• "bilim nedir?" sorusundan çok daha öncelikli olarak sorulması gereken sorudur “bilim ne işe yarar?” sorusu. (soru kimi zaman bilimin amacı ile karıştırılsa da bu yanlış bir kullanımdır, çünkü bilimin bir amacı yoktur olsa olsa bilim adamlarının amaçlarından ya da bilimin gelişmesine destek veren kişi kurum ve kuruluşların amaçlarından söz edilebilir)

    “bilim ne işe yarar?” sorunun ne için “bilim nedir?” sorudan daha öneli olduğu ise oldukça önemlidir. kritik denilebilecek fark şurada yatmaktadır; ilk sorunun cevabı en azından metodolojik bakımdan zaman içinde değişebilir olsa da (bkz:thomas kuhn, karl popper, vienna circle ); ikincisinin cevabı zaman içinde daha az değişime uğramıştır.

    “bilim madde üzerindeki hâkimiyetimizi arttırmamıza yarar.”

    bu hâkimiyetimizi kullanmamızın adı ise teknolojidir ile tamamlanabilecek bu önerme aynı zamanda neyin bilim olup neyin bilim olmadığını anlamak için çok güzel bir ayraçtır. bu noktadan sonra yapılan hangi uğraşın bilimsel olduğu sorusu, hangi çaba madde üzerindeki hâkimiyetimizi arttırır ile eşleşir ki ikinci sorunun cevabı çoğu zaman birincisinden daha kolaydır. soru ve cevap birlikte neyin bilimsel bir aktivite olup neyin olmadığına karar verebilmesi sebebi ile “bilim nedir?” sorusunun da cevabı olur. bilim nedir? “madde üzerindeki hakimiyetimizi arttıran düşünsel tabanlı aktiviteler bütünüdür.” bu noktada şunu söyleyebiliriz "bilim ne işe yarar?" sorusunun cevabı bilimin tanımıdır. (bkz: bir şeyin işlevinin o şeyin tanımı olması)

    bu olası cevap (bilim madde üzerindeki hâkimiyetimizi arttırmamıza yarar) ise bizleri başka bir kavrama götürür. madde nedir? bilim ne işe yarar? sorusunun bizi getirdiği bu durak ayrıca önemlidir çünkü madde kavramı doğayı algılayışımızı biçimlendiren kritik bir problem ile, bilgi problemi ile yakından ilişkilidir.

    bilgi problemi ya da başka bir deyiş ile çevremize (fizikalist* bakış açısına göre doğaya) dair bilgilerimizin kaynağı nedir sorusunun madde nedir sorusu ile ilişkisi ise başka bir girdinin konusudur.
  • cevap verilmesinden önce, "bilim, insanın doğaya uyum sağlaması için mi, yoksa, insanın doğaya hükmetmesi için mi kullanılacağı" hususunda bir karar verilmesi gereken soru kalıbıdır.
  • oncelikle bilim madde uzerindeki hakimiyetimizi arttirmaya yarar cevabi kendi basina doga ve insan arasinda bir ayrim yaratmaya (kimi arkadaslarin bakis acisi ile insani dogadan yabancilastirmaya) yeterli degildir, bunu belirterek baslayayim. bunun boyle olmamasinin basit sebebi madde kavraminin tum canlilari ve icinde insani da icerecek bicimde genis bir kavram olmasidir.

    yani iddia edilen odur ki canlilik (insan da icine olmak uzere) anlasilabilir, kontrol edilebilir, yeniden uretilebilir ve de gelistirilebilir bir kavramdir. bunun boyle oldugunu destekleyecek milyon tane makale adi yazabilirim, ancak buraya kisa bir bakiniz vermek ile yetinecegim mycoplasma mycoides jcvi-syn1.0. bundan daha guncel olanini ve daha fazlasini bulmak icin her hangi bir hafta nature, science dergilerinden birisini alin ve oradaki bio teknoloji makalelerini okuyun.

    bu noktadan bakildiginda dogaya uyum saglamak ve veya dogaya hukmetmek ikilemi; bizi olusturan maddeyi mi yoksa cevremizde olan maddeyi mi kontrol etsek sorusuna dosur ki, bilim ikisi ile de ilgilenmektedir. sonucta kontrol edilecek olan maddedir ve icimizde de disimizda da bundan bolca bulunur.

    simdi gelelim bilimin iktidar araci olma meselesine; oncelikle sunu belirteyim tarafim belli olsun: thomas kuhn dan haz etmem, paul feyerabend den de nefret ederim. sapina kadar diyemesem de vienna circle a yakin bir insanim. zannederim sadece bu soylem bile bilimin politik bir olgu oldugunu kabul ettigimi aciklamaya yetmistir. birden fazla insanin etkilestigi her ortamda, baska bir deyisle issiz bir adada yasamiyor iseniz politika vardir – bilim ve bilim insani da bundan azade degildir.

