• merhaba merhaba insanlar. dinleyin bu inkisarı.

    neden herkes, bilgisinin olmadığı muhtelif her hususta kafasına göre atıp tutma yetkisine sahip olduğunu düşünüyor? özellikle mevzu din ve tanrı olduğunda, ülkenin en aydını bellediğimiz entelektüel birikimli bilim insanları, düşünür ve yazarlar dahi aniden varoşlaşıp “laiklik elden gidiyeah” diye röportaj veren amcaya evriliyor?

    kusura bakmayın, biraz ağır konuşucam. ama şey gibi, abi gibi. severim de döverim de hesabı...

    mesela arif tekin, turan dursun, muazzez ilmiye dışında bu literatüre hakim kimseyi okumamış, kaynaklara inmemiş, taraflı eleştirilerin dışına çıkmamış hâlinizle gelip din hakkında idealist idealist konuşursanız; kahvede 101 oynayıp -iktisat mezunu edasıyla- “eğonomi çoğ eyi yav” şeklinde naralar atan terzi mehmet'e ağzınızı bile açamazsınız. ya da -bir biyolog edasıyla- “evrim varsa şimdiki maymunlar neden insan olmuyor, ehü ehü” diyerek evrimi iki buçuk saniyede çürüten marangoz ahmet'i kınayamazsınız. zira aranızda zerre fark yok. yok yani, valla yok lan, olsa dükkan sizin. terzi mehmet ile marangoz ahmet'e gülüp nasıl “çomar” diye niteliyorsanız; teoloji, din felsefesi ve diğer şeri ilimlere hakim kimseler tarafından aynı ayarda komik duruma düşüyorsunuz.
    yapmayın, gözünüzü seveyim yapmayın, gurban olduklarım yapmayın.

    kime sorsam uzun uzun araştırmalar sonucunda dinsizliği seçtiğini söylüyor fakat açık konuşucam, samimiyetinize inanmıyorum. bu mevzuyu birçoğunuzun adam gibi gündemine bile almadığına eminim. ben inanç mevzularının şakaya gelmeyeceğinin farkındaydım. zira keyfekeder kaprislerim yüzünden yaptığım bir hata, ahiret sonrası sonsuz yaşamıma mâl olabilirdi. ya da boş kuruntularım yüzünden, tek hayat hakkımı, aslında gerçekliği bulunmayan metafiziksel kavramlara ibadet ederek heba edebilirdim. ben bunun farkındaydım, bu yüzden “inanç” olgusunun üzerine titredim ve ''hak'' olana ulaşabilmek gayesiyle uzunca mesailer harcadım.

    bir insanın, anlamlı ve rasyonel bir temele oturtması gereken ilk olgusu inancıdır. zira insan, bütün hayatını, inancının gereklerine göre sürer. müslüman ise, rüşdünü ispat edebileceği tek yer dünyadır, dolayısıyla ahiretine yatırım yapar. eğer ölüm sonrası hiçliğe karışacağı yönünde bir inancı varsa, pragmatist bir hayat felsefesini benimser ve ''dünyadan ne kadar haz alırım'' derdine düşer.

    neyse, yazıyı iyice şişirmeden mevzuya gireyim. kuran'ın neden madde üstü ve sonsuz kudret sahibi bir yaratıcı tarafından gönderilmiş olması gerektiğini anlatıcam. diğer yazının part 2'si gibi olacak. (diğer yazı ne diye soracaksınız, en alta link bırakırım)

    yine bir temmuz akşamı. yine entel entel oturup muhabbet edelim. yine küfür yok, hakaret yok, saldırmak yok. geçen kaldırım kenarında çekirdek çitler gibi muhabbet etmiştik. bu sefer banka geçelim, beton çekiyor bildin mi, çocuğumuz olmazmış, babaannem öyle söyledi.

    yine bir an olsun düşünelim...

    okuma yazma bilmenin dahi lüks sayıldığı; zır cahil, meziyetsiz, idiot ve eğitimsiz bedevilerden oluşan hicaz gibi bir beldede doğuyor hz. muhammed peygamber.

    hâl böyleyken, inkârcıların, nasıl tutturduğunun izahını yapmak zorunda oldukları onlarca kumar oynuyor. onlarca muhtelif konuda ''bu böyledir'' şeklinde net direktifler ile hüküm veriyor ve ''bu böyledir'' dediği şeylerin `sahiden de öyle olduklarını zaman bizlere gösteriyor.

