• bir rus ve bir çek vatandaşının "rüyalar ülkesi" amerika'ya gelip, şan-şöret, para-pul peşinde işlediği cinayetler etrafında örülü bir hikayesi olan, zaman geçirgeci olarak beklenenden fazlasını veren robert de niro filmi. doğu avrupa vatandaşlarının amerika'ya bakış açısını, amerikan yargı sistemindeki boşlukları ve medyanın internasyonel satılmışlığını belirtmesi açısından başarılı bir film olmuş kanımca.
  • john herzfeld 'in şöhret kültüne ve kültürüne, gösteri toplumun kimi dinamiklerine, medya ve adalet sistemine amerikan toplumu özelinde eleştirel bir bakış getirmeyi hedeflemiş filmi. filmin asıl meselesinin "amerikan rüyası"nın değişimi üzerine döndüğünü söylemek mümkün. burada dikkat çekmek istediğim bir nokta var.

    --- spoiler ---

    katilimizin her yaptığını kamerasına kaydeden oleg 'in kendisi için seçtiği isme dikkat etmek gerekiyor. otel resepsiyona kayıt için verdiği isim ve kendisini bir restoranda başka bir kadına tanıştırırken söylediği isim... frank capra.

    oleg 'in film çekme sevdasını bildiğimiz için takma adını bir yönetmenden alması şaşırtıcı değil elbette. ama neden frank capra? neden it's a wonderful life ve mr smith goes to washington'ın yönetmeni? ben, capra'nın amerikan rüyası denen şeyin sinemadaki mimarlarından biri olduğuna dikkat çekerek bu ismin herzfeld'in filmi için de önemli olduğunu düşünüyorum. aynı zamanda filmin senaristi de olan herzfeld'in frank capra göndermesi amerikan toplumuna ve "sistem"e bakışın filmin temel dertlerinden birisi olduğunu gösteriyor sanki. sistemin aksaklıklarını ancak dışardan gelenlerin gösterdiğine bizi ikna eden capra (mr. smith goes to washington 'daki taşralı bay smith'in naifliğini düşünelim), herzfeld'in filminde yer yer ve kasten karikatürize edilmiş iki göçmen kafadarın, yani sisteme "dışardan" dahil olanların gözünden sunulan sistem eleştirisinin ve bize anlatılan öykünün içinde önemli bir hayalet-ayrıntı bence.

    --- spoiler ---
  • senaryo cok ba$arili, oyuncular mukemmel, polisiyesi doyurucu ve mesaj da yerine gidiyor. son zamanlarda izledigim en mukemmel filmlerden. ayrica itfaiyeci adami oyniyan da cok ba$arili ben tanimiyordum vardir belki bilen..
    a film by oleg razgul.
  • filmimizin konusu gayet basit …

    doğu avrupalı emil slovak ( karel roden ) ve oleg taktarov ( oleg razgul ) “rüyalar ülkesi” a.b.d.’ye ayak bastıktan sonra hayatlarını sandıklarından daha kolay kazanabileceklerini fark ederler. new york şehrinde dolaşarak işledikleri suçları video kamera ile kayıt ederler. amaçları bunları tv kanallarına satmaktır. kısa sürede peşlerine polis eddie fleming ( robert de niro ) ve itfaiye müfettişi jordy warsaw ( edward burns ) düşer.

    yazar – yönetmen john herzfeld’i 1996 yapımı “2 days in the valley – vadide iki gün” isimli filminden hatırlayabilirsiniz. filmde sayısız alt öyküyü, danny aiello, jeff daniels ve james spader gibi oyuncuların desteğiyle başarılı bir şekilde finale kadar taşımayı başarıyordu.

    bu filmin oyuncularına bakarsak söylenecek tek şey var : de niro, de niro ve tekrar de niro. kendisinin varlığı yeterli. senaryoda ağzına üç dört iyi diyalogda konulunca yaslanın arkanıza keyfini çıkarın. eski kuşağın en iyi temsilcilerinden olduğu kesinlikle tartışma götürmez.

    edward burns ise kendi yazıp yönettiği beş filmindeki oyunculuğunun dışında ilk kez steven spielberg imzalı “saving private ryan – er ryan’ı kurtarmak” ( 1998 ) ile oyunculuğu denemiş bir kişi. “15 minutes – 15 dakika” ’da kendisini gayet yeterli bir seçim olarak değerlendirebiliriz. gerektiği zaman enerjik, gerektiği zaman düşünceli, gerektiği zaman ne olması gerekiyorsa oluyor filmde. sanırım robert de niro ile yanyana oynama şansını kaçırmak istememiş.

