• üst edit : bir arkadaşımızın ricası üzerine şu başlık en üstte dursun. tamamını okuyamadım, kanım dondu...vicdanı olan herkesin sahiplendirmeye yardımcı olamasa bile bu başlığa entry girerek konunun sürekli gündemde kalmasına katkıda bulunmasını rica ediyorum.

    (bkz: fatihte jiletle kesilmiş bulunan yavru kediler)

    açıklama editi : dün de yazmış olduğum gibi başlığın, hikayenin orijinal adı olan 'arzu' yerine 'bakire kızın yatak odasına girdim' olmasının sebebi bunu bilmemem idi. dh'de bu öyküyü paylaşan 'amentos' nickli üye, öyküyü ne kimin yazdığına dair, ne de adının 'arzu' olduğuna dair herhangi bir kaynak paylaşmamıştı. dileyenler google önbellek'ten bunu doğrulayabilir. ayrıca 'sex sells' gibi bir niyetim olsa, hikayenin +18 olmadığını baştan belirtmezdim takdir edersiniz ki.

    https://webcache.googleusercontent.com/…=clnk&gl=tr

    yazar arkadaşımız türkiye'nin en prestijli üniversitelerinden birini, boğaziçi'ni kazanmış ve hala okumakta olan veya bitirmiş olan ve sadece hobi olarak amatörce polisiye/gerilim türünde öyküler yazan bir genç. seyit ilktürk. muhakkak hikayelerinde kurgu/mantık/dilbilgisi/betimleme hataları olucak. zaten kimse mükemmel olduğunu iddia etmiyor. ancak bir şeyi eleştirirken bunu saygı ve hoşgörü çerçevesi içerisinde yapmalıyız. bir amatör yazara göre harika bir iş çıkarmış olduğunu söylemeliyim.

    yapıcı ve teşvik edici eleştiriler için yazar arkadaşımız adına ben teşekkür ederim. sizin gibi değerli insanların varlığı sözlüğü yüceltiyor ve her zaman yüceltmeye devam edecek. saygısızca, terbiyesizce, insafsızca ve sorumsuzca yorum yazanları lütfen kaale almayınız. onlar için harcayacak kadar değerli vaktimiz yok bu kısacık ömrümüzde.

    (bkz: engelle)

    (bkz: başlıklarını engelle)

    donanımhaber'de 'amentos' nickli üyenin paylaştığı harika hikaye. durumum olduğu için okuyabildim. asla başlığı gibi +18 olmayan, özenerek ve zaman harcanarak yazıldığı belli olan gayet sürükleyici bir öykü.noktası virgülüne dokunmadan paylaşıyorum. işte bunlar hep sherlock izlemenin etkileri !!!

    hikayenin türü polisiye/gerilim olup, okuma hızınıza göre yaklaşık 15-30 dakika sürmektedir. amatör bir yazar tarafından kaleme alındığını bir kez daha önemle rica etmek istiyorum. iyi okumalar efendim..

    bölüm 1

    sherlock izlemişsinizdir büyük ihtimalle. sizin gibi ben de izledim ve hayran kaldım. izlediğim en iyi dizilerden biri. bu televizyon serisi beni acayip gaza getirdi. ben de bir şekilde sherlock gibi zeki olmalıydım. bunu yapmak için de aklıma harika bir fikir geldi. word dosyasına, "özel dedektiflik servisi. her türlü gizem çözülür. cengiz dorum. mail adresim: cengiz.dorum@gmail.com" yazarak yüzlerce baskı aldım. ve kampüsün her yerine astım. biliyorum biraz hayalperestçe ama yine de denemek istedim.

    ilk hafta hiçbir geri bildirim alamadım. üzülmedim. bunun üzerine ben de oldukça sıkıcı olan ve dedektiflik kariyerime bir damla katkısı olmayacak okul derslerime girip, çıktım. boş vakitlerimde de kütüphaneye gidip, kapanma saati gelene kadar dedektif kitapları okumaya başladım. hatta kütüphaneyi kapatan güvenlikçi teyze ile arkadaş oldum. o anlatmasa da onun hakkında şu bilgileri elde ettim: kırk üç yaşındaydı. evliliğinin yirmi üçüncü senesindeydi. eşi hastanede temizlik görevlisiydi. tek bir oğulları vardı. o da istanbul üniversitesi'nde tıp okuyordu. oğlunun bu başarısından gurur duyuyordu. genel olarak hayatından memnundu. özellikle işini çok seviyordu. her zaman okumak istemişti ancak okuyamamıştı. allah'ın işine bak ki ona saatlerce kitap okuyabileceği bir meslek armağan etmişti. üstelik bu iş, kitaba asla para vermeyeceği üniversite kütüphanesindeydi. yeni ilgim sayesinde bu bilgileri kolayca toplayabildim. bunu düşünerek her gün gururlanıyordum. dedektifliğe doğuştan bir yeteneğim vardı. buna rağmen güvenlikçi teyze her gece "hadi cengiz'cim! geç oldu!" diyerek beni uğurluyordu hafif sitem hafif de acıma duygusuyla. sanırım beni hiç arkadaşı olmayan asosyal bir çocuk sanıyordu. gerçi pek de haksız sayılmazdı. fazla arkadaşım olduğu söylenemezdi.

    her günüm gittikçe birbirine benzerken nihayet bir mail geldi. hemen telefonumdan okudum. arzu sangöz adında biriydi. mailinde şöyle anlatmıştı durumunu: "merhaba. kampüsteki ilan alanında gördüm ilanınızı. dediklerinizde ciddi misiniz bilmiyorum ama yardıma ihtiyacım var. numaram aşağıda yazılı. ararsanız sevinirim". hemen aradım. "arzu hanım?" dedim. "evet, kimsiniz?" dedi merak dolu bir sesle. hemen düşünmeye başladım; sherlock olsa bu ses tonundan nasıl bir sonuç çıkarırdı diye. kızın sesi oldukça sakindi. arkasında gürültü kirliliği yoktu. demek ki kampüste değildi. daha sakin bir yerdeydi. hayır, neredeyse hiç ses yoktu. o zaman ya yurt odasında ya da kampüs dışındaki evindeydi. ayrıca sesinde merak vardı. benim kim olduğumu bilmiyordu. arayacağımı tahmin etmemişti. çok da ciddiye almamıştı ilanımı ve attığı maili. bu sonuçlara varınca gülümseyerek, "sanırım arayacağımı tahmin etmiyordunuz!" dedim. sonra da bekledim. bekledim çünkü vereceği tepki onu analiz edebilmem için iyi bir malzeme olacaktı. "nasıl yani? anlamadım" dedi bir an ama sonra jeton düşmüş olmalı ki "cengiz dorum!" diye bağırdı. zekiydi. hemen tahmin etmişti. "evet, ben cengiz dorum. hizmetinizdeyim!" dedim kendimden oldukça emin bir ses tonuyla. ama beklenmedik bir şey oldu. arzu kahkaha attı. hemen bozararak, "efendim?" dedim. arzu zar zor kendini toparlayarak, "kusura bakmayın. gerçek olmadığınızı düşünüyordum" dedi. boğazımı temizleyerek, "ama gerçeğim!" dedim. arzu bu kez hemen durumu toplayarak, "adresimi söylesem evime gelebilir misiniz? başımdaki olay gerçekten çok ciddi. güvende değilim. gerçekten dediğiniz gibiyseniz bu gizemi lütfen çözün!" dedi. ciddiydi. söylediği adresi not ettim ve hemen onun evine doğru yola koyuldum. bu arada haklı çıkmıştım. kız evinden aramıştı beni.

    kampüsün hemen dışındaki nergis sokağında yer alan gün fırın'ın üstünde yaşıyordu. apartmanın ismi de gün'dü. bina üç katlı ve bembeyazdı. genişliğine bakınca her katta bir daire olduğu anlaşılıyordu. arzu ise en üstte yaşıyordu. apartmana yaklaşırken fırın dikkatimi çekti. içerisi oldukça kalabalıktı. bir yaşlı adam bir de genç bir oğlan beyazlar içinde hızla müşterilerine ürün yetiştiriyordu. işleri oldukça iyiydi. kapıya yöneldiğimde kapının kapalı olduğunu fark ettim. zile bastım. arzu cevap verdi. kendimi tanıtınca hemen kapıyı açtı.

    apartmanda doğal olarak asansör yoktu. içerisi çok dardı. merdivenler ise kirlilikten ölmek üzereydi. giriş katında daire yoktu ama iki tane merdiven vardı. dış kapıdan girer girmez sizi karşılayan merdiven yukarı çıkmak için kullanılıyordu. posta kutularının sonunda ise diğerine göre oldukça küçük ve dar merdiven bodruma iniyordu. nedense bodrum katı ilgimi çekti. ancak kapısı kitliydi. büyük ihtimalle kat sahipleri kullanmadığı eşyalarını burada depo ediyordu. fazla zaman kaybetmeden diğer merdivene doğru ilerledim.

    ilk kata çıkınca kahverengi bir kapı beni karşıladı. yüksek televizyon sesi kapıya acımadan işkence ediyordu. ayrıca kapı dışında birkaç ayakkabı vardı. hepsi de eski modaydı. büyük ihtimalle burada bir aile yaşıyordu ve yaş ortalaması oldukça yüksekti. bir üst kata çıkınca ise kırmızı bir kapıyla karşılaştım. içeride bol kahkaha vardı. seslere bakınca öğrenci evi olduğunu fark ettim. kapı önünde yığınla çöp vardı. göz ucuyla bakınca fazlaca bira tenekesi gördüm. demek ki buradaki gençler pek muhafazakar değildi. üst kata çıkınca ise tam bir kız evi beni karşıladı. bembeyaz bir kapı ve üzerinde hello kitty süsüyle ingilizce hoş geldiniz yazısı vardı. yine pembeli beyazlı bir paspas vardı. çöp yoktu. kapıyı çaldım. birkaç saniye bekleyince bir kız kapıyı açtı. arzu olmalıydı. hayır, hata yapmıştım. tek başına yaşadığını söyleyemezdim. büyük ihtimalle okuldan bir arkadaşıyla beraber kalıyordu. ama yine de kendisi açardı kapıyı. neden arkadaşı açsın ki? merakla kapıda bekleyip, beni buyur ederdi. "arzu?" dedim. kafa salladı. haklı çıkmıştım. içeriye girdiğimde şaşırmadım. kapının devamı gibi bir eve girmiştim. bütün eşyalar açık renkte ve kızların seveceği türdendi. iki yatak odası, bir mutfak ve banyo vardı. bu kadardı. salon ya da misafir odası yoktu.

    "hoş geldin!" dedi arzu gülerek. ne kısa ne de uzun boyluydu. kilosu ise yerindeydi. ama yine de spor yapmadığı sonucu ortaya çıkıyordu. büyük ihtimalle kilo aldım diyerek bütün gün diyet yapan tiplerdendi. ama kesinlikle spor yapmıyordu. kalçalarına bakınca bunu anlamıştım. siyah saçlıydı. saçları omuzlarına kadar geliyordu. saçında fazla kırık yoktu. düzenli olarak kuaföre gidiyor gibiydi ancak saçı kendi rengiydi. hiç boyatmamıştı. böyle kız var mı yahu diye düşünerek, "hoş bulduk. evin güzelmiş? yalnız mı yaşıyorsun?" diye hızla dedektiflik işini yapmaya başladım. aslında cevabı biliyordum ama yine de onu konu konuşturmak için böyle bir yöntem seçtim. "hayır. okuldan bir arkadaşımla yaşıyorum. esra adı. tarih okuyor. ben de uluslararası ticaret. peki ya sen?" diye sordu. neden direkt bu soruyu sormuştu? yaşımı, en sevdiğim filmi ya da kitabı değil de neden bu soruyu sormuştu? bir gelenek miydi yoksa sadece insanları bölümlerine göre ayıran bir tip miydi? cevabı bilemedim ama az sonra çözeceğimden emindim. "bilgisayar mühendisliği" dedim. hemen dudak kasları gerildi, gözleri büyüdü ve kafa salladı. bana değer vermişti. demek ki insanları bölümlerine göre ayırıyordu. şekilciydi arzu. odasına geçtik. odası da aynı kapı gibiydi. beyaz renkli mobilyalar vardı. bir dolap, bir kitaplık, çalışma masası, yatak ve şifonyer vardı. arzu'nun eve ilk çıkan kişi olduğu anlaşılıyordu. yatağına oturdum. o da oturdu. birbirimize çok yakındık. nefesim bir an kesilecek gibi oldu. ve arzu gizemli olayı anlatmaya başladı.