    simdi gelelim bilim kendi iktidarini yaratir mi sorusuna, evet bilim iktidar aracidir ancak bunu temelde halki etkileyerek politik oyunlar tasarlayarak yapmaz, bir fiil guc ureterek yapar. eger sen egik atis denklemlerini biliyor isen geminden atacagin top mermileri hedefini dagitir. sen gemidekinin tarafindaki olarak guclenirsin, karsindakinin beyni ortaliga sacilir bu, bu kadar basit bir denklem. bilim daha sonra bu urettigi gucu daha buyuk bir guc uretmek icin yeniden kullanir; bu femto teknolojiyi uretmek icin piko teknolojiye; piko teknolojiyi uretmek icin de nano teknolojiye ihtiyacimiz olmasi ile orneklenebilir bir olgu.

    bu baglamda elbette nukleer silah ureten, aya gitmis, sentetik dna yi yapmis ve calistirmis, sentetik canliyi yapmak uzere olan, yapay ve insandan ustun bir bilic tasarlamak gibi bir vizyon ortaya koyabilmis bir medeniyet ve o medeniyetim temelindeki dusunme sistematigi, bunlari yapmamis medeniyetinden ustun olacak; bu ustunlugu yaratma aracida bilim olmus olacak. iddia edildigi uzere bilim kendi iktidarini uretecek. daha sonra bu iktidarini, yani bilimsel ve teknik birikimini kullanarak, iktidarini yeniden uretecek.

    ilginc mi? zannetmiyorum
    kotu mu? degil

    simdi gelelim bilimin aksiyomatik olmayan, (deney ve gozleme dayanan) ancak bunu yapmak icin kullandigimiz matematigin aksiyomatik olan yapisina. zaten yukaridaki cumledede hissettirdigim gibi matematik ile bilim arasinda oldukca belirgin bir ayrim var.

    a)bilim de aksiyom yoktur – matematikte vardir,
    b)bilimde deney ve gozlem vardir- matematik te yoktur,
    c)bilim bu gun dogru dedigine yarin yanlis der, matematik demez. (daha akademik olsun derseniz matematikde kanit, bilimde tanit vardir.)
    kanitlanmis hicbir matematiksel teorem yanlislanamaz. tanitlanmis her teori zaman icinde yanlislanabilir.
    pisagor teoremi bu gun ne kadar dogru ise 3000 yil sonra da o kadar dogru olacak (cok zekiyim buradan sana ayar verecem egri uzaylar var diye damlama hemen, oraya gelecegim), ancak bu gunku yer cekimi algimiz , ya da fiyakali olsun relativistik kuantum mekanigimiz icin ayni seyi soyleyemem.

    zaten gunumuzde de pek cok matematikci, matematigin bilim olarak sayilmasi fikrine, matematigin estetik tarafini yok saydigi gerekcesi ile siddetle karsi cikmaktadirlar. (bu baglamda string theory deneysel kanittan yoksun oldugu ve dolayisi ile fizik (bilim) degil olsa olsa eglenceli bir matematik egzersizi oldugu iddiasi ile cok guclu bir bicimde elestirilmektedir (bkz: not even wrong))

    bu noktada matematigin aksiyomatik yapisinin dinlerin aksiyomatik yapisi ile farkini da ortaya koymak gerekir. dinlerde aksiyonlar default olarak verilmistir, ancak matematikte aksiyom secme ozgurlugunuz vardir.
    dinler; soyledir ve dolayisi ile boyle yapmalisin gibi cumleler kurar

    ornegin bir din; “ucan spagetti canavari vardir ve dolayisi ile sevismekten zevk alin. (bunu istemeseydim penisinize diken takardim)” seklinde cumleler kurar.

    matematik ise “oklidin 5 postulasi* dogru ise pisagor teoremi dogrudur” gibi cumleler kurar. ancak oklidin 5 postulasinin dogru olup olmamsi ile ilgilenmez. isteyen kisi bambaska 5 postula ile bambaska bir geometri ve o geometride gecerli bambaska teoriler uretebilir (pisagor teorisi yerine, bdiablo teoris bu hos durdu bak).
    (cok ustte pisagor ile ilgili olarak gelecegim diye belirttigim paragraf ustteki paragrafti. 5 postula dogru ise egri uzay filan yok dolayisi ile pisagor teoremi dogru.)