    kendisinin düşük bütçeli 1995 yapımı “the brothers mcmullen” adlı ilk filmini “işte hayat bu ya” şeklinde izlemiş ve bayağı beğenmiştik.

    filmin kötü adamlarından karel roden ise “shaft - korkusuz” ’daki jeffrey wright’dan beri zevkle izlediğimiz ilk kötü adam oldu.

    diğer yandan yardımcı oyuncu kadrosu bu kadar zayıf bir filmi ise uzun süredir izlememiştim. bazı roller niye yazılmış belli değil gerçekten. de niro ve burns’un yardımcıları mesela.

    filmdeki kadınların büyük çoğunluğunun doğu avrupa kökenli olması ise bilhassa biz erkekler için yapıtı görsel olarak tatlandıran bir unsur.

    film dev bir medya eleştirisine soyunuyor, fakat bize daha önce anlatılmamış birşey sunmayı başarmıyor, belki denemiyor bile. bir çeşit aksiyon soslu “network” ( 1976 ) ve “the china syndrome” ( 1979 ). rating hırsından gözü dönmüş kanal sahipleri ve program yapımcıları, sert polisler, kötü olmak için kötü olan adamlar hepsi var filmde.

    tüm bu karmaşanın içinde yönetmen herzfeld kesinlikle iyi bir yönetim gösteriyor ve filmini aslında pek tutmadığımız finaline kadar derli toplu bir şekilde götürüyor.

    genel yapı içinde senaryodaki bazı boşluklar sizi rahatsız etmeyecektir. bazı vahşet sahnelerini yumuşatmak için seçilen filtreleme yöntemlerini çok rahatsız edici buldum.

    film haftanın en iyisi ilginci olmasının yanında robert de niro, senaryodaki üç – dört seçkin cümle ve sizleri şaşkınlığa uğratacak “ufak” sırrıyla izlenmeyi hak ediyor.
  • the strokes şarkısı. 2006 çıkışlı first impressions of earth albümünden.

    it was all just a dream, oh no
    yet i wish it was real
    all my pets they were there and they smiled
    take a shit, it was fine

    everybody's so inviting
    they've got it in for me i know
    it's not that i don't really love you
    it's just that i don't really know
    the hateful things you think you want to say
    time will turn them into jokes
    (yup.)

    yes, it was all just a dream, oh no
    was it real? i don't know
    (i hope so...)

    it was all just a dream, oh no,
    was it real? i dont know. i hope so,
    if it was you were all there with me,
    overjoyed and at peace

    here we go. can i play? can i watch?
    he would like one more night in your life
    i saw worlds, they don't stop. they're like us.
    they go fast, like a sun that's been shot.

    everybody at the party
    shouldn't worry if i'm there
    everybody at the party
    shouldn't worry what they wear
    cause today they'll talk about us
    and tomorrow they won't care

    this whole life,
    is it a dream? i can't tell
    i got up, then i waved, then i fell
    i recall you were all there with me
    overjoyed and at peace

    first time around
    second took so long
    third time's a charm
    circle of fourths
    five days to rehearse
    six to make it work
    seven notes in a scale
    eight in some countries
    nine in fancy keys
    ten years we've been friends
    eleven seconds to hell
    and of course,
    twelve major chords.
  • para ve ünlü olmak adına neler yapılabileceğini irdeleyen medya eleştirisi yapan bir film.
  • uyduruktan kaydırık film. beton edward burns ve kötü senaryosu cabası... ayrıca film kötü adamların zırt pırt ustaca çıkardığı yangınları açıklamak için inanılmaz komik bir yöntem kullanmı$tır. edward burns dakikalarca kovaladığı kötü adamların kel olanını enseleyince ilk olarak "o yangınları nasıl çıkarıyordun" diye sorar... kel kötü adam da "mal mısın hemşerim yakalanmışım nefes nefeseyim" demek yerine " babam itfaiyeciydi." der ve olay hesapta açıklanır ama biz bunu yemi$ miyizdir, hayır... filmin akılda kalıcı tek sahnesi de niro'nun evlenme teklifi provasıdır...
  • robert de niro icin mutlaka izlenmesi gereken , soundtrack i da süfer olan film.
    (bkz: carmen queasy)
  • csi ny'un bonasera'sinin (bkz: melina kanakaredes) bu islere ne zaman bulastigini gormemizi saglayan film...
    ayrica aplanin rum kokenli oldugu, csi'da oldugu gibi, bu filmde de gozumuze gozumuze sokulmaktadir. hayir bi itirazim yok tabii de, bu isi marka haline getirmesi ilginc tabii....

    film guzeldir bu arada. seyretmeyen seyretsindir. surprizi felan vardir.
hesabın var mı? giriş yap