    mesela;

    1) o döneme kadar filozof ve düşünürlerin hararetle tartışmasını yaptığı, “evrenin başı ve sonu var mı yoksa ezeli ve ebedi mi?” münazarasına; sanki “big bang” ve “entropi”den haberi varmışcasına, adeta bir kozmogoni uzmanı edasıyla noktayı koyuyor.

    araf 54, ibrahim 19 ve daha birçok ayette, evrenin “başı” olduğunu; müminun 59 ile araf 187'de ise- “o saat bize gelmez” diyen müşriklere, evrenin sonunun geleceğini söylüyor. hatta bu söyleminden dolayı “mecnun” yaftası bile yiyor. zira 6. yy'da; dedesi, dedesinin dedesi, onların dedeleri vs hep aynı dünyayı görmüşlerdir. güneşe ve aya bakıyorlar, her gün düzenli olarak aynı paradigmasında doğup batıyor. ucunu bucağını göremedikler yeryüzü, sapasağlam ayaklarının altında duruyor. hatta bırak 6. yy'da yaşayan müşrik bedevileri; materyalist kesim bile, hubble 19. yy'da gelip kendilerine tokadı yapıştırana kadar maddenin/evrenin ezeli oluşunu savunuyorlardı. peki 14 asır evvelinden, böyle muğlak ve ağır deney ve gözlem gerektiren bir hususta, nasıl bu kadar mutlak direktifler ile hüküm verebiliyor hz. muhammed peygamber? çöl kumlarının altında teleskop mu saklamışsa, uzaya sputnik'i aslında o mu yollamışsa demek ki, bilemiyorum altan.

    2) enbia 30'da, resmen büyük patlamadan haberi varmışcasına, yerlerin ve göklerin birleşik olduğunu ve tanrı tarafından sonradan ayrıldığını; zariat 47'de ise -kozmik fon radyasyonundan haberi varmışcasına-, evrenin sürekli genişlemekte olduğunu söylüyor.

    bu veriler ışığında günümüz biliminin ileri sürdüğü evren modeli ile, 1400 yıl evvel kuran'ın çizdiği evren modeli taban tabana paralellik gösteriyor. ilginç değil mi?

    modern bilime göre evren:

    - başı var
    - tek bir noktadan meydana geldi
    - sürekli genişlemekte
    - sonu var

    kuran'a göre evren:

    - başı var (araf 43, yunus 3 vs)
    - tek bir noktadan meydana geldi (enbiya 30)
    - sürekli genişlemekte (zairat 47)
    - sonu var (müminun 59, araf 187 vs)

    3) sanki hidrojen ve helyumun sıkışması sonucu yoğunlaşarak gezegen ve yıldızların oluştuğunu biliyormuşçasına, evrenin önceden gaz bulutu hâlinde olduğunu bildiriyor. (fussilet 11) yine bu söyleminden dolayı müşrikler tarafından “mecnun” gibi ağır ithamlarda bulunuluyor. zira “kaskatı” dünyanın, yıldızların, güneşin ve ayın bir zamanlar buhar gibi gaz hâlinde olduğu iddiası, doğal olarak o dönemde insanlara absürt geliyor. fakat müslümanlar, diğer ayetlerin hatırına, zihnen kavrayamadıkları bu habere de iman ediyor. müşrikler ise sırf tasavvur edemedikleri için alay edip masal diyor... tanıdık geldi mi? neyse. :)

    sürekli sözlü tacize maruz bırakılıyorum, bir yandan kılıçla öldürülme teşebbüsünde bulunuyorlar, aynı zamanda müşriklere tevhid inancını aşılamak için canım pahasına çırpınıyorum, sonra onca işin gücün arasında “evren önceden gaz hâlindeydi” şeklinde bir ayet uyduruyorum, yok yea... hadi bu bilgiye o dönemde erişebilmenin imkansız oluşunu geçtim, elin sığır arabı ne anlasın kozmolojiden? 7. yy'da bunu söylememin bana ne gibi faydası olabilr?

    (çok uzatıyorum ya, fazla yorum yapmadan maddeler hâlinde verip geçecem.)