    arzu hikayesine başlarken suratını korku sardı. "her şey dört hafta önce başladı. uyandığımda odamdaki tüm eşyalarının yer değiştirdiğini fark ettim. mesela tüm kitaplarım dolabın içindeydi. dolaptakiler kapının arkasına asılmıştı. ve birkaç çekmece açıktı. ev arkadaşım esra'nın şaka yaptığını sandım ama ona sorduğumda böyle bir şeyden haberi olmadığını söyledi. ben de pek ciddiye almadım. hatta hakkında eğlenceli tweet bile attım. ama ertesi gün iş ciddiye bindi. her duş sonrası vücudumun her yerine krem sürerim. o gece de öyle yaptım ve sonra uyudum. uyandığımda ise tüm kolların yüz boyasıyla boyanmıştı. her türlü renk vardı. hemen esra'ya gidip, gösterdim. esra da korkmuştu. gözlerindeki korkuyu görünce onun yapmadığını anladım. her kim yapıyorsa amacı şaka değildi. bunu anlamıştım. esra da anlamış olmalı ki 'polise bildirelim.' dedi ve aynen öyle yaptık ama pek ciddiye almadılar. sonraki gün hiçbir şey olmadı ama daha sonraki gün odamdaki aynama benim rujumla, 'uyurken çok güzelsin' yazılmıştı. işte o an ağlamaya başladım dehşet içinde. esra aynamı görünce şok oldu. ailelerimize haber vermek istedik ama korkarlar diye aramadık fakat bir an olsun arayacaktık. polise tekrar gittik ve yine cevap alamadık. ben de odama kamera yerleştirdim. esra'ya da söylemedim. çünkü o olabilirdi sonuçta." dedi yutkunarak.

    olayı anlatırken gözlerinden yaş geliyordu. o korku hala vücudundaydı. ama birden durmuştu. hikayeyi analiz edecektim ama arzu'nun durması beni şaşırttı. bir sonuca varmamıştı. hikayesi havada kalmıştı. tam ağzımı açacakken, arzu ayağa kalktı ve laptop'ını yatağa koyarak bir video oynattı. gece görüşünde bir kamera kayıt alıyordu. böyle bir kamera ben de bile yokken onda olması oldukça garipti. bunu not ettim. arzu'nun odasıydı görüntüdeki. kızcağız mışıl mışıl uyuyordu. arzu görüntüyü hızlandırdı ve saatler sonra odaya biri girdi. tamamen siyah giyinmişti. maske takıyordu ve kapşonlu bir sweart shirt'ü vardı. boyu bir yetmiş beş civarındaydı. kadın değildi. erkekti. arzu'ya baktı dakikalarca. daha sonra üstüne açıp, tenini okşadı. bu sapıklığı bitince ise sakince kameranın tam önüne gelip el salladı ve sonra da odadan çıkıp gitti. gerçekten korkutucuydu. tüylerim diken diken oldu. ama bunu ona belli etmedim. bu dedektiflik kariyerime zarar verebilirdi.

    arzu'nun sakinleşmesini bekledikten sonra "mail adresimi biliyorsun. o görüntüyü atar mısın? detaylı olarak incelemek istiyorum. şimdi sana bolca soru soracağım. hazır mısın?" dedim. arzu son göz yaşlarını silerek kafa salladı. "şu ana kadar kiminle çıktın? yani sevgili olarak. listeleyebilir misin?" dedim sanki sorum çok doğalmış gibi. arzu bir anda kızardı. yere bakmaya başladı. sonra da oldukça utangaç bir sesle, "şey... sanırım herkesin böyle düşünmesi normal ama eski sevgilim olamaz çünkü şu ana dek kimseyle çıkmadım ve kimse de çıkma teklifi etmedi." dedi. utanmıştı gerçekten de. bunu bir ayıp olarak görüyordu. kendini çirkin bile görüyor olabilirdi. bu şaşırttı beni. böyle güzel bir kızın sevgilisi olmaması garipti ama bunun üzerinde çok durmadım.

    klişe de olsa ülkemizde genelde böyle şeyleri psikolojisi bozuk bir eski sevgili yapardı ancak o olmadığına göre şunu sordum: "esra'nın sevgilisi var mı?". arzu tekrar ciddileşti. "var. o da okuldan biri. ben de ondan şüphelendim. çünkü onda evin anahtarı var. ara sıra burada kalıyor. esra ile kavga ettim bu sebeple hatta. ısrarla onun öyle bir şey yapmayacağını söylüyor ama tek mantıklı açıklama o. hatta seni çağırmamın sebebi bunu kanıtlaman!" dedi. son sözleri beni yaralamıştı. sonuçta gizemi ben çözecektim. bilinen birinin suçunu ispat etmek görevim değildi. "o kadar emin olma arzu. her şeyden şüphelenmeliyiz. adı ne peki onun ve nasıl bir tepki verdi böyle bir sapığın kendisi olduğu iddia edilince?" diye sordum. arzu da, "nasıl olacak! köpürdü hayvan gibi ve bana dünyanın küfürünü etti. şu an ikisiyle de aram bozuk. gerizekalılar! o olaylardan beri her gece burada kalıyor. adı da ilhan. yönetim bilişim sistemleri bölümünde öğrenci." dedi. hemen not ettim. sorularımı genişlettim. "alt katta kim var?". arzu düşünerek, "üç erkek kalıyor. bizim okulda öğrenciler ama fazla tanımıyorum. sadece ara sıra yardıma çağırırız perde falan takmaları için. sağ olsunlar hiç şikayet etmeden yardım ederler. onun altında da fırını işletenler kalıyor. sence onlar olabilir mi?" dedi merakla. hemen ikna olmuştu bana. ilhan'ı tek suçlu görmüyordu artık. "olabilir. herkes olabilir" dedim derinlere bakarak. biraz düşündükten sonra "hayatında hiç son zamanlarda anormal bir şeyler oldu mu?" diye sordum. arzu düşündü uzunca. sonra da "hayır." diye cevap verdi. hayal kırıklığına uğradım. bu kadar düşünce iyi bir cevap vereceğini sanmıştım.

    veriler çok yetersizdi. ilk işim olmasına rağmen yine de iyi gitmiştim. her şeyi düşünüyor ve not ediyordum. pencereleri kontrol ettim. sağlamdı. kapıları kontrol ettim. sağlamdı. hatta pencerenin dibinde bir bavul vardı. onu bile kontrol etmiştim. ancak kayda değer hiçbir şey yoktu. tam esra'nın odasını kontrol ederken ilhan ile o geldi. hemen arzu'yu kolundan tuttuğum gibi odasına sürükledim. elimle sessiz ol işareti yaptım. "sanırım o dersi bırakacağım" diyerek içeri girdi esra. "imdat!" diye bağırdım. sesim evde yankılanınca ilhan ile esra koşarak odaya girdi. hemen ilhan'ı süzdüm. bingo! boyu videodaki adamla neredeyse aynıydı. videoyu izlerken adamın kafası ile kapının tavanı arasındaki mesafeye dikkat etmiştim. ilhan da şimdi kapının orada duruyordu ve mesafe aynıydı ama yine de kanıt gerekliydi. onlara gülümseyerek, "merhabalar, ben cengiz!" dedim ve el salladım. esra ile ilhan birbirine bakıp, odalarına gittiler. arzu ne yaptığımı anlamıştı. "kısık sesle sence o mu?" diye sordu. "olabilir. boyları neredeyse tutuyor." dedim.

    ilhan top sakallı ve beyaz tenli bir çocuktu. vücut tipiyse yüzücülere benziyordu. uzun boylu değildi ama kalıbı iyiydi. esra ise ona yakışır derece fit bir vücuda sahipti. sarışın ve renkli gözlüydü. ancak uzaktan pek sempatik gözükmüyordu. her an seni yargılayacak bir tipe benziyordu. "arzu şimdilik bu kadar yeter. artık düşünme zamanı. senin için sorun değilse eve gitmek istiyorum." dedim. arzu hemen odasına gidip, cüzdanını çıkardı. "borcum ne kadar?" diye sordu. hemen kızardım. kafamı kaşımaya başladım. bu işi yapmayı çok önceden hayal ediyordum ama karşılığında para alacağım hiç aklıma gelmemişti. arzu'nun cüzdanını görünce ilk defa fark ettim bunu. hemen sırıtmaya başladım. "ödeme için erken daha. olayı çözmeden para almıyorum ayrıca" dedim. kızarmıştım. hemen vedalaşarak kendimi sokağa attım. para işlerinden nefret ediyordum.

    eve vardığımda hemen duşa girdim. düşünmeme yardımcı oluyordu. düşünürken aklımda bir sürü soru geldi. arzu neden özeldi? sapık esra'nın değil de neden arzu'nun peşindeydi? demek ki herhangi bir kızı taciz etmiyordu. belli bir hedefi vardı. aklıma şöyle bir senaryo geldi hemen: ilhan belki esra'yı elde etmişti ama deli gibi arzu'yu düşünüyordu. hatta birkaç kez onu sıkıştırmıştı ama arzu, "olmaz! en iyi arkadaşımın sevgilisisin!" demişti. belki böyle bir şey yaşanmamıştı ama yine de ihtimaller arasındaydı. peki sapık kameranın orada olduğunu nereden biliyordu? o an kafama dank etti. kesin gizli bir kamera vardı odada. hemen duştan çıkıp, arzu'yu aradım. ondan odasını aramasını istedim. arzu sorgulamadan dediğimi yaptı. saatler sonra geri dönüş yaptı. sonuç negatifti. demek ki kamera yoktu. ilginçti bu.

    videoyu tekrar açıp izledim. simsiyahgiyinmesi ve maske takması gayetdoğaldı. aynı zamanda dikkat çekiciydi. apartmandabiri böyle görse hemen durumuanlayabilirdi. maske bu arada scream filmindeki ucuz maskelerdendi. klişe! videoyu sayısız kez izleyip her ayrıntıyı notettim. arzu uyumadan önce oda kapısını kapatmıştı. sapık kapıyı korkmadan açıyordu. arzu'nun uyuduğundan bir şekilde emin gibiydi. oysa ışığı kapalı diye uyuyor diye birkesinlikten söz edemezdik. özellikle de bu kadar cesur bir sapık bundan şüphelenirdi. ancak korkusuz bir şekilde kapıyı açabiliyordu. önce sol adımını atarakiçeri giriyordu. sanırım önemli bir ayrıntı değil bu ama olsun yine de notetmekte fayda vardır. sapık odayı hiç süzmüyordu. ne var diyemerak etmiyordu. çok garip bir sapıktı. en önemli soru; eve nasıl rahatça girebiliyordu? evet,evet! ah aptal kafam! en önemli soruyu sormayı unutmuştum. hemen arzu'yuaradım. "pardon ama ev sahibin kim?" dedim. arzu'nun verdiği cevap şok etkisi yarattı bende: "fırın sahibi aile evsahibim. hatta tüm apartmanasahipler." dedi. işler iyice karışmıştı. potansiyellergittikçe artıyordu. kısa zamanda tüm apartmanı tanımam gerekiyordu.

    bölüm 2

    "uyan cengiz! bir adım bile ileriye gidemedin. uyan artık!" dedi biri. bu sesi duyunca gözlerim sanki bir yerden komut almışcasına açıldı. zihnim hızla çalışmaya başlamıştı. o ses hala kulaklarımdaydı. yatakta sırt üstü öylece yatıyordum ama sesin kaybolması korkusuyla hiç kıpırdamadım. sessizce o sesi duymayı bekledim. "bütün ipuçları önünde. görmüyor musun hala? çok basit bir dava!" dedi aynı ses usulca. hemen doğrularak sesin geldiği yere baktım. odam kapkaranlıktı. tek ışık pencereden geliyordu ve pencerenin önünde bir gölge vardı. ayakta duruyordu. aman allahım! o palto, kalkık yakası ve elindeki pipoyu görünce hemen onun kim olduğunu anladım. "sherlock holmes!" diye haykırdım ve hemen koşarak ışığı açtım. ancak o an gölge yok oldu. sanırım dört kez üst üste sherlock serisini izlemenin zararıydı tüm bunlar. biraz ara versem iyi olacaktı. ama yine de bütün bunlar beni motive etti. hemen çalışma masama oturup, videoyu tekrar izlemeye başladım.

    sapık odaya çekinmeden girebiliyordu. bunun manası şuydu: sapık, arzu'nun uyuduğunu biliyordu. ve bundan tamamen emindi. o yüzden odaya çekinmeden girebildi. ayrıca kameranın yerini de biliyordu. tüm bunlar tek bir sonuca götürüyordu beni. sapık bir şekilde arzu'yu izliyordu. gizli kamera ya da başka bir yöntemle. bunu kesinlikle tespit etmem gerekiyordu. hemen duvarımdaki beyaz tahtaya bunu not düştüm. ilhan ve fırının ismini de yazdım. kesinlikle apartmanı tanımam gerekiyordu. sabaha kadar tavana bakıp düşündüm ama bir gıdım ileri gidemedim.

