilhassa müziğine dikkat çekmek isterim. bir virtüözün elinde titreyen keman, enstrüman ve bir ustanin dudaklarindaki flüt, klasik bir nota cihazi olmanin ötesine geçmiştir. bu filmde müzik, hassaten keman filmin tamamini özetler gibidir. kalbi kirik, umutsuz ve içli bir kabadayinin gönül macerasi sizi hüzne boğan kemanin sesiyle aktarilir.

    melodi film boyunca yüreğinizi ezer.
    olmuşu ve olacaği anlatir:

    daima hafizayi uyanik tutan yaşanmişliklar, erken yaşta babanin kaybiyla sarsilan aile, bir yiğin ezilmişliğin arasindan gün işiğini yakalama uğraşi, koşullari belli bir testinin yolu, kurşun, kan...hizli ve acimasiz bir düzen...bu arada bitmeyen bir aşk serüveni, ikilemler, inkarlar, ana öğütleri, gözyaşiyla yapilan yakarişlar, nihayetinde gelen arkadaş ihanetleri ve kuşkusuz hazin son...işte bütün bunlar kemanin ve flütün sesiyle hasili müzikle dile gelir sanki... izleyiciyi de filme katan bu denli canli ve akilda kalici bir müzik hakikaten çok azdir.

    ya efsane firat?
    dertlerle ağarmiş saçlar...
    neler neler söyleyen o melankolik yüz ifadesi...
    eski istanbulun belki de son kabadayisini hangi cepheden ele almak istersiniz?
    nerden alirsaniz ayri bir hikaye çikiyor...

    kazananlar kuşağinda kaybedenlerden olmuştur. aşkin şövalyeliğine soyunmuştur. ailesini korumak ve güç kazanmak için kendini feda etmiştir. özde evcimendir. sicakkalplidir. ama bu kötü dünya onu da vahşilestirmiştir. acilarini unutmak ve telaffi etmek için şiddeti seçmiştir. kan dökmüş, kani dökülmüştür. sevmiş, sevilmiş, aşk acisini tatmiştir. gözünü budaktan sakinmasa da yüreği yaralarla doludur. istiraplar olgunlaştirmiş, sefalet cesaretini arttirmiş; ölüm birkaç defa kendisini yoklamiş sonunda onu kabadayilik namina layik bulmuştur.
    zamanla çirkeflerle dolu istanbulun aksaçli koca delikanlisi, büyük firat'i haline gelivermiştir. lakin silah ve aşkin zalim girdabinda sürüklenen bu zayif ve hüzünlü adam sonunda aşka mağlub olur. böylesine bir kabadayinin bir balerine tutulmasi ise başka bir entrynin mevzuudur. başlibaşina ayri bir estetik ve şuuralti meselesidir.

    yilmaz güneyin hüzünlü, ezik, merhamet dolu bakişlari, içinde aşka ve kadina kisacasi erkeğe has zaaflara yer vermeyen, bu kara düzeni zayiflatan bir tehditmiş intibai veren o sicak bakişlari asil kizimizi baştan çikartan şey olur. yilmaz güney zaten bakişlari ile oynar.tarzi budur. mimik, imaj, aci dolu yüz ifadeleri filmi götüren yegane amillerdendir. bu açidan filiz akinin ustaya nispetle ciliz kaldiği tespitini de yapmak lazimdir.

    filmdeki bir çok sahne etkileyicidir, ancak hafizada kalan bazi sahneler kahramanlardaki duygusal kirilmayi ve iç portrelerindeki kendilerini, huzursuzluklarini, arayişlarini çok iyi anlatir.