    4) aristo fiziğinden beri süre gelen, “yıldızların sonsuza kadar yanacağı” inancını yıkıyor ve yıldızların söneceklerini söylüyor. (tekvir 2, murselat 8, necm 53, infitar 82) ne hikmetse muhammed peygamber'in attığı “zar” yine düşeş geliyor. 20. yy'da sahiden de yıldızların enerjilerinin tükenip yok oldukları anlaşılıyor.

    5) güneş ve yıldızlar için ışığı kendisinden olan cisimlere kullanılan "ziya", ay için ise ışığı dışardan olan cisimlere kullanılan "nur" tabirini yakıştırıyor. (nuh 16, yunus 5, furkan 61)

    6) yasin suresi 36. ayette; güneşin, kendisi için belirlenen yere kadar “akıp gittiğini” bildiriyor.

    güneş sistemi deyince hepimizin aklına şu geliyor di mi

    bu model eksiktir, aslında sistem şu şekilde işler

    akıp gitmek... ne müstesna bir benzetme ama!

    ayrıca güneş, ay ve dünyadan bahsederken, "...her biri, bir yörüngede yüzüp gidiyor" diyor ve hepsinin ayrı eksenler üzerine yol izlediğinin haberini veriyor (enbiya 33)

    7) adeta bir okyanus bilimci edasıyla; birleşmelerine rağmen, denizlerin birbirleri ile karışmadığını söylüyor. (rahman 19-20)

    bakın, bu ayetleri iyice anlamaya çalışın;

    “iki denizi birbirlerine kavuşmak üzere salı vermiştir. aralarında bir engel vardır, karışmıyorlar.” (rahman 19-20)

    bugün modern bilim; farklı deniz kütlelerini birbirlerinden ayıran engellerin bulunduğunu söylüyor, tıpkı kuran gibi...

    hz. muhammed peygamber'in bırak inceleme fırsatı bulmasını, hayatı boyunca kaç defa deniz görmüştür, veya görmüş müdür meçhul.

    tatlı ve tuzlu su karışmaz. şiddetli dalgalara, rüzgârlara ve nehirlere rağmen karışmazlar. allah bu kanunu koymasaydı, içtiğimiz tatlı su nehirleri deniz suyuyla birbirine girerdi. içindeki canlılar da yok olup giderdi.

    “iki denizi birbirine salıveren o'dur. işte şu susuzluğu gideren tatlı bir su, diğeri de tuzlu ve acıdır. allah aralarına, birbirlerinin sınırlarını aşmasınlar diye engel koymuştur.” (furkan 53)

    bu mucizeleri görmezden gelin, kulak tıkayın, eğip bükün... vallahi o gün geldiğinde sunacak mazeretiniz olmayacak.

    8) yükseklik arttıkça atmosfer basıncının düştüğünü, oksijen seviyesinin azaldığını, dolayısıyla yükseldikçe nefes alıp vermenin zorlaştığını ve göğsünün daraldığını söylüyor. (en'am 125)

    “muhammed düşünmek için dağa çıkıyordu” gibi bir itiraz gelebilir fakat işe bakın ki arap yarımadası'ndaki en yüksek dağ 3 bin metre bile değil.

    ayrıca ayette ''tepeye çıkılıyor gibi'' değil, ''göğe yükseliyormuş gibi kalbine darlık ve sıkıntı verir'' ibaresi geçiyor.

    9) adeta bir botanikçi edasıyla bitkilerin de cinsiyetlerinin bulunduğunu söylüyor. (taha 53, rad 3)

    ayrıca "rüzgârı aşılayıcı (dölleyici) olarak gönderdik..." diyor ve bitkilerin tozlaşarak ürediklerine işaret ediyor. (hicr/22)

    10) "...hareket eden her canlıyı sudan yarattı, ...sudan bir insan yarattı" diyerek, biyolojik olarak her canlının yapısında su bulunduğunun ve suyun vecizesinin altını çiziyor. (nur 45, furkan 54)

    11) "...damlacığı asılıp tutunan bir şeye dönüştürdük. sonra asılıp tutunan şeyi, bir çiğnemlik et hâline getirdik. sonra bir çiğnemlik et parçasını, kemik olarak yarattık. sonra kemiğe et giydirdik" diyerek, insanın embriyodaki oluşumunun (et>kemik>et) sıralamasını en doğru şekilde yapıyor (müminun 14)