    zihnim ve hayal gücüm açılsın diye mutfağa gidip kendime olabildiğince acı kahve hazırladım ve tek dikişte hepsini içtim. garip gelecek ama bu teknik bir şekilde işe yarıyordu. sıcak kahve boğazımdan hızla akıp mideme inerken son yaşadıklarım gözümün önünden hızla geçti. ilanları kampüsteki alanlara tek tek asarken tutun da arzu'yu ilk gördüğüm ana kadar tümü hızla gözümden aktı. fakat yine de deva olmadı derdime. tabii sonra pişman oldum çünkü bu mideme bir şekilde zarar vermişti. hissedebiliyordum bunu. asfalt yutmuş gibiydim. kapıya doğru adım atmıştım ki bir eksiğim aklıma geldi. madem tüm apartmanı tanıyacaktım, o zaman vücudumda her an ses kaydetmeye hazır bir sistem olmalıydı. hem verileri depolamak hem de daha sonra işlemek için gerekliydi bu.

    odama gidip hemen yatağın altındaki tozlu ayakkabı kutusunu buldum. tozları yutmayayım diye burnumdan nefes almayı keserek açtım. içinde yüzlerce çöp vardı. kullanmadığım banka kartlarından tutun da promosyon niyetine verilen dandik ürünlere kadar her şeyi bulabilirdiniz burada. hatta sony walkman markalı kaset çalar bile vardı. en sonunda babamın yıllar önce aldığı ama hiçbir zaman kullanmadığı ses kayıt cihazını buldum ve yeni pil takarak çalışıyor mu diye kontrol ettim. kayıt tuşuna basarak, "ne yapıp edip bu davayı çözeceğim! çünkü benim ismim cengiz dorum!" dedim. kaydın durması için aynı tuşa tekrar bastım ve oynatma tuşuna bastım. ses mükemmel şekilde kaydedilmişti. artık hazırdım.

    hava iyice aydınlanınca okula gittim. dersler baya uzun sürmüştü. dersler bittikten sonra yemekhaneye gittim. gece baya uzun geçecekti. bundan emindim. bu yüzden karnımı iyi doyurmam gerekiyordu ama orada beni sürpriz bekliyordu. esra ile ilhan kuytu bir köşede oturup, hararetli bir şekilde tartışıyorlardı. bu tartışma sevgili kavgasından ziyade bir planlarının suya düşmesine benziyordu. çok şüpheli gözüküyorlardı. ikisinin de suratı asıktı ama birbirlerine kırılmadıkları belliydi. bambaşka bir şeye üzülmüşlerdi. düşünmeye başladım. eğer bu ikisi tüm olanları planladıysa ne çıkarları olabilirdi? bu tür beyin fırtınaları her zaman yararlı olurdu. aklıma hemen gülyabani filmi geldi. orada ev sahiplerini korkutmak için oyun oynuyorlardı. belki esra ile ilhan'da o evi istiyordu ama eve ilk çıkan arzu olduğu için bir türlü bunu başaramamışlardı. belki de onu korkutup, o eve sahip olacaklardı. bu kadar basit olabilir miydi? sherlock bana bunu mu demek istiyordu acaba? hemen dua ettim bu kadar basit olmasın diye. sonra da ne konuştuklarını duyabilmek için çaktırmadan yanlarına süzüldüm.

    lanet olsun! neden sherlock'un giydiği paltolardan birini değil de şişme bir mont giyiyordum ki! hem de sarı lacivertti. dikkat çekmek için bundan daha iyisi olamazdı. bursum yatınca hemen onlardan birini almalıydım. dikkat çekmek için var olan montumu daha etkisiz hale getirmek için iç cebimden tepesinde uzunca ipe asılı yün topu olan beremi çıkartıp giydim.

    ne çok hızlı ne de çok yavaş hareket ederek onların tam arkalarına oturdum. cebimdeki ses kayıt cihazını çalıştırdım. sonra da kafamı masaya koyarak uyuyormuş numarası yaptım. yemekhane geç saatlere kadar açık olduğundan bazıları buraya uyumaya gelirdi. dikkat çekmeyeceğim aşikardı. kulaklarımı kabartarak onları dinlemeye başladım. esra, "arzu'nun bu tavırları beni sinir ediyor. hatta biliyor musun tüm bu onların onun hoşuna gittiğini düşünüyorum. kesin kendini önemli biri gibi hissediyordur." dedi sinirli bir şekilde. ilhan da "aynen tatlım. o kıza cidden kanın ısınmadı. sürekli bir şeylerin peşinde gibi." diyerek onu onayladı. esra'nın duracak gibi bir hali yoktu. öfkesini buradan hissedebilmek mümkündü. "ben de bundan bahsediyorum tam olarak! en önemlisi sana anahtar verdiğim için sana bu muameleyi yapamaz. biliyorsun yedek anahtarını apartmanda düşüren kendisi. belki de başka biri bulmuş ve o yapıyordur tüm bunları!" dedi. ilhan ses çıkarmadı bu kez. "salak işte! neyse benim kütüphaneye gitmem lazım. sunum hazırlamam gerekiyor bu akşama kadar." dedi ve hemen oradan kalkıp gitti. ilhan da onu takip etti.

    yanılmıştım. gayet normallerdi. peki ya beni görüp, bu konuşmayı tasarladıysalar? emin olamazdım. ayrıca arzu cidden bir anahtar kaybetmiş ve bana bunu söylememiş olabilir miydi? hemen onu aradım ve "sen anahtar mı düşürdün?" dedim. arzu şaşırmış bir şekilde, "sen nereden biliyorsun?" dedi. cevap vermeden suratına kapattım. bu kadar önemli şeyi nasıl olur da bana söylemezdi? bütün apartman hatta bütün türkiye'ye olabilirdi şimdi. allah bilir kim bulmuştu o anahtarı.

    hemen fırına doğru yola koyuldum. saat on olunca fırıncı, dükkanı kapatır ve evine çıkardı. bunu araştırmıştım. saat şu an onu kırk geçiyordu. tahmin ettiğim gibi fırın çoktan kapanmıştı. planım hazırdı. apartmanın ilk dairesinin zilini çaldım. cebimdeki ses kayıt cihazını çalıştırdım. yarım dakika sonra biri otomatiğe bastı. hızlıca yukarı çıktım ve ilk dairenin önünde bekledim. kapıyı yaşlı bir teyze açmıştı. elli beş ya da atmış yaşlarında vardı. saçları bembeyazdı. koyu yeşil kıyafet giyiyordu. güler yüzlüydü. beni görünce daha da gülerek, "buyur evladım!" dedi. "merhaba teyzecim. sizinle özel bir şey konuşmak istiyorum." dedim ve hemen arkama baktıktan sonra, "ama çok özel bir şey. o yüzden evinize girebilir miyim?" diye fısıldadım. teyze heyecanlanmıştı. "tabii tabii!" dedi. beni içeri buyur ettikten sonra, "hasan! bora!" diye bağırdı. hemen kapıya yaşlı bir adam koşmuştu. tanımıştım onu. fırıncıydı. fırında giydiği beyaz kıyafetlerden kurtulmuş ve ikinci sınıf eşofman giyiyordu. hem teyzenin hem de amcanın boyları o kadar kısaydı ki anında şüpheli listesinden eledim onları.

    "hasan bak bu oğlan bizimle özel bir şey konuşacakmış. galiba çok mühim." dedi. hasan amca da meraklanmıştı. sonunda bora da odaya geldi. efendi bir tipe benzeyen gençti. çekingen birine benziyordu. yüzünde pek kıl yoktu. köse gibiydi. acaba ailenin gerçek bir üyesi miydi yoksa besleme gibi bir şey miydi? neden böyle bir şey aklıma geldi bilmiyorum ama sorunun cevabını da tahmin edemedim. "nedir evladım bu kadar mühim olan? sakın evde ekmek kalmadı deme, öldürürüm!" diye kahkaha attı. teyze de ben de yalandan güldük uzunca ama bora bana gülmeden bakıyordu. boyunu çaktırmadan ölçtüm kapıya oranlayarak. o olabilirdi. hemen şüpheli listeme ekledim. "oturabilirsek size hemen göstereceğim" dedim kararlı bir sesle.

    hepsi ciddileşmişti. bora hariç. o zaten baştan ciddiydi. oturunca hemen telefonu çıkarıp, arzu'nun bana yolladığı videoyu onlara izlettim ve durumu açıkladım. "gördüğünüz gibi kiracılarınızdan biri tehlikede!" dedim. hepsi bembeyaz kesilmişti. özellikle de bora. hayır, geldiğimden beri bora'ya takmamıştım. tarafsız davranıyordum ve o gerçekten çok şüpheli davranıyordu. "vah vah! polise haber vermişler mi?" dedi teyze hemen. "evet ama sonuç alamadılar" dedim. amca da şok olmuştu. "görüyor musun olanları!" diye dizine vuruyordu. bora ise bembeyaz kesilmişti. ona gözlerimi kaçırmadan bakmaya başladım. sonra öldürücü soruyu sordum. "o sapık içinizden biri olabilir mi?".

    hepsi şaşırdı bu soruma. kozumu doğrudan öne sürmek ve sapığın kendini ele vermesini bekliyordum. "ne münasebet!" diye çıkıştı hasan amca. ben de hemen açıkladım. "arzu yedek ev anahtarını apartmanda düşürmüş. onu bulan bu apartman biri olabilir! içinizden biri bu genç kızı rahatsız etmiş olabilir." dedim. ortam gerilmişti. bora hiçbir şey demeden odasına gitti. "oğlum bak seni eve davet ettik. böyle konuşman hiç hoş değil" dedi. kafa salladım. bora hariç herkes olağan tepki vermişti. tam açıklama yapacaktım ki nefesim kesildi. bora videodaki gibi simsiyah bir sweat shirt giyerek ve siyaha yakın montunu alarak evden çıktı. ağzım açık kaldı.

    "teyze ve amca bilemiyorum. ama bilin ki bu işin peşindeyim!" dedim ve evden çıktım. arkamdan söylenmeye başlamışlardı. ne dedikleri pek anlayamadım. göz ucuyla merdiven boşluğunu süzdüm ancak şüpheli çoktan kaybolmuştu. bora ne de gizemli birisi! o olabilir miydi? daha ne olsun! sweat shirt ondaydı işte! dünyada tek bir tane yok değil mi? evet ama aynı apartmanda olması garip değil mi? hmmmm. kendi kendime konuşmayı bırakıp kısa sürede kendime dr. watson gibi arkadaş bulmam gerektiğine karar verdim. böylece kendi kendime konuşmayı kesmiş olurdum. bora büyük ihtimalle aşağı inmiş ve bir yerlerden köşeyi dönmüştür. peşinden gitmeyi hiç düşünmedim. onun yerine planıma devam etmeye karar verdim.

    ikinci kata çıktım. önü çöp dolu kapıyı çaldım. kıvırcık saçlı ve giydiği her şey bir beden büyük olan rapçi biri açtı kapıyı. "evet, abi?" dedi gözlerini ovarak. kesin saatlerdir bilgisayarda takılıyordu. büyük ihtimalle de insanların saatleri çalan online oyunlardan birini oynuyordu. "herkes evde mi?" diye bağırdım ve paldır küldür içeri girdim. kıvırcık hemen kendine gelip peşimden koşmaya başladı. evi resmen tuvaletteki o kahverengi şey götürüyordu. bira şişeleri, cips poşetleri ve apış arası kokusu her yeri sarmıştı. kusasım geldi. bunu da belli etmeden içinde iki yatak olan odada tur atmaya başladım. "diğerleri nerede? çabuk onları da çağır!" diye emir verdim. kıvırcık şaşırıp, hemen öbür odaya gitti. sesini duyabiliyordum. "abi delinin biri var bizim odada!" dedi. sinirlenmedim. ne de olsa hepsi oyundu. saçını üçe vurdurmuş bir tip ile devada gözlük takan eleman hemen bulunduğum odaya geldi. peşinden de kapıyı açan kıvırcık geldi.

    üçü de bana bakıyordu. "söyleyin hanginiz yaptı?" diye sordum yüksek sesle. "neyi?" dedi gözlüklü sakince. ona dik dik baktım. "adın ne senin?" dedim. gözlüklü önce tereddüt etti ama sonra cevap verdi: "görkem". cevabı aldıktan sonra, "üst komşuyu kim taciz etti? sivil polisim ben ve bu konuyu araştırıyorum." diye yalan söyledim. üçü de birbirine baktı. anlam veremeyişlerini ve mimiklerini inceledim. sonra da boylarına baktım. ne kadar şansızsam artık üçü de aynı boydaydı. pes ederek cebimden telefonu çıkartıp, arzu'nun bana yolladığı videoyu onlara izlettim.