    peki bilim, bu matematigi kendi icin kullandigi anda; soz gelimi optik bir problemi cozmek (hubblein kamerasini tasarlamak diyelim) icin geometri kulandigi anda, bu 5 aksiyomu kabul etmis olmuyor mu? e iste bilimi bilim yapan deney-gozlem ve yanlislanabilirlik tam da burada devreye giriyor. baska bir deyisle eger isigin davranisi hubble uzay teleskopunu tasarlamak icin gerekli olan hassasiyette oklit geometrisi kurallarina uymuyor olsa idi teleskop calismaz idi. yani test ettik dogrulugunu belirli bir hassasiyete kadar gorduk ve dolayisi ile; isik belli bir hassasiyete kadar oklit matematiginin kullanilabilecegi bir bicimde hareket eder diyoruz. eger isigin hareketini kutleli bir yildizin yaninda incelese idik; isik kutleli cisimlerin yaninda oklit matematiginin kullanilabiliecegi bir bicimde hareket etmez derdik. bu gun string teoriye siktir cekenlerin iddialari da bu test edilemezlige dayaniyor

    bu noktada, bir kuantum mekanigi hocamin (namik kemal pak) vakti zamaninda soyledigi su soz cok anlamlidir. “quantum mekanigi postulalar ile kitaplarin icinde degil, deneyler ile labaratuarlarda hayat bulmus bir teoridir”

    ozetlemek gerekir ise dinlerde aksiyomlarin dogrulugu iddiasi vardir matematikte yoktur.

    simdi gelelim elektronun hic var olmamasi sorununa. buradaki argumanlar cok daha ilginc, oncelikle bizim dokunmak olarak adlandirdigimiz eylemin mikro duzeyde iki atomun ya da elektronun birbirine degmesine karsilik gelmemesi, elektronun varligini degil dokunma kavramini sorgulatir bizlere. carpisma yasamak icin illia temas gerekmez, hatta temas imkansizdir (hadi imkansiza yakindir diyelim de uc alt paragraf ile celismeyelim). voyager ler momentum kazanmak icin jupiter ve satrun ile carpismis ancak onlara degmemislerdir. (bkz: gravitational assist) (buraya yercekimsel sapan bakinizi vermek istiyorum ama sozlukteki aciklama yanlis acin wiki den okuyun) bu temas etmeden carpismalar, voyagerlerin var olmadigina ne kadar kanit ise o temas etmeden carpismalar da elektronlarin var olmadigina o kadar kanittir.

    bilimsel takilasim var...
    var sayalim ki elektron uzay zaman dokusunda (hep bu kelimeyi kullanmak istemis idim) enerjisi olan, bir potansiyel kuyusuna belirli bir olasilik dagilimina gore sikistirilmis bir dalgalanma olsun, bu elektronun var olmadigini degil ne oldugunu aciklayan bir tanimlama olur. birseyin bilye biciminde olmamasi ile var olmamasi bambaska seylerdir. tipki fotonun kutlesi olmamasi ile var olmamasinin bambaska seyler olmasi gibi (bkz standart model)(bkz higgs boson).

    - freshman: abi ya sence bu alan denilen sey gercekten var mi, yani ne biliyim enerji momentum filan tasiyormus ama bana fizikcilerin uydurdugu birsey gibi geliyor.
    - teorik fizikci: bana sorarsan aslinda alan dan baska birsey yok, hepimiz onun icindeki kipirdanmalariz.
    (burada madde dedigimizin % 80 i bosluk iddiasini ileri goturup %100 e duzeltmek gerekli)

    simdi bu iki dusunce biciminin tek farki birisinin digerinden daha fazla yanlislanabililirlik testinden gecmis olmasi, ya da baska bir deyisle gelecekle ilgili daha basarili tahminler ortaya koymasi. freshman in algi bicimi cift yarik deneyinin sonucunu tahmin edemez ama teorik fizikcinin algi bicimi bunu tahmin edebilir. birini digerinden daha dogru kabul etmemizin tek sebebi ise deney ve gozlem denilen zimbirtidir. yani dogayi anlamak icin cok sukur ki senin dokunabilmenden veya gorebilmenden cok daha ayrintili bilgiler saglayan aletlerimiz var. ya da su acidan bak, guneste hidrojenler carpistiginda o kadar yakinlasiyorlar ki sonucta kaynasip helyum oluyorlar, ne oldu simdi bu parcaciklar birbirlerine degmis mi oldu, eger degdiler ise senin butun nihlist felsefen cokmus mu oldu. felsefenin cokmediginin farkindayim ama derdini, atom alti parcaciklar birbirlerine dokunmuyor demek ki yoklar, ya da foton un kutlesi yok demek ki foton yok, demek ki foton araciligi ile edindigimiz bilgiler (teleskop kaynakli olarak yildizlarin ic yapisi ya da mikroskop kaynakli olarak dna sarmali ) yanlis, sigligina indirgeme cok yanlis sularda yuzuyorsun.