    12) insanın topraktan yaratıldığını söylüyor. (müminun 12, secde 7 vs)

    yine o dönemdeki müşriklere absürt gelmiştir bu ayet. zira insan gibi komplike bir varlığın ham meddesinin, toprak gibi sade ve basit bir öz olduğu söylemi uçuk bir iddia. fakat bugün biyolojinin de ilerlemesiyle, toprağın ve insan vücudunun analitik analizi yapıldı ve toprakta bulunan elementelerin tamamının, istisnasız insan vücudunda da bulunduğu gözlemlendi.

    13) sebe toplumunun helakını, daha da önemlisi nasıl helak olduğunu en doğru şekilde tanımlıyor. (sebe 15, 16, 17)

    inkarcılar, kuran bazı kavimlerin helak oluşlarını haber ederken, ''muhammed, tevrat ve incil'den alıntıladı bunu'' ya da “sümer tabletlerinde vardı” şeklinde iddialarda bulunurlar. fakat gelin görün ki, sebe suresi'nde geçen bu ayetler, inkârcıların elini kolunu bağlar. zira sebe toplumunun helakı milattan sonra gerçekleştiği için, bu olay yalnızca kuran'da zikredilir. ne tevrat'ta yazar ne incil'de ne de başka bir kaynakta...

    14) modern bilimin, rakımını günümüzde ancak ölçebildiği “lut gölü”nü, dünyanın en derin bölgesi olarak niteliyor. (rum 3)

    google denen basit arama motoruna ''dünyanın en derin bölgesi'' yazıp taratın. söyleyeceklerim bu kadar.

    15) firavun'un cesedinin, kendisinden sonrakiler ibret alsınlar diye kurtarılacağını söylüyor. (yunus 92)

    firavun'un cesedi, krallar vadisinde, ölümünden tam 3 bin yıl sonra (19. yy'da) bulundu. zaten kuran ''bulunacak'' dediyse bulunur. kuran yanılmaz.

    16) “biz demiri 'indirdik' ki, onda çetin bir sertlik ve insanlar için faydalar vardır.” (hadid 25)

    aa, demiri yer altından çıkarmıyor muyuz? niye ayette “indirdik” deniliyor? hayır, demir dünyanın dışında oluşur. güneş bile, demirin oluşumunu sağlayacak kadar yüksek ısıya sahip değildir. demir, süpernovalar'da oluşur. belli bir noktadan sonra nova yıldızı bu demiri taşıyamaz ve patlar. demir bu şekilde dünyaya düşer. yani modern bilimin de işaret ettiği gibi, demir dünyada oluşmaz, dünyaya iner.

    ayrıca ayette özellikle demire dikkat çekilmesini ve çok ehemmiyetli bir madde olduğunu söyleme sebebini yine ancak 20. yy'da anlayabiliyoruz. zira o dönemde demir ile yalnızca kılıç ve bir kaç araç gereç yapılıyordu. mikrobiyolog micheal denton'ın bir makalesinden kesit spoiler verip buraya aktaracaktım da vazgeçtim, çok uzun. fakat özetle: demir kadar hayati önem taşıyan hiçbir madde olmadığını ve “demir” olmaksızın, yaşamın asla oluşamayacağını söylüyor.

    hz. muhammed, onca işin gücün arasında neden “demir”i övsün? altın ve diğer değerli madenler dururken neden demir? ve neden “güneş ışınları” için kullandığı “en-zelne (indirmek)” kelimesini demir için de kullansın? “verdik” der, bahşettik der, sunduk der, neden “inmek” kelimesi?

    17) bulutların aslında hiç de öyle pamuk gibi hafif olmadıklarını söylüyor. (araf 57, rad 12)

    bugün bulutların ortalama 300 bin ton ağırlığında olduğunu biliyoruz. fakat çıplak gözle bakıldığında, havada süzülen hafif su buharı kümeleri gibi bir izlenim bırakan bulutları tasvir ederken “ağır” demek, ne bileyim ya...

    yemin ederim okuyacağınızı bilsem şu listeyi ona-yirmiye katlarım, her maddenin uzun uzun izahını da yaparım da işte, yazının hacmi artmasın. anlayana sivrisinek saz, kafası almayana davul zurna az.