    çok da etkilenmeden videoyu izlediler ve sonra da "bizim yaptığımızı nereden çıkardın?" dedi saçı üçe vurulmuş küstah tip. "senin adın ne?" diye not defterimi çıkardım ve ona da dik dik baktım. heyecanlanmıştı. "adım ufuk." dedi. diğer ikisi çıt bile çıkarmadı. kıvırcık, "polis bey, sen sormadan adımı söylemek istiyorum. kemal." dedi. gülesim geldi ama gülmeden onlara durumu açıkladım. anahtar olayından tut da diğer kalan tüm detayları anlattım. üçü de şapşal şapşal bana bakıyordu. en sonunda kemal, "ben yapmadım! şu dünyada tek sevdiğim şey league of legends adlı bilgisayar oyunu ve amerikan futbolu. bunlar yeter bana!" dedi. diğerleri de ona bakıp, sonra da "ben de abi. ne işim var? manyak mıyım? kız mı yok bize?" gibisinden laflar ettiler. fazla bilgi koparamamıştım. bu nedenle kafamda daha da sorular üretiyordum ki birden çığlık sesi yükseldi apartmanda. üst kattan geliyordu. arzu'nun sesiydi bu. üçlü korkuyla bana baktı. sanırım sahte sivil polis olarak harekete geçmem gerekiyordu. hemen koşarak üst katta çıktım.

    kapı ardına kadar açıktı. içeri daldım. arzu ağlıyordu. yerde ise bora yatıyordu. beni görünce arzu hemen bana sarıldı. oh mis gibi. yumuşacık. boynu çok tahrik ediciydi. boynunda azıcık da boya vardı. sapık sanırım sadece kollarına değil boynuna da sürmüştü. ben olsam ben de boynuna sürerdim çünkü tek kelime ile enfesti. dikkati toplamaya çalışarak olanları dinlemeye başladım. arzu, "eve zorla girmeye çalıştı. ret edilince zor kullandı. ben de kafasına ipad ile vurdum. sonra da bayıldı." dedi ağlayarak. yere eğilerek nabzını kontrol ettim bora'nın. yaşıyordu. zaten ipad ile bir insanın öldüğü görülmemişti. ayağa kalktığımda alt kattakilerin de geldiğini gördüm. "oha n'olmuş lan?" diyordu görkem. hasan amca ile adını hala bilmediğim teyze de koşarak gelmişti. çığlığı duymuş olmalıydılar. bora'yı görünce çığlık atıp, hemen onunla ilgilenmeye başladılar. ben de arzu'nun anlattıklarını tekrarladım onlara. hasan amca kızmıştı. teyze ise elini ağzına götürmüştü. yüzüne su dökmeye başladılar.

    bora yavaş yavaş kendine geliyordu. demek bora'ymış. sapık ayılınca etrafa şaşkın ördekler gibi baktı. hasan amca önce bora'ya sıkı bir tokat attı. sonra da küfür etmeye başladı. bora ne olduğunu anlayamaya çalışırken amca ile teyze oğlanı götürdü söylene söylene. peşlerinden gidecektim ancak olay çözüldüğüne göre sonra da hesaplaşabilirdik. ne de olsa apartmanı ve fırını bırakıp kaçamazlardı. kıvırcık ve takımıyla birbirimize bakışmaya başladığımız an hızla ve tek bir laf etmeden evden ayrıldılar. benden özür bekliyorlardı belki de ama polisler asla özür dilemez. bunu öğrenemediyseler yapılacak bir şey yoktu.

    arzu sakinleşmişti. ancak hala hızlı ve sık nefes alıyordu. onu rahatlatmak için, "sanırım sapığının kim olduğunu bulduk. aynı sweat shirt ve eve saldırı!" dedim kendimden emin şekilde. arzu kafasını hayır manasında salladı. sonra da "o olamaz!" dedi. şaşırdım. "neden?" diye sordum. arzu nefes aldı derince. "onu ret ettikten sonra kapıyı kapatmaya çalıştım ama o kapıyı zorla açık tutmaya ve içeriye girmeye çalışınca panikledim. şu sapık beni iyice gerdi. son günlerde pek kendimde değilim. bu yüzden panikleyerek hemen odama kaçtım. ama o hemen peşimden gelmedi. yanlışlıkla esra'nın odasına gitti beni orada sanarak. odaları karıştırmıştı ve doğru odayı bulması zaman aldı. eğer sapık o olsaydı anında odama gelirdi çünkü yerini biliyor değil mi? ancak o eve ilk defa gelmiş gibiydi." dedi.

    ilginç. hem o hem o değil. kafam karıştı. kulaklarımda sherlock'un kahkahası çınladı. "emin misin arzu? her şey onu gösteriyor" dedim aptallık ederek. arzu ise, "kapıyı dakikalarca çaldı. sapık o olsaydı eve önceden nasıl girdiyse, yine o şekilde girer ve ben film izlerken odamda karşıma dikilirdi. yani kapıyı çalmazdı. hem sen dememiş miydin her şeyden şüphelenmeliyiz diye. hemen sonuca gitmemelisin. işin bu değil mi?" dedi. kızardım. pek dedektif gibi davranmıyordum. arzu haklıydı. eğer sapık bora olsaydı kapıyı çalmazdı. ne yapacağımı bilmiyordum. bocaladığımı hissetmeye başladım ve hiçbir şey demeden evden çıktım. sonra uzun süre dış kapıda bekledim. kendimi kötü hissediyordum. içime korku düştü. ya bu davayı çözemezsem? ya doğuştan yetenekli değilsem. ya sadece delirdiysem? bunun gibi tonlarca soruyu tek tek kendime sorarak karşı binadaki ışığı yanmayan pencereye saatlerce baktım. kendime geldiğimde üşüdüğümü fark ettim ve eve doğru yol aldım.

    bölüm 3

    yatakta çırılçıplak yatmak genelde adetim değildir ama o gün moralim oldukça bozuktu. yine inanmayacaksınız ama ne zaman üzgün olsam yatakta çırılçıplak yatarım ve bu da oldukça iyi gelir. hem arzu'nun bana dedektiflik dersi vermesi hem de davada ilerleyemeyişim beni oldukça üzdü; işe olan ilgilim azaldı. belki derslerime yoğunlaşarak iyi bir bilgisayar mühendisi olmalıydım. biraz düşündükten sonra bu iyi fikir gibi geldi ve giyinmek için pantolonu aradım. neredeyse yatağın altında kaçmıştı. zar zor çekerek giymeye çalıştığımda biri, "ne yapıp edip bu davayı çözeceğim! çünkü benim ismim cengiz dorum!" dedi. bir an korktum ancak ses bana aitti. bunu fark edince rahatladım.

    pantolonumun cebinde kalan ses kayıt cihazı çalışmıştı. ses de oradan gelmişti. kendi sesimden bunu duyunca öylece dona kaldım. pantolonu giymekten vazgeçtim. ders çalışmaktan da vazgeçtim. hatta bilgisayar mühendisi de olmak istemiyordum. cengiz dorum olarak ülkenin en iyi dedektifi olacaktım. ve hiçbir şey beni bundan alıkoyamazdı. bunlar beynimden geçer geçmez gaza geldim. çırılçıplak şekilde ayağa fırladım. ne yapacağımı bilmiyordum ama bir şey yapmam gerekiyordu. ben de koltuk altımı kokladım. öğğ! leş gibi kokuyordu. hemen duş almalıydım. kendimi banyoya attım.

    su başımdan aşağıya usulca akarken olanları düşünmeye başladım. bora zorla eve girmişti. ilk sormam gereken soru o şu olmalıydı; bora neden böyle bir şey yaptı? eğer o sapık değilse neden saldırgan hareketlerde bulundu. ikinci soru ise videodaki sweat shirt'ün aynısı neden bora'daydı? üstelik hala sapığın bora olmadığını varsayıyorduk. peki tüm bunlar olmasına rağmen bora neden sapık değildi? neden onun sapık olduğu sonucuna gidemiyordum? çünkü arzu'nun da dediği gibi eve o sapık gibi gizlice girmedi. ayrıca eve girdiği an kızın odasını da bulamadı. eve tamamen yabancıydı. madem o sapık değilse neden eve zorla girmeye çalışmıştı? sorular, sorular ve sorular!

    bu sorunun cevabına yine bora'dan alabilirdim. en iyisi ona direkt sormak olacaktı. bunu karar verdikten sonra banyodan çıktım ve her zamanki gibi bir külot, kot pantolon, tişört ve şişme montumu giyerek evden çıktım. evet, fark ettiğiniz gibi asla atlet ve çorap giymem. kazak ya da hırka gibi kalın kıyafetler de giymem. nedense çok çabuk ısınır ve kaşınmaya başlarım. bu nedenle hem bu kombini kullanıyorum. yazın mont giymem ve converse giyerim. kışın ise mont giyerim ve converse yerine ise new balance giyerim. neden böyle bilmiyorum ama kendimi bildiğimden beri bu şekilde giyiniyorum. ayrıca sadece iki kot pantolonum var. biri kirliyken diğerini giyerim. tüm tişörtlerim ise beyaz ve v yakalıdır. sanırım neden arkadaşım olmadığını anlamaya başladım.

    giyinip dışarı çıkar çıkmaz gün fırın'a gittim. içerisi diğer günlere göre sakindi. içeri adım atar atmaz hala ismini bilmediğim teyze ile hasan amca bana kızgın bir şekilde baktı. aynı zamanda gerilmişlerdi. teyze elindeki tepsiyi düşürdü. hasan amca da agresif bir şekilde ekmekleri tezgaha dizmeye başladı. bora da beni gördü ama görmemezlikten geliyordu. süpürge ile yerleri süpürmeye devam etti. arzu onun masum olduğunu sadece bana söylemişti. bu nedenle hala bora'ya, sanki o sapıkmış muamelesi yapabilirdim. onlar bana tepki verene kadar içeriyi incelemeye, fotoğraf çekmeye ve orayı burayı koklamaya başladım. tüm bunlar hasam amca'yı rahatsız etmiş olmalı ki, "kaç ekmek istemiştiniz?" diye sordu bana. bora yeri süpürmeyi bıraktı. teyze de hemen arkasını döndü.

    kahkaha attım. hem de oldukça sinir bozucu bir şekilde kahkaha attım. herkes iki kat gerildi. "buraya ekmek almaya gelmediğimi siz de biliyorsunuz. sapığın peşindeyim. hatırlıyorsunuz değil mi?" dedim. hasan amca kızardı. tam bir şey diyecekken bora hızla kolumu tuttu ve "dışarıda konuşalım!" dedi. sesi sakindi. bu beni şaşırttı. "peki" dedim ve yaşlı çifti geride bırakarak dışarı çıktık. dükkanın önünde insanlar geçtiğinden dolayı köşeyi dönüp hemen trafonun orada durduk. "dedektif misin nesin bilmiyorum ama şunu bil! arzu'nun sapığı ben değilim. onu asla korkutmam. hatta ona zarar gelmemesi için elimden geleni yaparım" dedi ve cebindeki sigara paketinden bir dal alıp, duman tüttürmeye başladı. sigaradan nefret ederdim. hemen bir geri adım attım.

    "madem onu bu kadar düşünüyorsan neden dün evine zorla girmeye çalıştın?" diye sordum. bora sinirlenmişti. "dedim ya ona zarar gelmemesi için elimden geleni yaparım. öyle tehlikeli bir sapığının arzu'nun peşinde olduğunu öğrenince korktum. sonra ona yardım etmek için evine gittim ama o çok paniklemişti. ne yapacağını şaşırdı. bağırdı, çağırdı. sonra da içeriye kaçtı. sakinleştirmek için peşinden koştum. sonrasını da hatırlamıyorum." dedi. yalan söylüyor gibi değildi. gerçekten inandırıcıydı. eğer sapık bora ise onu sonradan tebrik etmem gerekecekti. hemen bunu not ettim. "neden esra'yı değil de arzu'yu korumaya çalışıyorsun? yoksa onu seviyor musun?" diye sordum. bora sigarasını yere attı. "evet, bunda bir yanlış mı var? benim sevmeye hakkım yok mu? illa üniversite öğrencisi mi olmam gerekiyor?" diye sitem etti. sonra konuşmanın bittiğini işaret ederek dükkana doğru yürümeye başladı. peşinden gitmedim. daha fazla sıkıştırmak yarardan çok zarar getirebilirdi.

    demek bora, arzu'ya aşıktı. bunu arzu'yla konuşmam gerekiyordu. hızla apartmana girdim. en üst kata çıkıyordum ki ikinci katta burak ile karşılaştım. çöp bırakıyordu kapıya. beni görünce gelirdi ama yine de selam verdi. ben de selam vererek üst kata çıktım. kapıyı çaldığımda kapıyı arzu değil, esra açtı. ter içindeydi. nefes nefese kalmıştı. giyinik olduğuna göre spor yapıyor olmalıydı. "arzu evde mi?" diye sordum nazik bir şekilde. esra konuşmak yerine hayır manasında kafasını salladı. "peki seninle konuşabilir miyim?" diye sordum çünkü arzu'nun eve gelmesini beklemek zaman kaybı olurdu. onun yerine esra'dan bilgi alabilirdim. esra şaşırdı. baştan aşağı beni dikkatlice süzdükten sonra, "tamam. gel içeri!" dedi. sanırım beni beğenmişti.

    her zaman gittiğim arzu'nun odası bu kez kapalıydı. arzu sanırım evden ayrıldığında odasının kapısını kitliyordu. esra'nın odasına gitmiştik. oldukça dağınıktı. her yerde eşya ve kitap vardı. neden ter içinde olduğu da belliydi çünkü odanın tam ortasında pilates topu vardı. topun üstünde denediği hareketleri merak ettim. arzu ne kadar düzenliyse esra ise o kadar dağınıktı. ayrıca işlenmemiş ağaçtan yapılma mobilyaları vardı. ben odasını süzerken o ise beni süzüyordu. "sen kimsin yahu? arzu'yla ne işin var?" diye sordu. "sevgilisiyim" diye yalan söyledim. esra kahkaha attı. "yok artık! asla inanmam!" dedi. alınmıştım. "neden? çok mu çirkinim?" diye sordum. esra hemen, "saçmalama! arzu'yu tanısan neden böyle söylediğimi anlarsın. ayrıca senin gibi tatlı erkek pek yok kampüste." dedi. kızardım. kan dolaşımım hızlandı. beynime daha az kan gitmeye başlayınca hemen kendimi zorlayarak, "yakaladın beni. özel dedektifim ben. şu sapık olayı çözmeye çalışıyorum." dedim. esra boş boş bana baktı ve sonra bastı kahkahayı. "şaka yapıyorsun? yoksa sen ilanı her yerde olan meşhur cengiz dorum musun?" diye sordu. şaşırdım. "meşhur olduğumum söylenemez ama evet cengiz dorum benim" dedim. esra hala gülüyordu. "okulda herkes senin hakkında konuşuyor ama pek iyi yönde olduğunu söylenemez. sen gerçekten özel dedektifsin o zaman." dedi. kafa salladım. "ne zamandır bu işi yapıyorsun? neler çözdün?" gibi sorular sormaya başladı. hepsine sabırla cevap verdim.