    1
    halkin dertlerini dinlerken içine gömülmüş önünden kafasini bile kaldirmayan adam sahnesi, tek kalemde bir aileyi yikacak karari verirken diğer taraftan kalemiyle çiçekler çizip çiğdem yazmasi, ruhsal alemi çok iyi anlatan psikolojik açilim sekanslaridir.
    2
    çiğdemle ilk kez tanişmasi, bakişlar...bir sonsuzluk bir sonsuzlukla nasil buluşur, yönetmen sinema diliyle bunun dersini verme gayretindedir.
    3
    bir yaz gecesi düğünü...bahçe...davetliler...gürültü...ortamin asayişini sağlayan biçkin tipler...kalabalik...evlenen kiz kardeş...ama ondan önemlisi herşeyin merkezinde yer alan firat...düğün boyunca damadin, arkadaşlarinin, tanidiklarin, annesinin sürekli göz hapsinde olan...hareketleri dikkatle takip edilen...
    o anda ise masanin birinde saçlarina ak teller düşmüş firatin asla kavuşulamayacak olan güzel sevgiliyi özlemle seyredişi...
    4
    firatin annesine verdiği keder, doğmamiş torununun patiklerinde evladinin kaybolan mürüvvetini arayan ana, sevgiyle örülmüş minicik yeleğe, patiklere doğru o bakiş...mavi sivali duvar önündeki kisa ancak içli diyalog, oğlunun dönemeyeceğini bildiği yolda ilerlemesine üzülen kadincağiz, koskoca kabadayiyi tokatlayişi, hiddetten ve mahcubiyetten susan, öylece bakan evlat ve hayat karşisinda çaresiz ana oğulun ağlayişi...
    5
    her gününe bir kurşun sikilmiş dev bir çiğdem resmi...duvarlar boyunca arz-i endam eden resimler...bekleyiş...yaşadiği camiayi anlamayan çiğdemi seven firatin büyük yalnizliği...denetimini sağlayamadiği ve sağlayamayacaği hayatinin zorluklari...ikilemleri...sevgili ile kaçamak buluşmalar...kir sahnelerinde kendini gösteren umut...çiğdemler, güller, papatyalar arasindaki aşk fisiltilari...ama koşullar...ve yine umutsuzluk...bilhassa plan ve kompozisyon kaygisinin varliğini içten içe gösteren sahneler bunlar...
    6
    ve tabii finaldeki muhteşem tartişma sahnesi...burada artik sinema adina herşey mevcut. sahnenin bir kerede çekildiğine inanmak gayet zor. tartişan çiftlerin oyunculukta artik nihai noktaya ulaştiklari görmek, firatin pencere kenarina bağira çağira yaklaşmasi,çiğdemin hiçkiriklari, artik yorulmuş kabadayinin dişardaki pusuyu farketmesi, bakişlarini giderek kismasi, sezgisi, umutsuzluğun bir anda çaresizliğe dönüşmesi, belki de sona geldiğini bilmek, hayat denen çirkefe teslim olmak...geride birakmak...kaderinin seni yakaladiği an iradenin çelikleşmesi...bütün ikilemlerin sona ermesi birden...aşkta zirveye ulaşirken umutsuzlukta dibe vurmak...yorulmak...birakmak...ve peşpeşe patlayan silahlar...herşey...herşey var burada. tam bir anlamlar rezervi...oldukça yoğun.

    dişari öylesine acilariyla ve yalin cesaretiyle ağir ağir çikan firatin bu hareketi acaba ne demekti? düşünmüşümdür bazen. düzen her zaman mi kazanirdi? bu işlere bulaşan bir daha asla birakamaz miydi?çikiş ve arinmak arzusunun sonu ancak ölümle mi imzalanirdi?
    kapıdan son kez hüzünle bakıp gidişi firatin günahkarlığa tövbesi miydi?pis hayatla hesaplaşması mı?kendi cezasını kesmesi miydi?neydi?

    belki de yuva kuracakti, anasi vardi, bir ailesi, kızkardeşi, çiğdem vardi sonra...

    yoksa sevdiğine samimiyetinin bedelini ödeyecek kadar hasbi bir aşik olduğunu mu anlatacakti?
    koşullarim bu işte; neden anlamiyorsun mu demekti?kellesine bilinemeyecek bedeller biçilen adamin aşki da ölümle taçlanir fikri miydi? gayriiradi mi çikmişti dişari?kendini anlatamadan mi vuruldu?seçiminin ne anlama geleceğini ilk ve son defa mi kestiremedi?..muğlaklik dramasi bir türlü bitmiyor. bu da filmi ucu açik bir film haline getiriyor. karasevdanin donkişotu olmak...aşkta ve mertlikte ölümsüzleşmek...ne derseniz deyin akilda kalan bir sahne bu. ve çiğdemin camlarda buğulanan firat sesi,yanaklardan kalbe doğru süzülen gözyaşlari...

