• 1 sene öncesi felan sanırım. 3 arkadaş (ben ve ikizler) onların babalarının voleybol maçını izlemeye gitmişiz. bizde izlemek gibi bi niyet yok tabiki amına koyim. dışarı çıkıp sigara yakacaz, gezinecez falan. ama benim fena halde işemem şart. mesanem beyzbol topu kadar olmuş, içerisinde bulunduğumuz spor salonununda tuvaleti kapalı. koşar adım basketbol sahasının arka tarafındaki kafeye gidiyoruz. kafe dediğime bakmayın, park gibi bir yer. akşamın o vakti bomboş tabiki (kış ayındayız amk kim gelcek), yığılmış bankların oraya doğru koşarak gidip fermuarı açıyorum, tam bankın kenarına işemek üzere iken bir ses yükseliyor : '' hayırdır lan ?!''

    farkediyorum ki işeyeceğim köşede bir çift genç oturuyor. tam üzerlerine nişan almışım, büllüğü doğrultmuşum, elemanın sesi duyunca öyle bir fermurarı kapattım ki büllük sıkıştı mı , parçalandı mı umrumda bile değil. hızlı hızlı yürüyerek gidiyoruz 3 kişi. ama bozuntuya da vermiyoruz tabiki. ne zaman görüş alanlarından çıkıyoruz, yarılarak koşmaya başlıyoruz. hemen başka bir yere işiyoruz fakat o yarılma saatlerce devam ediyor, hatta günlerce bundan bahsedip hayvani bir şekilde gülüyoruz.

    ulan düşünüyorumda o herif kalkıp ağzımı burnumu kırsa bişey diyemezdim. yanında kız arkadaşı, ben çükü onlara doğrultmuşum, aramızda kısacık mesafe. olaya bak olm ya
  • 35 yaşında myo okumaya başladım. yatay geçiş yaptığım için alttan ders itelediler. ders gündüz ama ben ikinci öğretim. devlet memuruyum çalışıyorum diye hocayla konuştum yoklama işini hallettim bu seferde sınıftan kimseyi tanımıyorum. final zamanı sınava geç kalıyorum diye koşturuyorum baktım koridorda gençler takılıyor. lan burası mi değil mi derken birden içeri girdim. herkes yerine geçti, sınıf sustu çıt yok. gençlerden biri "hocam hoşgeldiniz" dedi. ben itin götüne girdim tabi. bozuntuya vermedim "herkes otursun bakim" dedim . en ön sıra boş kaldı bende oraya oturdum. tam o anda hocalar geldi de olay orada bitti.
  • (bkz: #52559911)
  • zaman: geçen senenin sonbaharı, bursların yattığı bir cumanın mesai bitiş saati.
    mekan: bornova küçükparktaki sıra sıra atm'ler

    sakarlıklarıma aldırmayarak topuklu giymiştim ve lisede de üniversitede de sınıf arkadaşım olan şahısla yürüyorduk. tabi yılların verdiği laçkalıkla iletişimimiz gayet iğrençleşebiliyor. fakat yılın son sıcak havalarından olsa gerek misty'nin aklı pastel renkli bir romantizmle sıvanmış, kuşlar, güneş ışığı, insan sevgisi vs vs. bu cıvıldak dünyadan arkadaşımın "misty bana baksır alsana" isteğiyle çıkıp küüüüüüüüt diye gerçek dünyaya düştüm.

    gerçek dünyada ne mi vardı

    bornovanın darmadağın kaldırım taşları ve yüksek topuklular ikilisi vardı.

    o şaşkınlıkla "nöey" diye yana dönerken taşa takıldım. buraya kadar normal. hızlı yürürken takılınca öne eğilip "lapps lapps" diye öne atılan büyük adımlarla denge sağlanmaya çalışılır ya. onu yaptım. tabi refleks olarak iki elimi de uzatmıştım. halbuki kaldırım parasız kalmış öğrencilerle doluydu..

    suratım tanımadığım bir adamın kıçına girdi. hani burnum tam popo çizgisine puzzle parçası gibi oturmuştu.

    yetmedi, öne uzattığım iki elimle adamın iki popo yanağına tutunmuştum.

    yetmedi, doğrulmaya çalışırken adamın pantolon+iç çamaşırı kompleksini azıcık bir miktar aşağı indirmiştim.

    dengemi sağlar sağlamaz koşarak uzaklaştım, hani ne adamın yüzüne baktım, ne özür diledim, ne de etrafıma bakıp hasar kontrolü yaptım.

    arkamdan gelen zalimse "adam memnun görünüyordu niye kaçtın öhohohohoho" "aylardır öyle atraksyon yaşamamıştır zuhahaha" diye eğleniyordu. piç.

    ben sevgilimle öyle bir samimiyet yaşamadım. elimde olsa yerin dibine girer, dünyanın öbür ucundan çıkıp uzaya karışırdım.