    "çok heyecanlandım! ne soracaksın bana?" diye konuya geldi nihayet. herkese yaptığım gibi ona doğrudan sordum: "her şeyi sen mi tezgahladın ilhanla?". esra, "hayır. ben asla öyle bir şey yapmam. ilhan da yapmaz!" dedi kendinden emin bir şekilde. nedense bu beni rahatsız etti. "nasıl bu kadar emin olabiliyorsun ki?" diye sordum. "çünkü ilhan ondan hiç haz etmez. en başından beri arzu sevgilime soğuk davranıyor. evde görünce selam vermiyor. hatta onun eve gelmesini bile istememişti." dedi. ben de, "belki ilhan bu yüzden uğraşıyordur. bir şekilde intikam aldığını düşünüyordur. ayrıca arzu neden ilhan'a bu kadar tepkili olsun ki? sence de bu garip değil mi? ikisinin bilmediğimiz bir geçmişi olabilir mi?" diye sordum. esra'nın rengi değişti. dediklerim aklına yatmıştı. "bilmiyorum ya! belki de sapık ilhandır! ama aralarında ne var cidden bilmiyorum. arzu çok normal biri sayılmaz. okulda da pek sevilmiyor. hatta ev kiracımız olan nalan teyze bile onunla değil de benimle konuşmayı tercih eder kira meselelerinde filan. " dedi. en sonunda o teyzenin ismini öğrenmiştim. "çok huysuz, çok pimpirikli ve kendi çıkarı için herkesi satar. parasıyla da her şeyi halledebileceğini düşünür. ailesi oldukça varlıklı. özel dedektif bile tutmuş" diye sesli bir şekilde kendi kendine söylenmeye başladı. sonra aniden gözleri parladı. "doğru ya! sapık ilhan olamaz! tüm bütün bunlar olurken o yüzme yarışması için ankara'ya gitmişti. facebook'ta fotoğrafları bile var" dedi. sonra da telefonundan bana fotoğrafları gösterdi. haklıydı. fotoğraflar sahte değilse ilhan olamazdı sapık.

    "o zaman dün hakkında ne düşünüyorsun?" diye sordum. esra hemen kendine geldi. "bora olayını mı kast ediyorsun?" dedi gülerek. esra dedikoduları seviyordu. "hiç şaşırmadım cengiz! olacağı buydu" dedi göz kapaklarını garip bir şekilde hareket ettirerek. "ne demek istiyorsun?" diye sordum. esra şaşırmış numarası yaptı. "aaa! sakın bilmiyorum deme. bora bizimkisine aşık. her hafta düzenli olarak çıkma teklifi eder. hatta bora, arzu ile kafayı bozmuş. sırf onun için üniversite sınavlarına bile hazırlanıyor. oysa dört tane evleri var. ne gerek var okumaya!" dedi. nefesim kesildi. arzu bana yalan söylemişti. hiç çıkma teklifi almadığını söylemişti. esra'nın verdiği bilgiye göre ise bu tamamen yalandı. bora'nın platonik bir aşık olduğunu düşünmüştüm ama yanılmıştım. çoktan arzu'ya çıkma teklifi etmişti. arzu resmen bana yalan söylemişti. peki neden yalan söylemişti?

    esra, "cengiz yine bu konuları konuşalım ama benim çıkmam lazım. dünya kadar ödevim var. kütüphaneye gideceğim" dedi. bunun üzerine teşekkür edip, evden ayrıldım. acilen arzu'yu bulmam gerekiyordu. böyle bir şeyin benden neden sakladığını öğrenmem gerekiyordu. telefondan hemen onu aradım ancak açmadı. büyük ihtimalle telefonu sessizdeydi. derste ya da kütüphanede ders çalışıyor olabilirdi. bundan yola çıkarak kampüse gittim. belki arzu'yla karşılaşırım diye kütüphaneye gittim ancak orada da değildi ya da ben görmedim. çalışabileceği diğer salonları da gezdim ancak hiçbir yerde yoktu. dolaşmaya devam ettim.

    kantine girdiğimde yine onu göremedim. onun yerine kitap okuyan kızlar, tost yiyen şişmanlar, sevgilisine sarılan çiftler ve kalabalık erkek grupları vardı. hatta üç tane erkek sol köşede sinsi sinsi konuşuyordu. ne konuştuklarını merak etmiştim ki nefesim kesildi! bu üçlü erkek ilhan ve ikinci kattaki öğrenci çocuklardı. kemal yoktu. görkem ve ufuk vardı onun yerine. kafalarını öne eğmiş ve duyulmayacak derecede bir şeyler konuşuyorlardı. kesin arzu hakkındaydı. önceden yemekhanede denediğim taktiği denemek istedim ancak etrafı gözlemliyorlardı. yanlarına yaklaşmam imkansızdı.

    bu problemi nasıl çözeceğimi düşünürken zekam anında bir çözüm üretti. cebimdeki ses kayıt cihazını çalıştırdım ve fayans üzerine koyarak tekme ile onu tam onların oturduğu masaya doğru savurdum. hızla gidip orada bir yerde durdu. oradan harika derecede ses kaydı alabilirdi. onların cihazı fark etmemesi için dua ederek kendime salep ısmarladım ve dikkat çekmeyecek bir noktada bekleyeme başladım. dakikalar sonra ayağa kalktılar ve kantinden ayrıldılar. içimden ona kadar geri saydım ama boşalan masayı kapmak için hızla ilerleyen kızları geçerek cihazı aldım. kızlardan biri, "ama biz önce gelmiştik!" diye hayıflandı. "merak etmeyin. sadece düşürdüğüm bir şeyi almak için masaya koştum yoksa oturmaya niyetim yok" dedim. bunu duyunca sevindiler ve masaya hemen oturdular sanki arkalarında birileri fırsat kolluyormuşçasına.

    ses kaydını dinlemek için sabırsızlanıyordum ancak kantin oldukça gürültülüydü. daha sessiz bir ortama gitmeliydim. kantinden çıktım ve hemen yanındaki derslik binasına girdim. boş sınıf arıyordum. çoğu doluydu. dört beş tahta formüllerle dolmuştu bile. insanlar ara vermeden çalışıyordu. bunu fark edince az da olsa vicdan azabı çektim çünkü bu vaka yüzünden ders çalışmaya ara vermiştim. nihayet en üst katta küçük bir sınıfı boş olarak buldum. hemen içeri girip, cihazı çalıştırdım.

    "ne yani şu herif şimdi sivil polis değil mi? ama bize öyle dedi" diyordu bir ses. üç öğrenciden birinin sesiydi. büyük ihtimalle görkem'in sesiydi. "esra ile konuşmuş. bana mesaj attı. hani şu okuldaki dedektif ilanları var ya işte oradaki kişi bu. ne yetkisi var ne de tecrübesi, öylesine biri" dedi ilhan. esra anında yetiştirmişti konuşmamızı. kızdım. ama tam olarak neye kızdığımı bilmiyordum. konuşma devam ediyordu. "vay hayvan vay! evimize girdi zorla." dedi içlerinden biri. birkaç küfür havada uçuştu. "bence o sapık o çocuk! kesin dedektifçilik oynayacağım diye kendisi yaptı tüm bunları. zaten kafası uçmuş biraz. hangi aklı başında insan böyle bir şeyle uğraşabilir ki!" dedi ilhan. diğerleri de hak vermişti. "bence bir güzel dövelim onu!" dedi ufuk. sesini tanımıştım. oldukça öfkeli çıkmıştı sesi. diğerleri hak verdi. konuşmanın devamı kayda değer değildi. sadece üçü ortak ders almıştı ve şimdi ona gitmeleri gerekiyordu. ders saati geldiği için kantinden ayrılmışlardı. tehlike içindeydim. ancak iki yıldır yakın dövüş sanatları eğitimi aldığım için korkmuyordum.

    ilhan sapık olabilirdi. artık buna inanıyordum yoksa neden onlarla buluşup, onları tahrik etsin ki? ne çıkarı olabilirdi ki? arzu'yu bulmam gerekiyordu. daha çok bilgiye ihtiyacım vardı ve o ortada yoktu. evine gitmek için hızla yola koyuldum. apartmana geldiğimde fırının dolu olduğun gördüm. nalan teyze, hasan amca ve bora deli gibi müşterilere ürünler yetiştirmeye çalışıyordu. zili çaldım. kimse açmadı. arzu ve esra dönmemişlerdi. ben de ikinci katın zilini kullandım. "kim o?" dedi kemal. "görkem" diye yalan söyledim. hemen kapıyı açtı.

    posta kutusunun dağıldığını gördüm. onlarca zarf yere düşmüştü. ama içlerinden bir tanesi hemen ayağımın dibindeydi. posta kutusuna geri koymak için zarfı elime aldığımda kemal hapboldu'ya ait olduğunu gördüm. avukatlık bürosu'ndan geliyordu. hemen zarfı açtım. "sayın kemal hapboldu, bankaya olan 10,345,222 lira kredi kartı borcunuz ödenmiştir" yazıyordu. borcu yoktur kağıdıydı bu. bir öğrencinin nasıl bu kadar borcu olabilirdi ki? oldukça garip bir durumdu. zarfı inceleme devam ederken apartmanda bir gürültü duydum. ağır bir cismin düşme sesiydi. işin ilginç yanı ses bodrum katından gelmişti. zarfı hemen cebine atıp, bodruma doğru ilerlemeye başladım.

    sesin bodrum katından geldiğinden emindim. merdivenlere yaklaşınca kapının her zamanki gibi kapalı olduğunu gördüm. yine de kapıya yaklaştım. anında yıllardır biriken tozu ve beraberinde rutubeti hissettim. kapıyı yokladığımda kapının kitli olmadığını gördüm. şaşırdım. oysa diğer günler kitliydi. bordum katında hiç pencere yoktu. bu nedenle kapkaranlıktı. içeriyi aydınlatacak ışık sistemi var mı yok muydu emin değildim. ben de telefonumun flaş ışığını açıp, içeri daldım.

    oldukça kalabalıktı. sürekli bir şeylere çarpıp duruyordum. ışıkla görebildiğim kadarıyla, paslanmış bisiklet, her yer yırtılmış kanepe, rengi solmuş perde ve ıslak bir bavul vardı. duvarlar ise örümcek ağıyla dolmuştu. bir dakika! ıslak bavul mu? hemen ışığı bavula tuttum ve iyice bakmaya başladım. donup kaldım o an. nefes alamıyordum. kalp atışlarım hiç olmadığı kadar hızlı atıyordu. bavul kanla ıslanmıştı. hatta yer tamamen kanla doluydu. bavulun şişkinliğine bakılacak olursa içinde bir ceset vardı. bavuldan kan şıp şıp akıyordu. midem bulandı. hemen dışarı kaçtım.

    gün fırın'ın önünde zar zor nefes alıyordum. hala midem bulanıyordu. biri ölmüştü. hayır, daha doğrusu biri öldürülmüştü. apartmanda bir ceset vardı. derin bir nefes aldım ve polisi aradım. "cinayet ihbarında bulunmak istiyorum. bir cesetle karşılaştım. gün apartmanı" dedim. polis her an gelebilirdi. buna rağmen sanki ben öldürmüşüm gibi suçlulukla orada bekledim. cesedi düşündüm. yerdeki kanlar gözümün önüne geldi. emin değildim ama ceset arzu'ya ait olabilirdi. bu aklıma geldiği an yolun ortasına kustum.