    tabii bir çok sahne daha var. ama ne gerek yazmaya. güzelim filmi izlemek varken.

    filmde insanlarin dikkatinden kaçtiğini düşündüğüm bir başka husus ise arka plan zenginliği. satir aralarinin yüklü olmasi, zengin oyuncu arka plani, dekor olarak kullanilan mekanlar, figüranlar, arka plan olarak değerlendireceğiniz lojistik her şey tecrübe kokuyor.

    üşenmedim araştirdim. firatin arkadaşlari mesela...tokatladiğindan laf soktuğuna,kurşun sıktığından barda oturanina kadar hepsi kumaşi iyi oyuncular. memduh ün sadece o vakte dek 30 civarinda filmde bulunmuş,senarist, yönetmen ve oyuncu olarak. bakmiş ki kiviramiyor oyunculuğu yönetmenliğe dönmüş. bence bu, filmde yilmaz güneyin müthiş bir avantaji.
    keza yine oldukça fazla deneyimli olan hayati hamzaoğlu...
    yeşilçamin en meşhur kötülerinden kazim kartal, kimbilir ne koşullarda çalişarak aktristlere de emeği çok geçmiş bir şükriye atay, geçenlerde kanserden kaybettiğimiz tuncer necmioğlu, büyük yeşilçam emekçilerinden hakki kivanç çok çok önemli isimler. bunlar unutulmamali.

    velhasil...senaristliğinden oyunculuğuna, müziğinden dekoruna, setinden figüranina dek uğraşilmiş, üstünde düşünülmüş yekpare bir güzellik çikiyor karşimiza. bize tek düşen şey kurulup keyifle izlemek ve teşekkür etmek...
  • çiğdem fıratın evine gelir kapıyı açar odada resmini görür delik deşik edilmiş. bakar bu kurşunlamış resme..

    - sen gideli çok oldu çiğdem, sen gideli.. 467 gün oldu. her kurşun deliği 1 gün içindir.
    - neye kurşun?
    - söküp atmak için, kurtulmak için belki lakin gördümki seni öldürme çabası boşmuş, sen ölmezmişsin 467 gün seni her gün kurşunladım. en son kurşunu anlında denedim öldüremedim ve anladım kı sensiz olmazmış.

    eytere vurun ulan beni..
  • türk sinemasında ilk tele objektifin kullanıldığı filmdir. görüntü yönetmeni gani turanlı'dır
  • * yeşilçam'ın "baba"sı

    umutsuzlar yılmaz güney'in hem cast olarak hem anlatım açısından en yetkin filmlerinin başında geliyor. yardımcı rollerden başrole kadar çok yerinde bir cast oluşturulmuş.

    filiz akın'ın bu filmde bulunuşu mesela... pek de yılmaz güney oyuncusu sayılamaz, çünkü her zaman avrupai tipiyle türk sinemasında öne çıkmış, çok güzel bulunmasına rağmen seyircinin örneğin bir türkan şoray kadar kendisiyle özdeşleştiremediği bir fiziğe sahip olduğundan geniş kitleleri çekememiş bir oyuncu idi. yılmaz güney farkını bu filmle bir kez daha ortaya koymuş ve genelde türk sineması'nın klasik melodramlarında klişe rollerden ileri gidemeyen filiz akın'la uyumlu bir ikili oluşturmuş. filiz akın'ı belki de küllerinden tekrar yaratmış bile diyebiliriz. filiz akın iyi ki bu filmde yer almış çünkü belki bu film belki bu kadar güzel olmazdı.

