• fr. aşklarımıza.

    yönetmen maurice pialat'ın 1983 yapımı filmi.

    sevdiği oyuncu sandrine bonnaire yine başrolde. film 1984 cesar ödülünü le bal ile paylaşmış.
  • --- spoiler ---

    baş karakterimiz olan suzanne cinsel yönden seçicilikten uzak henüz lise çağında bir genç kızdır. babasının kısıtlamaları, babasının annesini aldatıp evi terketmesi ve bunun ertesinde abisiyle annesinin bir olup kızı zaman zaman dövmeleri (abisinin kızı başka erkeklerle birlikte olduğu zaman kıskanması büyük ihtimalle adamın kardeşini enseste varan bir şehvetle sevmesidir.) gibi sebeplerle kız iyice kafayı sıyırmıştır. kim olduğu farketmeksizin bir erkeğin yanında olmadan mutlu olamaz haldedir ancak bir yandan da 15 yaşındayken aşık olduğu luc bir türlü aklından çıkmaz. daha sonra annesiyle yoğun olarak tartıştığı ve abisinden dayak yediği bir dönemde yanında olan jean-pierre'e tutunur ve hatta evlenirler ancak kızımız yine rahat durmaz filmin sonunda eskiden tanıdığı ve hala görüştükleri koca burunlu bir arkadaşıyla evliliği esnasında fingirdeşmeye başlayıp babası gibi evi terkederek adamla beraber san diego'ya gider.
    ayrıca filmde esas kızın babasını maurice pialat oynamaktadır.
    --- spoiler ---

    edit: spoiler.
  • bence filmin tam olarak anlatmayı başarabildiği veya hayatımıza kattığı bişey yok.hoş filmin böyle bir kaygısı da yok zaten.15 yaşındaki bir genç kızın günübirlik ilişkilerini yer yer isyanlarını ,histerik annesini , esasında beta olan ama babasının yokluğunda alfa olmaya çalışan abisini ve sürüsünü terk eden alfa babasını gösteriyor genel hatlarıyla.fransız sinemasına ait filmler izledikçe bizdeki aile yapısıyla karşılaştırmadan edemiyorum bu film için konuşacak olursak baba çok hızlı bi şekilde aileyi terk etme kararı aldı ve sonrasında arayıp sormadı bile. geleneksel tarzda aileden geldiğim için refleksif olarak her hareketin kendi ailemde olan karşılığı nasıl olurdu diye aradım filmde.o zamanlar aile içi şiddet biraz peynir ekmek gibiymiş sanırım.filmde yumuşak tonda konuşulurken bir anda surata tokat patlıyor saçlarından sürükleniyor hüzünlü ergen suzanne.daha sonra da sanki o dayak hiç olmamış gibi oluyor bir anda.ayrıca filmlerde erkeklerin kadınlara sanki bizdeki gibi sahiplenme içgüdüsüyle yaklaşmadıkları hissine kapılıyorum sürekli ister sevgilisi olsun ister eşi ister annesi ister kardeşi.misal adamın yanında karısının bacağını falan okşuyor veyahut her türlü yanlış anlamaya müsait hareketler sergiliyor ama adamda hiç hareket yok sanki yanındaki herhangi bir kişiymiş gibi takılıyor.bu yazdıklarım yobaz bir insanın dile gelmesi gibi gözükebilir kimilerine göre fakat başta dediğim gibi kendi görüşüm bunlar.filmlerde sürekli ortamın içine girmeye çalışırım ama içinde olmak istemediğim filmlerdendi a nos amours çünkü o evde yaşamak o şiddet ortamında gerilim ortamında bulunmayı cidden istemiyorsunuz.kızımızın kaçışları da belki bundan kaynaklı.picasso ve diğer ressamlar hakkında konuşma yaptıkları sahne güzel geldi bana.aslında boş beleş insanlardır diye önyargılı yaklaştığım insanların aslında sanata farklı yorumlarının olduğu ve bu konuda tartıştıklarını görmek hoşuma gitti.
  • "hayatın acıması yok ve mutluluk, dünya denen bu okyanusta nadir bulunan bir inci."
  • kıytırık fransız filmlerinden biri daha. vaktini ziyan etmek isteyenler izlesin.
hesabın var mı? giriş yap