    bölüm 4

    şoktaydım. her şey o kadar gölgeler içindeydi ki neler yaşandığını takip edemiyordum. ben sadece gün fırın'ın tam karşısında öylece duruyordum. birileri yanıma geldi. sarıldı. sarstı. bağırdı. elimi tuttu. ama hepsi sadece gölgeydi benim için o an. polisi görünce kendime geldim. onlarca soru sorduktan sonra bodrumu mühürlediler. olay inceleme takımı çoktan gelmişti. sessiz bir şekilde onları izlemeye başladım. "umarım o kişi arzu değildir" dedim kendine kendime ama büyük ihtimalle oydu. çünkü o bavulu hatırlamıştım. arzu'nun odasında pencerenin hemen dibindeydi.

    kanlı bavul gözümün önünden gitmiyordu bir türlü. sadece bu değildi. ara sıra yerde kanlar içinde uzanan iki ceset daha görüyordum ama görüntüye odaklanamadan hemen siliniyordu. bavul sahnesinin ardına gizlenmiş görüntüler gibiydi. "ne oldu?" diye bağırdı biri yanımda. sesinde korku vardı. kafamı çevirip bora'ya baktım. dehşet içinde bana bakıyordu. ben ise usulca, "bodrum katında bir ceset var ama henüz kime ait olduğunu bilmiyoruz!" dedim. bora apartman kapısına bakarak küfür etmeye başladı. kontrolsüz bir şekilde saçını bir çekip bir bırakıyordu. nalan teyze ile hasan amca ise polislerle konuşuyordu. ne de olsa apartmanın sahipleriydi onlar. bora hemen onların yanına gitti. beynim çalışmıyordu. bora'nın bu tutumundan ne sonuç çıkarmam gerekiyordu bilemiyordum. ardından kapının dibinde kemal ile diğerlerinin buluştuğunu gördüm. şaşkınlık içinde birbirlerine bir şey anlatıyorlardı. nihayet elinde poşetlerle esra da gelmişti. ilhan'ı görünce koşarak yanına gitti. onları seyrederken karanlığa giden yola baktım arzu gelecek mi diye ama gelmedi. arzu ölmüştü.

    polislerin çalışması uzunca devam etti. birileri beni karakola davet etti. ifademi alacaklardı. hatta apartmandaki tüm kişilerin farklı araçlara bindiğini gördüm. hepimiz karakola gidiyorduk. birkaç giriş işleminden sonra beni bembeyaz duvarları olan oldukça küçük bir odaya götürdüler. sadece masa ve üç sandalye vardı. pencere yoktu. ayna yoktu. sorgu odası olmalıydı burası ancak filmlerde gördüklerime benzemiyordu. sessizce bekledim. isyan etmedim. sağa ya da sola bakmadım. hatta tam olarak nereye baktığımı da bilmiyordum. sonunda gözlerimden yaşlar masaya düşmeye başladı. kontrol etmeye çalışıyordum. dişlerimi sıkıyordum ama işe yaramıyordu. hızla düşmeye başladı yaş damlaları. elimle gözlerimi sildim. bu mu etkili oldu bilmiyorum ama ağlamaya başlar başlamaz iki polis içeri geldi. hiçbir şeyi saklamaya niyetim yoktu. onlara bildiğim her şeyi anlatacaktım.

    iri olan polis kapıda ayakta dikiliyordu. daha genç ama kurnaz görününse karşıma oturdu. bana hiç bakmadan elindeki dosyaları incelemeye başladı. dışarıda saatlerce o dosyalarına baktığına eminim. benim karşısında bunu yapmasının bir sebebi vardı. ama o an hiç merak etmedim. sonunda dosyaları incelemeyi bırakıp, bana şunu sordu: "kimsen sen?". o an birinin arkamdan bana yaklaştığını hissettim. kafasını kulağıma yaklaştırıp, "evet, cengiz. sen kimsin?" diye sordu. sherlock'tu bu ya da hayali bir arkadaşım. adı artık neyse şimdi daha gerçekçi geliyordu. ona dönüp bakmadım. varlığına şaşırmıyordum artık. sadece onu kabul ettim. gülümsedi. "güzel!" dedi. sonra da yok oldu.

    "ben cengiz dorum. boğaziçi üniversitesi bilgisayar mühendisliği ikinci sınıf öğrencisiyim. aynı zamanda part time olarak dedektiflik yapıyorum. arzu sangöz adına çalışıyorum bu aralar. arzu'nun başı son zamanlarda dertteydi. beni kiralamasının sebebi de buydu. olaylar tam olarak şöyle başladı..." diye tüm bildiklerimi onlara anlattım. ilgiliyle dinlediler. bazen konuşmamı bölüp soru sordular. ben de cevapladım. bazen birbirlerine bakıp, not aldılar. sorgu bitince, "ne yazık ki şüpheliler arasındasın. seni serbest bırakacağız ama lütfen şehri terk etme. tutuklanmak istemezsin değil mi? ayrıca evini aramak için izin isteyeceğiz. şu adrese o görüntüleri bana mail olarak atabilirsin. şimdi gidebilirsin." demişti sorgu sonunda. hiçbir şey demeden çıktım oradan. koridorda esra'yı gördüm. ağlıyordu. yaş gözleri bana çok şey anlatıyordu ama anlamıyordum. ilhan da bana bakıp sonra esra'ya sarıldı.

    eve gittiğimde duşa girdim. soğuk suyun altında saatlerce kaldım. başarısız olmuştum. ne olayı çözebilmiş ne de cinayeti engelleyebilmiştim. bu olay canı sıkılan bir üniversite öğrencisinin çözebileceğinden çok daha ciddi bir meseleydi. ben ise vakit kaybetmiştim. duştan çıktığımda acıktığımı fark ettim. uzak doğu marketinden aldığım bir noodle'u sıcak suya koyup, televizyonu açtım. "ceset parçalanmıştı. yüzü ise tamamen tanınmaz haldeydi. dna örnekleri alındı ve ölen kişinin arzu sangöz adında bir üniversite öğrencisi olduğunu tespit edildi. ailesi perişan halde" demişti muhabir. ilgiyle haberi izledim. polisler bana kimin öldüğünü söylememişti. ben de sormamıştım çünkü biliyordum kimin öldüğünü. ancak haberde daha çok detay var gibiydi. haber bitince televizyonu kapattım ve yemeğimi yedim. sonra da uyudum.

    "yeter artık! kendine gel! sapığı bulamadın ama katili bulabilirsin. bunu benim için yap cengiz dorum!" diyordu arzu bana bakarak. nefes nefese uyandım. etrafa baktım. kimse yoktu. karanlıktı odam. hemen ışığı açtım. nefes almaya çalıştım. garip bir şekilde kendime gelmiştim. arzu ölmüştü. artık bunu kabullenmeliydim. benim suçum olsa bile davada ilerlemek zorundaydım. şoka girmiş biri olarak daha çok vakit kaybedemezdim. çalışma masamdaki her şeyi yere attım. bol bol renkli kalem ve boş kağıt çıkardım ve her şeyi atlamadan sıfırdan düşünmeye başladım.

    arzu mağdurdu çünkü sapığı vardı. sapık erkekti. sapık uzundur arzu'yu rahatsız ediyordu. onu izliyordu. evine girebiliyor ve odasında kamera olduğunu biliyordu. sapık maskeliydi. apartmandaki herkes olabilirdi. ilhan, bora, kemal, ufuk, görkem ve hasam amca. belki de dışarıdan biri olabilirdi. bilemiyordum. ilerlemeye devam ettim. bora arzu'ya aşıktı. arzu ise onu istemiyordu. bora, sapığın giydiği sweat shirt'e sahipti. cinayet gününü düşünmeye başladım. esra nefes nefeseydi o gün. belki de cinayeti o işlemiştir. arzu'nun odası da kapalıydı. ben eve geldiğinde cinayeti çoktan işlemişti ve odayı bu yüzden kapatmıştı. peki esra neden arzu'yu öldürmek istesin ki? ilhan ile ilgili olabilirdi.

    tüm olanları teker teker düşünürken kapı çaldı. şaşırdım çünkü beni kimse ziyaret etmezdi. kapı deliğinden baktığımda polisleri gördüm. evi arama izni almışlardı demek ki. çok hızlı olmuştu bu. kendime kızdım. sonuçta bavulda bir cinayet bulmuştum. kapıyı açarak, "evi aramaya geldiniz sanırım" dedim. polis ise, "hayır cengiz bey. tutuklama kararı çıktı. parmak izinizi bulduk bavulda." dedi. göz bebeğimin nanosaniyeler içindeki büyümesini dakikalarda hissettim. ancak daha tepki veremeden kolumdan tuttular ve apartmandan dışarı çıkartıp, araca koydular. tutuklanmıştım.

    yine aynı odadaydım. ve yine aynı polisler gelmişti. "cengiz bavulda parmak izin var. açıklaman var mı?" diye sordular. cevap veremedim ama sonra aniden jeton düştü. "anlattığım gibi odasında incelemelerde bulunmuştum. o zaman bavulu tutacağından tutup kenara çektim ama ondan sonra hiç ellemedim" dedim. polisler birbirine baktı. "biz de öyle düşündük. ancak bavulda dört kişinin parmak izi var. biri senin, diğeri doğal olarak arzu'nun. diğer ikisini tahmin edebilir misin?" diye sordu. oyun oynuyordu sanki benimle. bu kez acele karar vermedim. dedektiflik kişiliğime geri döndüm bir an. arzu'nun odasına kim girebilirdi? evet, ben girmiştim. bora girebilir miydi? hayır. o gün odasına ilk defa girmeye çalışmış ve becerememişti. hasan amca ve nalan teyze? çok zor ihtimal. ilhan peki? olabilirdi ama esra'nın dediğine göre ilhan ile arzu birbirinden pek haz etmezdi. buna göre onun da olma ihtimali düşük. o zaman cevap şuydu: "esra ve diğer alt kattaki çocuklardan biri" dedim. polis şaşırınca cevabımın doğru olduğunu anladım. "doğru cevap ama nasıl anladın?" diye sordu. gülümsedim cinayetten beri ilk defa. egom okşanmıştı.

    "esra ev arkadaşı. bu nedenle en yüksek ihtimal o. diğerleri oldukça düşük ihtimal ancak arzu bir kez bana aşağıdaki çocukların perde takmaya geldiğini söylemişti. benim gibi onlar da ellemiş olabilir bavulu" dedim. polis de gülümsedi. "iyi bir potansiyel var sende" dedi. "peki aşağıdaki çocuklardan hangisi?" diye sordu. düşündüm ama cevap veremedim. "kemal" dedi polis ve decam etti: "ve tahmin ettiğin gibi açıklaması da bu oldu. perde takmaya gittiğinde ellediğini söyledi ama ondan nedense şüpheleniyoruz." dedi. heyecanlandım. "neden peki?" diye sordum. polis, "iki sebep var. birincisi parmak izleri bavulun her yerindeydi. ikincisi ise..." demişti ki diğer polis boğazını temizledi. o da hemen durdu. "sanırım bunları sana söylemem doğru değil. tutuklanmayacaksın yine. ama bir yere ayrılma" dedi ve göz kırptı.

    karakoldan çıktığımda beynim deli gibi çalışıyordu. kemal neden benden daha şüpheliydi? bu çok saçmaydı. son hafta arzu'nun odasına ben en çok girip çıkmıştım ancak kemal'in böyle bir eylemi yoktu. birden aklıma kapıda bulunduğum zarf geldi. eve koştum. montumun cebindeydi o. polisler bana karakola götürürken onu giymeyi unutmuştum. eve geldiğimde yatağımın üstündeydi. hemen cebini karıştırıp o zarfı buldum. dikkatlice okumaya başladım. "sayın kemal hapboldu, bankaya olan 10,345,222 lira kredi kartı borcunuz ödenmiştir." diyordu. en alt kısmında ise hukuk bürosunun iletişim bilgileri vardı. hemen aradım ve kemal taklidi yaptım.