    filiz akın’ın aktardığına göre, film çekilmeden önce yılmaz güney’in çağırması üzerine onunla görüşmeye gitmiş, ama yılmaz güney’in meşgul olduğu söylenmiş, görüşme gerçekleşmemiş. bu 4 gün boyunca sürmüş. en sonunda hem yorgun hem de kızgın bir halde görüşme yerini terk ederken yılmaz güney gelmiş ve görüşmüşler. yılmaz güney “seni 4 gün beklettik ama istediğimiz yorgun ve umutsuz ifadeyi sende gördük, filmde de bu ifadeyi istiyoruz” demiş.

    filiz akın'a en beğendiği film sorulunca "umutsuzlar" demişti. enteresan bir şekilde fatma girik de en sevdiği filmlerini yılmaz güney'le çektiğini söylemişti. yılmaz güney’le 2 film çeviren hülya koçyiğit de en sevdiği film sorulduğunda zeyno olduğunu söyleyecektir.

    dört yapraklı yoncamızdan yalnızca türkan şoray (ki en starıdır) yılmaz güney'le hiç film çekememişti ve o en hayıflandığı şeyin zamanında yılmaz güney'le bir film çevirememiş olmak olduğunu söylemişti. yani yılmaz güney'in türk sineması'na vurduğu damganın herkes farkındaydı ve güney her filminde bir önceki filminin üzerine koyarak, başarısının devamlılığını sağlayan ender sinema adamlarındandı.

    filiz akın filme o denli yakışmış ki... ve bu filmde ilk defa farklı bir meslek grubunun ana öyküde yer verilmesi de ilginç ve güzel olmuş (filiz akın'ın balerin olması). filmi ilk izlediğimde godfather filminden esinlenmeler oluğunu düşünmüştüm (dert babası fırat rolündeki yılmaz güney'i görünce) fakat o filmden 1 yıl önce çekildiğini öğrenince çok şaşırdığımı anımsıyorum. bu film de godfather gibi bir yönüyle, bizi o alemin içine sokmakta ve onların gözünden bir hikaye anlatmaktadır. ama aynı zamanda film çiğdem’in, ailesinin, fırat’ın ailesinin gözünden de anlatmayı tercih ederek izleyici olarak filmi daha nesnel algılamamızı sağlamaktadır.

    filmin müziği de sinemamızda hikayeyle birebir örtüşebilen hikayeyi içselleştiren ender bir çalışma. filmin müziği o denli güzel ve etkileyici ki... sanki anlatılan çıkmaza vurgu yapar nitelikte bir tınıya sahip. yalçın tura adı ilk anıldığında ilk akla gelen, en beğenilen eserinin de umutsuzlar’ın film müziği olması bu açıdan tesadüf sayılmaz.

    filmin müziği kadar gani turanlı’nın görüntü çalışması da takdire şayandır. yakın planlar filmde sıkça yer alır ve kişilerin ruh halini yansıtmaya katkı sağlamakla beraber, bizi de filme dahil eder. yılmaz güney’in çok filminde imzası olan gani turanlı’nın en başarılı işlerini genellikle yılmaz güney filmlerinde çıkartması dikkate değer bir konudur. yılmaz güney filmleri arasında umutsuzlar’ın görüntü çalışması nitelik açısından ilk sıralarda kendine yer bulmaktadır.
    yönetiminden müziğine, karakterlerden kurgusuna, senaryosundan görüntü çalışmasına kadar üzerinde gerçekten titizlikle çalışılmış olduğu hissedilen umutsuzlar bir bütün olarak ele alındığında türk sineması’nın yüz akı filmlerinden biridir. yılmaz güney umutsuzlar’da yerel motiflere sıkça vurgu yapmasına rağmen, hem konu olarak, hem anlatım diliyle çok da yerel olmayan, türk sineması’nda o dönem üretilen filmlerden farklı bir yapıt ortaya koymuş, kendisiyle yapılan bir röportajda da bu filmin ister bir türk, ister bir fransız izlesin, filmin izleyen herkesi kavramasını istediğini dile getirmiştir.