    bu da böyle bir anımdır.
  • ajansta ilk haftamdı. sanırım 3-4. gün falan.
    daha yeni yeni kaynaşmalar. herkes beni çok sevsin, benimsesin diyerek şakanın esprinin dibine vurmalar aşırı gülmeler ve de müthiş bir anlayış aurası ile geziyorum ajansta.
    bir de senyor'um var, aşırı seviyorum süper anlaşıyoruz ne getirsem çok memnun oluyor falan müthiş bir başlangıç yapmışım. bi yandan da işe veriyom kendimi çılgın gibi.

    neyse,
    o gün ben yine deli gibi bişeyler modelliyorum efenim çiziyorum yazıyorum bi takım notlar alıp çözümler getiriyorum falan, karakter icabı da kalem kağıt kullanıyorum. sonra bunları scan edip senyor'uma atacağım.

    velhasıl işim bitti, scanner'ı kontrolünde bulunduran ümit abinin yanına gittim.
    biraz da geriliyorum sonuçta bi muhabbet kurmamışım daha, ilk defa işim düşmüş, ümit abi de ajansın demirbaşlarından hani. ciddi görünüyor, tatlı da bi insan gibi tam çözememişim.

    adamın yanına vardım, kendisi ajansın orta yerinde oturuyor, elimde yazılçizil kağıdım, müthiş bir özgüvenle yanaştım ve "abi bana bi sken lazım" dedim. :/
    ben onu dememle yüzümde bir kızarma, aman allah ama nası, gülsem espri sanacak yavşak olacağım, gülmesem tutamıyom kendimi über rezillik, yüzüne bakamıyom.
    velhasıl gülmedim. o da gülmedi.
    "scanner yani scanner'ı kullanıcam abi" dedim.
    kendisi müthiş bir insanmış ki bozuntuya vermeden yardımcı oldu sağolsun.
    ama o an. ah o cümlenin yüklemine geleyazarken ki ben...
    dedim ilk haftayı da skeyim, cümle kuran yerlerime de ben sokayım.

    kıssadan hisse şudur bu hikayede, işyerinde ilk haftayı yaşamadan direkt ilk aydan başlayın. hiçbişekilde hayır yok o zaman diliminde.
    aman deyim.
  • yıllar önce şu korkunçlu karı şakalarının yeni yeni çıktığı dönemler... odamda şampanya içiyorum, müziğim o biçim, internette sörf yapıyorum entelektüel bir edayla da... bir cool takılmalar ki sorma gitsin... ve o an... korkunçlu karının çığlığı, sandalyeden arkaya aşma, kafayı yere çarpma ve "ananı ski, ananı skii ananı skiii" çığlıkları eşliğinde koşarak, içeride oturan annenin yanına çöreklenme... içeri yeniden girip korkunçlu karıyla yüz yüze gelmeye cesaret edememe ve ekranı anneye kapattırma... bu sonuncusu hele, offfff!
  • kaşınırken kapıdan hafifçe kafasını uzatan annemin mastürbasyon yaptığımı sanması ve usulca çekilmesi. benim onu gördüğümün farkında olmaması.

    mastürbasyon yapmazken yakalanan tek insan olabilirim.
  • bazen gülümseyerek hatırladığınız anlardır.

    bir sabah yine her zamanki gibi metro altgeçitinden yürüyerek servisime doğru ilerliyorum. gömleğim, eteğim, güneş gözlüklerim ve yeni siyah rugan ayakkabılarımla kendimi süper hissediyor, sadece asansör camlarında değil altgeçitin yansıma yapan parlak duvarlarında dahi kendimi izliyor ve gülümsüyorum (bkz: narsizmin dorukları). derken yeni siyah rugan ayakkabılarımdan birinin topuğu tak diye mazgalın demirlerine takılıveriyor ve hızını alamayan sağ ayağım ayakkabıdan çıkıp 3-4 adım atıyor. ehe ehe diye geri dönüyorum- fazla da çevreye bakmıyorum, lan hava nasıl pıs diye söndü diye düşünürken- acilen servise koşmak için eğilip ayakkabıyı kaldırmamla mazgalın komple yerinden çıkması bir oluyor. son durumda, siyah rugan ayakkabısıyla hava atmaya çalışırken elinde mazgalla çıplak ayak dikilen ben, gülme krizi eşliğinde ayakkabımı giymeyi beceriyor ve yeryüzüne derin nefesler eşliğinde çıkıyorum yürüyen merdivenden.
  • şirket genel müdürünüze neden istifa etmek istediğinizi açıklarken mesela yer yarılsa da içine girsem diye çok düşünmüşümdür.
  • osurduktan sonra patronun hemen odaya girmesi :(
hesabın var mı? giriş yap