    "bana bir posta geldi. tüm borçlarım ödenmiş. daha fazla bilgi alabilir miyim?" dedim. telefonda oldukça acemi biri vardı. stajyer olabilirdi. yine de tüm bilgilere erişebilirdi. "yardımcı olacağım. isminizi öğrenebilir miyim?" diye sordu. "kemal hapboldu" dedim. "bir dakika" dedi ve klavyeyi tuşlamaya başladı. sonra "evet kemal bey tüm borcunuz kapanmış. nalan gün adında biri tüm borcunuzu kapatmış" dedi. ağzım açık kaldı. teşekkür edip telefonu kapattım. nalan gün birinci kattaki teyzeydi. kemal'in neden bu kadar yüklü borcunu ödesin ki? çok saçmaydı. sonra jeton düştü. emin değildim ama sanırım tüm davayı bir anda çözmüştüm.

    bölüm 5

    davayı çözdüğüme inanıyordum ama emin olmak için birkaç şeye daha bakmam gerekiyordu. bunu polise bildirebilirim diye düşündüm ama zaman kaybedemezdim. kemal daha şüpheliydi. bu yüzden evi aranmış olmalıydı. polisler bir şey bulamamış olmalı ki daha şüpheliydi. ellerinde kuvvetli bir delil yoktu. delilin ise nerede olduğunu biliyordum. oraya doğru hızla yola koyuldum.

    apartmanı tanımaya çalıştığım günlerde kemal'in evine girmiştim. o zaman kemal bana bu dünyada tek sevdiği şeyin bilgisayar oyunu ve amerikan futbolu olduğunu söylemişti. haklıydı. amerikan futbolu oynayanların okulda her zaman özel bir dolabı olurdu. stadyumum hemen altındaki soyunma odaları vardı. eğer kemal cinayeti işlemişse delilleri kesinlikle oraya saklamış olmalıydı. okulda her zamanki gibi güvenlik açığı vardı. kapıdaki güvenlik suratıma bile bakmadı. hızla soyunma odasına gittim. boştu. dolaplardaki isimleri okudum ve onun dolabını buldum. kilitliydi. neyse ki youtube'dan bu basit kilitli kapıların nasıl açılacağını öğrenmiştim. hemen açtım. ve içinde beze sarılı bir cisim vardı. kan sızıyordu. nefes nefese kaldım. hazırlıklı gelmiştim bu kez. cebimden plastik eldiveni çıkardım ve giydim. yavaşça sarılı bezi çözdüm. tahmin ettiğim gibi cinayete ait delili bulmuştum. kanlı bir bıçak vardı elimde.

    gün apartmanı'na gittim ve en üst kata çıktım. esra ve ilhan evdeydi. beni görünce şaşırdılar ama sonra içeri davet ettiler. ilhan, "ne istiyorsun?" dedi sert bir şekilde. esra ise, "ilhan lütfen!" deyince kendini frenledi. "cinayeti çözdüm. katilin kim olduğunu biliyorum." dedim. ikisi de heyecanlandı. "nasıl? kimmiş?" dediler hemen. "anlatacağım ama önce binadaki herkesi arzu'nun odasına çağırmanızı istiyorum. çok önemli" dedim. birbirlerine baktılar. sonra "tamam" dediler ve evden ayrıldılar. odaya baktım. bir an arzu'yu odada görmüş gibi oldum ama o ölmüştü. katili ise birazdan buraya gelecekti. telefonumu cebimden çıkarıp o nazik polisi aradım, "cinayet delilini buldum ve katilin kim olduğunu biliyorum. lütfen arzu'nun evine gelin" dedim.

    dakikalar sonra herkes gelmişti. bu kadar hızlı gelmelerini beklemiyordum ama sanırım herkes merak ediyordu. ilk bora gelmişti. "katil kim?" diye bağırdı bana. gözleri şişmişti. ağlamaktan olmalıydı. acıdım ona. sonra nalan teyze ile hasan amca geldi. en son da üçlü gelmişti. herkes bana bakıyordu. heyecanlıydılar. "öncelikle geldiğiniz için teşekkür ederim. katili bulduğum doğru ama kim olduğunu ilan edebilmek için hepinize ihtiyacım var" dedim. kimse cevap vermedi. devam ettim: "bildiğiniz gibi arzu'nun bir sapığı vardı. maskeli ve siyah sweat shirt'lü. o kişi aynı zamanda katil. ve bundan eminim!" dedim. biraz durduktan sonra "cinayeti işleyen kişiler kemal ile nalan teyze" dedim. bir an kimse cevap vermedi. sonra bora bağırdı. "ne diyorsun sen?" diye bağırdı. kemal ise bembeyaz kesilmişti. nalan teyze ise hemen yatağa oturdu. hasan amca ise cevap vermemişti. esra ise sakindi. "nereden biliyorsun?" diye sordu.

    "sapığın sweat shirt'ü bora'daydı. videoyu yüzlerce kez izledim. kesimine kadar her şey aynı. bu kadar rastlantı olamaz. ancak bu katilin bora olduğu manasına gelmez. nalan teyze, bora'nın arzu'ya olan zaafından haberi vardı. bundan çok rahatsızdı. esra hatırlarsın sen nalan teyze'nin arzu'dan hiç hoşlanmadığını söylemiştin. haklıydın. nalan teyze, arzu'dan hiç hoşlanmıyordu çünkü bora'yı kendine aşık edip, onu kullanacak sanıyordu. bora'ya birkaç kez tavsiyede bulunmuş olabilir ama işte genç çocuk. laf dinler mi? özellikle de aşk konusunda. nalan teyze de karar verdi. ne yapıp edip arzu'dan kurtulacaktı. bu yüzden kemal ile anlaştı. kemal ile anlaşması çok kolaydı çünkü oynadığı internet oyunu yüzünden çok fazla kredi kartı borcu vardı. öğrenci başına buna ödemesi mümkün değildi. nalan teyze bunu keşfettiğinde aklına harika bir fikir geldi. kemal'i sapıklık yapmaya zorlayacaktı. onu korkutup, buradan taşınmasını sağlayacaktı. ancak kemal'in siyah bir sweat shirt'ü yoktu. çünkü gördüğünüz gibi genelde renkli giyiniyor. nalan teyze de bora'nın kıyafetini ona ödünç verdi. kemal de eve girip arzu'yu korkuttu." dedim.

    herkesin ağzı açık kalmıştı. "ben o sweat shirt'ü uzundur giymiyordum ama üç hafta önce yıkanıp, balkonda asılı görünce giymeye başladım. hatta şaşırdım yıllar sonra karşıma çıkmasına. bez falan yapıldığını sanıyordum." dedi bora ve nalan teyze'ye baktı. o ise hiçbir şey demedi. kemal ise deli gibi terlemeye başlamıştı. bu kez ufuk araya girdi. "eve nasıl girdi o zaman? ve arzu'yu nasıl izliyordu? hatırlarsan kameraya el sallıyordu videoda" dedi. gülümsedim. "haklısın. bunun cevabını esra ve bora verecek" dedim. "esra bora'ların kaç evi var?" diye sordum. esra şaşırdı ama yine de cevap verdi: "dört diye biliyorum ben." hemen bora'ya döndüm. "bora bu doğru mu?" dedim. bora kafa salladı. "peki üçü bu apartmanda olmasına rağmen dördüncüsü nerede?" diye sordum. bora şoka girmişti. usulca talimatlarıma tepki veriyordu. "hemen bu apartmanın karşısındaki daire." dedi.

    "evet, o daire olmalı. geçen gün o apartmandaki o dairenin her zaman karanlıklar içinde olduğunu fark ettim. geceleri ışığını hiç yanmıyordu. hatta bir gün bu apartmandan çıkıp oraya bakarak dalmıştım. o dairede kiracı yok. peki neden yok?" diye sordum. hasan amca cevap verdi. "nalan'ın yeğenleri gelecekti. o yüzden boş tutuyorduk. nalan öyle dedi bana" dedi. nalan teyze yine cevap vermedi. "doğru değil ne yazık ki bu. o daireyi sapığın arzu'yu gözetlemesi için boş bıraktı nalan teyze. kemal de oraya gidip dürbün ya da benzeri bir cihazla arzu'yu izliyordu. hatta şimdi oraya gidersek o tür bir cihazı bulacağımıza eminim. sapık eve girebiliyordu çünkü evin sahipleri nalan teyze. öğrencilere güvenmedikleri için muhakkak evin yedek anahtarları vardır." dedim. hasan amca kafa salladı.

    "yeter!" diye bağırdı nalan teyze. "hepsi doğru!" diye itiraf etti sonunda. "kızın ölmesine üzüldüm ama bora'nın peşindeydi. çocuğu kötü etkiliyordu. ama onu biz öldürmedik. sadece korkuttuk! öyle değil mi kemal?" dedi. kemal ise paniklemişti. "özür dilerim" diye ağlamaya başladı bir an. herkes şok içindeydi. ufuk ile görkem ondan uzaklaştı. korkmuşlardı. "ama ben öldürmedim. yemin ederim onu ben öldürmedim." diye ağlıyordu kemal. "para karşılığında sadece onu korkuttum. belki nalan teyze onu öldürmüştür. beni oyuna getirmiştir" dedi. nalan teyze küfür etti. "nalan teyze çok düşük ihtimal" dedim. herkes bana döndü. "bavulun her yerinde senin parmak izin vardı ve okuldaki dolabında cinayet aletini buldum." dedim. bora dayanamadı. kemal'e yumruğu çaktı. kapı çaldı. polisler gelmiş olmalıydı. hemen kapıyı açıp, her şeyi anlattım ve montumun içinde buzdolabı poşetine koyduğum bıçağı onlara teslim ettim. "incelerseniz kemal'in parmak izleri çıkacaktır. ayrıca soyunma odasında kameralar var. o da kanıtlar" dedim. polis şaşkındı ama sonra gülümsedi. "bu yaptığın yasal değil ama seni sevdim" dedi ve nalan teyze ile kemal'i tutukladılar.

    hasan amca ile bora dayak yemiş gibiydi ama yine de polisleri takip ettiler. ilhan ile esra ise bana bakıyordu. esra hemen sarıldı bana. "teşekkür ederim" dedi. ağlıyordu. "arzu'yla ne kadar kavga etsek de onu seviyordum" dedi. gülümsedim. sonra ilhan'ın elini tuttu. oradan ayrıldım. sanırım karakola gidip fazladan bilgi sağlamam gerekiyordu. karakola gidip uzunca bekledim. haklı çıkmıştım. bıçağın üzerinde kemal'in bolca parmak izi vardı. hatta kendini yine arzu'ya yardım ederken o bıçağı ellediğini söyleyerek savunmuş. ancak bu kez polislere kandırmaları imkansızdı. polis yine geldi. "sanırım katili bulduk. sana borcum var. iyi iş çıkardın ama dikkatli olman gerek. delilerde senin parmak izin olsaydı sen de oldukça ciddi bir şekilde suçlanırdın" dedi. haklıydı. o yüzden dikkatli davranmıştım.

    eve gidip bu kez duş almadan uyudum. rüyamda arzu ile el ele tutuşup upuzun ve yemyeşil bir vadide koşuyorduk. koşarken gülebildiğimiz kadar gülüyorduk. kahkaha sesleri tüm vadiyi dolduruyordu. sonra tökezleyip yere düşüyorduk. arzu bana gülümseyerek, "teşekkür ederim cengiz dorum" diyordu. garip bir rüyaydı ama beni mutlu etmişti. ertesi gün haberleri takip ederken esra beni aradı. "merhaba cengiz. arzu'nun cenaze töreni olacak bugün bebek mezarlığında. katılmak istersin diye düşündüm" dedi. düşünmeden giyindim. mezarlığa doğru yola çıktım. arzu'ya son vedamı etme zamanı gelmişti.

    bölüm 6

    amerikan filminde gibiydim. herkes siyah giyinmiş ve güneş gözlüğü takmıştı. bense abdest alıp gelmiştim. ayrıca her yerde siyah ve oldukça pahalı arabalar vardı. arzu'nun ailesi zengin olmalıydı. esra'yı görüp yanına gittim. onunla muhabbet ettim. sonra ağlayan aileye baktım. annesi perişan olmuştu. sarışındı. babası ise daha kontrollü duruyordu. onun yanında ise oldukça yakışıklı bir genç vardı. sanırım abisi olabilirdi. onun yanında ise benim yaşımda bir kız vardı. arzu'ya benziyordu. ama saçları koyu daha uzundu. ona dikkatlice baktım. arzu'ya çok benziyordu. tıpatıp arzu gibiydi. kardeşi olmalıydı. ona ne kadar baktıysam o da bana bakmaya başladı. sonra bana doğru yürümeye başladı. heyecanlandım.