    film, istanbul’un en namlı kabadayısı fırat (yılmaz güney) ile balerin çiğdem’in (filiz akın) öyküsünü anlatmaktadır. ikisi birbirini sevmekte fakat çiğdem beraberlikleri için silahı bırakıp normal bir hayat yaşaması koşuluyla ilişkilerinin devamı olabileceğini söylemektedir. fırat ise silaha, dolayısıyla o hayata mecbur olduğunu, bırakamayacağını söyler. bundan dolayı ilişkileri biter ama diğer yandan birbirinden ayrı kalamazlar ve en sonunda fırat, çiğdem’in isteğini kabul eder ve bile bile ölüme gider. filmde fırat’ın silahı bırakır bırakmaz öldürülmesi üzerine “silahlı mücadeleyi bırakmayın” türünde bir okumanın olduğunu düşünenlerin sayısı az değildir. yılmaz güney’in o yıllarda daha da belirginleşen siyasi yönü düşünüldüğünde bu pek de yabana atılabilecek bir teori değildir.

    güzel bir not olarak memduh ün bir röportajında şöyle demiştir: "yılmaz güney beni umutsuzlar’da niye istedi, niye oynattı bilmiyorum. intikam almak için diye düşünüyorum. çünkü bir zamanlar onu bana atıf yılmaz göndermişti, ben de “bu kömürcü çırağına benzeyen adamı istemem!” dedim. bunu herhalde aktardılar yılmaz güney’e, o da, “sen beni yönetmedin, ben seni yöneteyim de gör!” dedi.

    (filmde yılmaz güney, memduh ün'ü yalnızca oynatmakla kalmamış aynı zamanda da tokatlayarak intikamını katmerli almıştır:)
  • yılmaz güney'in neden yılmaz güney olduğunu anlamak için sanıyorum "listebaşı" olabilecek film. büyük fırat'ın hikayesi. ancak film kadar etkileyici olan bir jenerik müziği olduğunu da kabul etmeli filmin. başından sonuna serpiştirilen melodi ile bir "devlerin aşkı" bir de bu film için aynı şeyi söyleyebilirim ne vakit, nerede melodisini duyacak olsam zihnimde filmden kareler canlanıyor.

    "sen hiç aşık oldun mu? bunca yıl belanın, bataklığın içinde ömür çürüttük. gerektiğinde karşı duranın kellesini kopartıp önümüzde diz çöktürdük. hapishaneler, kelepçeler,... kimseyi affetmedik, kalbimizde sevgiye yer vermedik. geçtiğimiz yerlerde kan, barut ve korku bıraktık. sonunda hepimizin namı oldu, para kazandık. ama hiçbirimiz saadetin ne olduğunu tadamadık. hangimizin nerede nasıl öleceği belli değil. günün birinde, karanlık bir sokakta, arkanızdan sıkılan bir kurşunla çok sevdiğiniz bu hayata veda edeceksiniz. gazeteler arkanızdan "namlı kabadayı falanca öldü" diye yazacaklar. ve sen 70 yaşında, hayatının yanlışlıklarla dolu olduğunu görmeden ölüp gideceksin."
  • en sevdiğim türk filmlerinden bir tanesidir, müzikleri dokunsanız ağlatacak türdendir.
    replikleri, yılmaz güney, filiz akın hepsi ama hepsi muhteşemdir.

    --- spoiler ---

    ramazan gene kumara başlamış karısı şikayete geldi. kundaktaki çocuğu hastaymış alacaklılar kapıda beklermiş, ramazan bir haftadır ortada yokmuş.
    - aslanım benim aslanım beni kurtarsan kurtarsan sen kurtarırsın, bu ramazan katilden beter hayırsız insafsız itin biri çoluk çocuk sefil olduk evde su içecek kap bile kalmadı. sonunda ortanca kızımda isyan etti ablam gibi bende orospu olucam dedi.
    - ramazanı bulun ramazana beşbin lira verin bu karıyı boşasın bidahada eve gitmesin, kızı evden alıp yatılı okula verin orospu olacaksa okumuş orospu olsun.
    - hayır olamaz olamaz (hadi bakalım yürü.) ben kocamdan ayrılmam beş bin lirayı o ite vermeyin bana verin bana bu muydu senin insafın bu muydu büyük adamlığın...
    --- spoiler ---
  • her izlediğimde gözümden deli gibi yaş akıtan filmdir.

    yılmaz güney'in gözünün değdiği her yer olasım gelir.. çiğdem yazdığı kağıdı, çiğdem yazdığı kalemi... bir çok harika ayrıntıyı içinde bulunduran film...