    cok daginik bir yazi oldu farkindayim ancak meselenin bence nasil gorundugunu az cok aktarabildigim kanaatindeyim. ha bir de son olarak "guc, bildigini sanan insanin eline teslim edilemiyecek kadar tehlikelidir." denilmis, zaten o sebep ile insanlar icin beklenen yasam suresi (life expectancy)zaman icinde asagidaki gibi degismistir (rakamlar wiki den calintidir).

    upper paleolithic 33
    neolithic 20
    bronze age and iron age 26
    classical greece 28
    classical rome 28
    pre-columbian north america 25-30
    medieval islamic caliphate 35+
    medieval britain 30
    early modern britain 25-40
    early 20th century 50-65
    current world average 67.2

    early 20th century ortalamasinin icinde 2 dunya savasi olmasina ragmen bu kadar yuksek ciktigini vurgulamakta yarar var, baska bir degis ile bilim bizden aldigindan cogunu bize geri veriyor.

    gene benzer bir trend olarak (un data dan calintidir/ http://data.un.org/…a.aspx?d=popdiv&f=variableid:77)

    world historical and predicted infant mortality rates per 1,000 births (1950–2010)

    world 2005-2010 estimate variant 47
    world 2000-2005 estimate variant 52
    world 1995-2000 estimate variant 57
    world 1990-1995 estimate variant 61
    world 1985-1990 estimate variant 65
    world 1980-1985 estimate variant 74
    world 1975-1980 estimate variant 83
    world 1970-1975 estimate variant 91
    world 1965-1970 estimate variant 100
    world 1960-1965 estimate variant 116
    world 1955-1960 estimate variant 136
    world 1950-1955 estimate variant 152

    sizde iyiye giden bir trend gormuyor musunuz. bu trendin sebebinin birseyler bildigini dusunmek mantikli degil mi?
  • bilimin ne olduğunu bilmeyen (en azından bilimi teknolojiye indirgemiş) ve bilimin ürünleri sayesinde hayatta olan birisi tarafından sorulan bir sorudur.

    bilim, dinin insan üzerinde yarattığı baskıyı, etrafında inşa ettiği dogmatik kalıpları kırmaya yarar. bilim, deney yapmadan edinilen inanç yerine deney yapılarak edinilen bilgiye ulaşmanızı da sağlar.
  • en yoğun olarak kabaca 1550-1650 tarihleri arasında avrupa'da tartışılan soru. söz konusu tarih ve yer bilimin ortaya çıktığı yer ve tarihlere karşılık gelir. tartışmanın nedeni ise adem'in elmayı yemekle, ayvayı da yemiş olmasıdır.

    kitab-ı mukaddes'in elması metafordur. o, bilgi ağacının meyvesidir ve "çıplak olduğunu bilmek" gibi hiçbir işe yaramayan ancak pek çok ahlaki ve sosyal düzenlemeye yol açacak bilgilerin edinilmesine yol açar. adem'in ufkunu genişletir, değer yargıları üretir, "tanrı gibi bilmeye" neden olur. bu yüzden de sefil insanların haddi değildir.

    bilim "ne işe yarayacağını umursamadan" salt bilmek (evet tanrı gibi bilmek) talebinin sonucudur. bu, elde edilen bilginin işe yaramayacağı ya da yaramaması gerektiği anlamına gelmez. lakin bilimin motivasyonu bu değildir. geçmişte hiçbir işe yararlık kaygısı güdülmeden yapılan çalışmaların sonradan çok işe yaradığı görülmüştür, ama yapıldıkları dönemde "bu ne işe yarayacak?" diye sorulsaydı kimse yanıtlayamazdı.

    bunun önemi şurdadır. eğer "bu ne işe yarayacak?" diye sormakta ısrar edersek, cern'deki çalışmalar başta olmak üzere pek çok bilimsel araştırma için kaynak ayırmanın akıllıca olmadığına hükmedebiliriz. böyle antin kuntin işlere ayırılan parayla ne hastahaneler yapılırdı?

    bilim, tanrı gibi bilme hevesinin ürünüdür. e tanrının da herhangi bir şeye gereksinimi olmadığına göre bir işe yarayıp yaramaması dert değildir. tanrı gibi bilme hevesi de en büyük günahtır.* galileo bu nedenle ceza almıştır ve bilim bu nedenle asla din ile uyuşamamıştır. işe sorunun bilimin ortaya çıkışında yoğun tartışılmasının nedeni: "len yoksa bu bilim meraklıları ilk günahı tekrarlamakta mı?"
  • bilim seks gibidir. bazı yararlı sonuçları vardır ama yapma nedenimiz bu sonuçlar değildir. (bu laf sıklıkla feynman'ınmış gibi söylense de büyük olasılıkla feynman öldükten epey sonra uydurulmuş. ben de benimmiş gibi yazdım.)
hesabın var mı? giriş yap