    "merhaba. siz cengiz dorum olmalısınız" deyince ağzım açık kaldı. sesi de oldukça arzu'ya benziyordu. kendimi kaybedip, "arzu?" dedim heyecanla. kız ise başını eğdi. "size bunu yaşattığım için özür dilerim ama ben arzu değilim. onun ikiziyim. ismim cansu" dedi. sonra ağlamaya başladı. hemen güneş gözlüğü taktı. "polis olayın sizin çözdüğünüzü söyledi. teşekkür etmek istedim" dedi. sonra arkasını dönüp gitti. arzu hiç bahsetmemişti ama ikizi vardı. diğerleri bunu biliyor mu diye düşünmeye başladım.

    imamı görünce rahatladım. boşuna abdest almamıştım demek ki. dualar okundu ve herkesten helallik istendi. sonra herkes sıraya girip aile görüşmeye başladı. ben de adet yerini bulsun diye sıra girdim. sıra ile herkes ile görüştüm. sıra cansu'ya gelmişti. "başınız sağ olsun" demiştim ki cansu telefonunu düşürdü. hemen yere eğildim. o da yere eğildi. boynundaki şal yere düşmüştü. boynuna bakakaldım. sonra telefonunu alıp, ona verdim.

    cenazenin bitmesini bekledim usulca. kalabalık oldukça azalınca, cansu izin isteyip oldukça lüks bir araya bindi. ben de peşinden koştum. izin istemeden arabaya bindim. cansu ile yan yana oturuyorduk. şoför de arabadaydı. bana ters ters baktı. "cansu hanım sizinle konuşmam gerek. arzu hakkında" dedim. cansu şaşırmıştı. sonra, "nazım bey lütfen bizi yalnız bırakır mısın?" dedi hüzün dolu bir sesle. şoför hemen arabadan indi. "evet, sizi dinliyorum." dedi. "ikinizin beni dedektiflik için tutmuştu ama öldüğü için ödeme yapamadı. siz yapabilir misiniz?" dedim. cansu hemen tepki verdi. "tabii. tabii. çok özür dilerim. hiç aklıma gelmedi. ne kadardı peki? hesap numaranızı verirseniz hemen iletirim" dedi.

    cevap verdim. anında parayı hesabıma yatırdı. oldukça yüklü miktardı. sonra güldüm. "sen cansu değilsin. arzu'sun." dedim. cansu tepki vermedi. "çok aptalım!" dedim kendi kendime. "size söyledim. onun ikiziyim. ona o kadar benzediğim için böyle bir sonuç çıkaramazsınız!" dedi sinirlenerek. "arzu şu an sana hayran kaldım. müthiş oyuncusun!" dedim. hala gülüyordum. cansu bu kez, "sanırım nazım bey'i çağırma zamanı" dedi ve kapıya yöneldi. "boynundaki sapığın sürdüğü yüz boyasını silmeyi unutmuşsun ya da sadece koluna sürüldüğünü zannedip oraya hiç bakmadın. sanırım banyo yapmak pek etkili olmamış. silikleşmiş ama hala orada. ilk gün boynunda görmüştüm. ve hala orada. yoksa arzu'ya sürülen şeyden sen de mi etkileniyorsun?" dedim ciddiyetle. gülmüyordum artık. cansu kapıya yönelmekten vazgeçti. gözlüğünü çıkardı. "tebrikler cengiz dorum! gerçeği buldun!" dedi.

    "senin için ağladım biliyor musun?" dedim. arzu hiçbir şey demedi. hatta suratında alaycı bir ifade vardı. "bana tüm olayı anlat." dedim. arzu düşündü başta sonra "peki. sen istedin bunu. sapığın kim olduğunu en baştan biliyordum. ilk gün olaylar olunca neredeyse tüm apartmana kamera yerleştirdim ve o salak nalan ile kemal'in yaptığı oyunu çözdüm. benim de aklıma harika bir fikir geldi. ikizimi öldürmek için bunu kullanabilirdim. öyle de yaptım" dedi. "ikizini neden öldürdün?" diye sordum. "çünkü ondan nefret ediyorum. tek sevdiğim adamı elimden alan orospunun teki o!" diye bağırdı. "onu öldürmeyi uzun zamandır düşünüyordum. ve yaptım. hiç acımadan hem de. nalan ile kemal'i bulman için seni tuttum. seni ikna ettikten sonra esra'nın evde olmadığı zaman cansu'yu eve çağırdım. deliler gibi bıçakladım onu. içimdeki tüm nefreti onun üzerine yansıttım. muhteşemdi. işim bittiğinde paramparça olmuştu. bavula yerleştirdim. bodruma attım. kemal'i bulmanı ümit ederek bıçağı da salak çocuğun dolabına koydum. onu muhakkak bulacaktınız çünkü bavulu ona yüzlerce kez ellettim. bıçağı da eline daha önceden vermiştim ipliği kesmesi için. sonra o güzelce sakladım ki cansu'yu öldüreyim. planım tıkır tıkır işledi. cesedi bulduklarında ben çoktan saçımı yalancı saç ile uzatmış ve cansu'nun yanına geçmiştim. biliyor musun annem ile babam fark etmedi. işleri o kadar yoğun ki. komedi ama beklendik bir durumdu. ikizlerin dna'sının aynı olduğunu biliyor muydun? cesedi ben sandı herkes." dedi

    ondan korktum. ilk kez karşılaştığım arzu'ya benzemiyordu. sanırım rol yapmayı kesmişti. "her şey bitti. polise anlatacağım tüm bunları" dedim. arzu kahkaha attı. "şaka mı yapıyorsun? anlatmayacaksın!" dedi. kendinden çok emindi. "nasıl bu kadar emin olabiliyorsun ki?" dedim. arzu ise "çünkü seni araştırdım. ailenin öldürüldüğünü biliyorum. katillerin kim olduğunu da biliyorum. seninle harika bir anlaşma yapabiliriz?" dedi. "ne saçmalıyorsun sen?" dedim. arzu gülmeye devam etti. "aynen raporda yazıldığı gibisin. cengiz dorum. 18 yaşında. ailesini kaybetti. okuldan geldiği gün anne ve babasının başı koparılmış bir şekilde yatak odası buldu. şoka girdi. tüm tedavilere rağmen çok az düzelme sağladı. hala kendini dedektif sanıyor ve ailesinin katillerini bulmaya çalışıyor" dedi robotik bir sesle. ama o an her şey kızıla büründü. her şeyi hatırlamaya başlamıştım. ara sıra gördüğüm o cesetler aileme aitti. onlar öldürülmüştü. delirmiştim ben. hastaneye kapatmışlardı beni. sonra o gün sherlock gelmişti. "anne ile babanın katilini bulacağız. söz veriyorum cengiz dorum" demişti. "katili buldum. eğer beni ihbar etmezsen sana kim olduğunu söylerim" diyordu. hemen araçtan indim. koşmaya başladım. deli gibi koşuyordum. oradan uzaklaşıyordum. ama yardımcı olmuyordu tüm bunlar. annem ile babamın ölmüş bedenleri gözümden gitmiyordu. ağlamaya başladım. yere düştüm. avazım çıktığı kadar böğürerek ağlıyorum. onlar ölmüştü. hatırlıyordum. onlar ölmüştü.

    "cengiz iyi misin?" dedi biri. ona baktım. o polisti. nazik olan. hemen montumun içine sakladığım ses kayıt cihazını ona verdim. "arzu ölmedi. onun ikizi öldü. öldüren de arzu. tüm itiraf burada kayıtlı." dedim ve oynatma tuşuna bastım. polis tüm itirafı dinledi ve belindeki telsiz ile emirler vermeye başladı. başım deli gibi ağrımaya başladı. sherlock geldi o an. ilk defa yüzünü gördüm. "cengiz şimdi dinlenme zamanı" dedi. her şey karardı. bayılmıştım.

    kendime geldiğimde hastanedeydim. odada kimse yoktu. ne de olsa yetimdim. ayağa kalkmıştım ki polis içeri geldi. "cengiz sakın ayağa kalkma" dedi. emrine uydum. "iyi misin?" dedi. gülüyordu. "evet. arzu?" dedim. "merak etme tutuklandı. ses kaydın çok işe yaradı. nalan ile kemal de serbest kaldı." dedi. "hiç polis olmayı düşündün mü?" dedi. ona baktım uzunca. ailemi hatırlıyordum artık. polis olabilirdim. ailemin katili bulma konusunda bu bana yardımcı olabilirdi. "üniversite bitirirsen cinayet masasına gelebilir miyim?" dedim. polis gülümsedi. "evet. bu arada ismim emre." dedi. "emre. sanırım senin gibi polis olacağım" dedim. gülmedim. emre ise güldü. gülmedim çünkü artık ailemi hatırlıyordum. uzun sürede gülemeyecektim. bastırdığım tüm acılar ve anılar serbest kalmıştı. yemin ettim orada. ne yapıp edip ailemin katillerini bulacaktım.

    son

    kaynak : https://forum.donanimhaber.com/…a-girdim--126646004

    edit : hikayeyi yazan seyit ilktürk kardeşimizmiş. kendisi amatör yazar..

    twitter adresi

    hikayenin linki ;

    https://www.wattpad.com/story/49638797-arzu

    yazarın diğer hikayeleri ;

    seri katil kulübü

    whatsapp'teki tanımadığım kız
  • okunmaz bu başka işin gücün yok mu be adam bu nedir böyle dedirtecek cinsten. hele dh liler hiç okumaz bunu
  • gayet güzel kurgulanmış, aptalca isimlendirilmiş bir hikayedir. sonuna kadar klişe de olsa plot twistlerle dolu ve sürükleyici bir hikaye. üstelik 'özel dedektiflik' konusunu, amerikanvari abartılı ifadeler kullanmadan işleyebilmiş.

    edit: okuyamadık durumumuz yoktu espirisi kasanlar, burası sözlük tamam mıı yeri değil diyenler, sözlüğün geldiği noktayı göstermiştir. sözlüğü ilk okumaya başladığımda, esau edom hikayelerini, bu tür denemeleri çok okurdum, severdim. son zamanlarda pek böyle yazan yok diyordum ki, inci sözlük ilk açıldığında çıkmıştı bu tl:dr gibi okumadık durumumuz yoktu muhabbeti, ekşi de bir inci olmuş.
  • özet: masum gözüken arzu karakteri, ikiz kız kardeşini öldürebilmek için(ikizi sevdiği adamı çalmış) plan yapıyor.

    prestij filmini fazlasıyla anımsattı bana nedense, özgün bir hikaye gibi gelmedi. ayrıca çıkarımlar ve karakter özeliikleri fazlasıyla sığ kalmış. kötü bir polisiye örneği. kendisini okuturken sıkmayan, çerezlik bir üsluba sahip biri tarafından yazılmış bir hikaye. bunun dışında yazar bazı yerlerde kurgusal hata yapmış. arzu'nun ev arkadaşıyla eve ilk geldiğinde zaten tanışmıştı, esra plates yaparken eve gittiğinde ikinci kez tanıştılar.
  • okumadım kardeş sanayiye başladım dedirten girme.
  • tamamını okudum ve bunu yazan arkadaşa bir mesajım var;
    --- kamu spotu ---
    http://www.iskur.gov.tr/
    --- kamu spotu ---
  • (bkz: what happens in donanımhaber stays in donanımhaber)
    kutsal bir bilgi olmadığı için buraya taşınmaması gereken hikayedir.
  • belli ki bir arkadaşının reklamını yapmaya çalışmışsın yazar arkadaşım. aksi durumu düşünmek istemiyorum. yani birisi gerçekten bu kadar boktan yazılmış, hiçbir edebi değeri olmayan hikayeye zaman ayırıp da onu okumaz. bu kadar uzun yazıyı okuyacak adam zaten kitap okuyan adamdır ve kitap okuyan bir adam da daha ilk 3 paragrafta hikayeyi yazan yazarın henüz bir hikaye yazabilecek yetkinlikte olmadığını anlar.

    arkadaşına tavsiyem baska kitaplar da okusun, yazım kurallarını daha iyi öğrensin, sonra da yazmaya devam etsin ama ben iyi yazıyorum moduna girmek yerine kendini acımasızca eleştirsin. aksi halde kitap da yazsa, kitabı çok da satsa yine yazar falan olamaz.

    ben şuna inanıyorum; yazdıklarını paylaşmaya cüret edememeye başladığın anda aslında iyi yazmaya da başlamış oluyorsun.

    arkadaşın derdi yazar olmaksa, kitap çıkarmaksa, övgü almaksa bunların hepsini yapabilir. zaten görüldüğü üzere övgüler alıyor, okunuyor vs. ama bu mantıkla şahan gökbakar da izleniyor, mahsun kırmızıgül de izleniyor. peki ama gerçekten sinemaya gönül veren birinin olmak istediği kişi mahsun kırmızıgül ya da şahan mıdır yoksa zeki demirkubuz, reha erdem falan mıdır? işte demek istediğim olay bu. bu ülkede en çok okunan kitaplardan biriydi fi, çi, pi serisi. azra kohen başlığında da övgüler vardır. ama gerçek edebiyatseverlerin umurunda değildir kendisi. arkadaşın derdi övgü almaksa alıyor, ama yok edebiyat yapmaksa henüz yapamıyor. eminim azra kohen başlığında yazarı eleştiren sözlük yazarları için de ''hiçbir siki beğenmeme timi, insanların heveslerini kırmayın vs.'' tadında entryler de illa ki vardır. insanlar böyledir, beyin böyle çalışır; içinde bulunduğu durumu her zaman meşrulaştırır. bunlar entel, bunlar hiçbir siki beğenmez der. keyif alıyorsan iyidir der. oysaki okuyup ilerlese o zevk aldığı şeylerin artık zevk vermemeye başladığını görür ama ilerlemez. orada kalır. kendisini ilerlemeye teşvik edenleri eleştirir, hiçbir siki beğenmemekle suçlar, nedne beğenmiyorlar diye sorgulamaz. ama okuyan biri beynin o meşrulaştırma mekanizmasına direnir, sorgular, o mekanizmayı yok eder. o yüzden zaten okumak bir çeşit lanettir aslında. çünkü hiç memnun olamaz okuyan insan, hep ileri gitmek ister, ilerlemek için okur. peki hangi yöne doğru? işte o da muammadır.
hesabın var mı? giriş yap