    "fırat, gecikme nolur" "gecikmeyeceğim"
  • yılmaz güney'in 71 tarihli filmi.yılmaz güney daha filmin başındaki birbirlerine kavuşamayan iki aşık temalı modern dans sahnesinde hikayenin tamamını spoil etmiş olduğu filmde yılmaz güney mafya babası fırat, filiz akın da güney'in mafya ortaklarının kavuşmasına engel oldukları sevgilisi çiğdem olarak karşımıza çıkmaktalar.fırat ile çiğdem birbirlerini deliler gibi sevmekte ancak bir türlü kavuşamamaktadırlar zira çiğdem fırat'ın düşmanları tarafından öldürüleceğinden korkmakta, karanlık işlere son vermesini istemekte, silahını bırakmadan birlikte olamayız demektedir.ancak bu o kadar kolay değildir fırat için, zira eski hapishane arkadaşı olduğu ortakları da silahını bıraktığı taktirde düşmanları tarafından öldürüleceğinden çetenin dağılmaması, düzenlerinin devamı için kendisine baskı yapmakta, çiğdem ile birlikte olmasına karşı çıkmaktadırlar.
    filmde iki güzel sahne mevcut.ilki yılmaz güney geniş bir salonda taht benzeri yüksek arkalıklı koltuğunda içinde bulunduğu dünyanın tüm meseleleriyle uğraşmaktan bezgin, sevdiğine kavuşamamaktan dolayı sıkıntılı bir halde kaykılarak oturduğu, geniş planda görüldüğünde odadaki adamlarıyla kral ile yargıç karışımı bir statüde arz-ı endam eylemekte olduğu ve önüne gelen çaçaron mahalle karısının kocasından dert yanmasını dinleyip, talimatlarını verdiği sahnedir.
    ancak asıl üzerinde durulması gereken ikinci sahnede ise mafya arkadaşları yılmaz güney'i öldürüleceğinden korktukları için kendisine baskı yaparak eve kalmaya ikna etmişlerdir, şatosunda bir nevi tutsak hayatı yaşamakta, filmin pek çok yerinde gördüğümüz üzere başı öne eğik, dertleri yüzüne yansımış bir şekilde düşünceli düşünceli yürümektedir.bahçeye çıkar.tam o anda kafasını kaldırır.güneşin parlamakta, bahçedeki çiçeklerin hafif hafif esen rüzgarın etkisiyle sallanmakta olduğunu farkeder.başını çevirip etrafına bakar, enfes bir bahar havası vardır; çiçekler açmış, bir kedi duvar dibinde yürümektedir usulca, hafifçe gülümser tam o anda.evet ne kadar naif, bu onlarca örneği olan yeşilçam usulü bir çiçek böcek vaziyeti sözkonusu olsa da başka bir filmde görsek yapaylığı yüzünden güleceğimiz sahne filme o derece uymuştur ki seyircinin fazla bir şansı yoktur hislenmemek, hatta belki de "vay be" dememek için.yılmaz güney'in elinde tamamen değişmiştir sahne, zira malumdur ki böyle sahneler yanlış ellerde bir anda insanı güldüren, o ana kadar yaratmaya çalıştığı duygusal havayı yokederek filmi batıran, bir daha ağzıyla kuş tutsa da gerisini kurtarılamayacak hale getiren sahnelerdir.filmin fransız orijinli, zaman zaman bıktıran tüm lirik yapısının doruk noktasıdır bu sahne, fırat'ın beyaz takımlar içinde gece boş bir sokakta yalnız başına bir keman eşliğinde yürüdüğü sahneleri seyretmiş olmanın ödülüdür.
  • çok sevilen müziği sanki the spy who came in from the cold adlı filmin müziğinden esinlenilmiş gibidir.

    the spy who came in from the cold

    umutsuzlar

    bonus
hesabın var mı? giriş yap