    ''biz onlara, ufuklarda ve kendi nefislerinde mucizelerimizi göstereceğiz ki, o'nun (yani kuran'ın) gerçek olduğu onlara iyice belli olsun..." (fussilet 53)

    yani nasıl desem hacım, kuran'ın bunlar ve bunlar gibi onlarca muhtelif konuda bilgi, yazıldığı dönemin şartlarıyla meçhul bilimsel veriler, tespitler ve haberler vermesi, bunca farklı konuya atıfta bulunup hiç yanılmaması, -en basit tabiri ile- ''normal'' olamaz.

    allah enbiya suresi 37. ayette delillerini/mucizelerini bizlere göstereceğini söylemişti. işte delilleri, işte mucizeleri!

    şu ayetin muhattabı olmayın: ''...delil olarak ne getirirsen getir, biz sana inanmayacağız.'' (araf 132)

    hz. muhammed'in herhangi bir şekilde entelektüel birikimi olmadığını biliyoruz. en sağlam rivayetlere göre yalnızca bir kaç defa hicaz bölgesi dışına çıkıyor, o da ticaret amaçlı. birinin hz. muhammed'in dizinin dibinde oturup 23 yıl boyunca sistematik bir şekilde onca peygamber kıssası, şeri, içtimai, hukuki ve sosyal hüküm, dini ve fasihin zirvesinde ebedi metin içeren derli toplu bir kitap yazdırmasını bekleyemeyiz. çevresinde bunu yapacak/yaptıracak kadar donanımlı bir kaç kişi dışında kimse yoktu zaten. rahip bahira desen, 9-10 yaşlarındayken yalnızca bir defa görüşmüştü. varaka bin nevfel desen, henüz peygamberliğin ilk yılında vefat etti. varaka'sız 22 yıl boyunca nasıl din uydursun? zaten müşrik takımına baktığımızda, peygamber'e ithafen “sen falanca kişiden öğreniyorsun” iddiasının üzerinde durmak yerine “mecnun” şeklinde yaftaladıklarını görürsünüz.

    ne diyeyim ki? daha önce bilal'e anlatır gibi anlattım anlamadınız, recep bakkal'a anlatır gibi anlattım yine “belki de?” demediniz. şimdi de üst kattaki nebahat abla'ya anlatır gibi anlattım, belki düşünüp akıl edersiniz.

    ekşi'de “denizi yaran adamı kovalamaya devam etmek” diye bir başlık açıp 56 iq'lu hâlleriyle musa peygamber ve kızıldeniz'in yarılması olayı üzerinden ironi yapmışlardı. evet ekşici, denizin yarılmasına şahit oldular fakat buna rağmen inanmadılar, evet. muhtemelen firavun ve ordusunun yerinde olsaydınız, siz de gözleriniz ve kulaklarınız ile şahit olmanıza rağmen iman etmeyecektiniz. içinizdeki arsızlık, dediğim dediklik, statükoculuk, nefret ve tekebbür buna mani olacaktı. tıpkı apaçık mucizelere işaret eden kuran ayetlerini zorla eğip bükmeniz ve bu şekilde kendinizi zorla avutup kandırmanız gibi...

    ama üzgünüm, hakikat sizin keyfekeder kaprislerinize göre şekillenmiyor. neyi arzuladığınızın önemi yok; hak hak ise, isteseniz de hak, istemeseniz de.

    ayrıca “onlar açık şekilde mucizeler ile muhatap oldular, ben de görmek istiyorum...'' şeklinde bir savunma mekanizması geliştirmişsiniz. bu, ne şimdi, ne de allah katında geçerli olmayacaktır.

    isa peygamber zamanında tıp ileri seviyedeydi, allah isa'ya ölü diriltme mucizesi verdi. musa peygamber zamanında sihir ve büyü yaygındı. musa'ya asadan yılan çıkarma ve beyaz el gibi mucizeler verdi. hz muhammed peygamber zamanında şiir ve edebiyat çok gelişmiti. muhammed peygamber'e de fasihin ve belagatın zirvesinde bir kitap indirdi.

    e günümüzde ise bilim altın çağını yaşamakta. allah da bilimsel bazı verileri, 1400 yıl evvelinden zikrederek mucizelerini bizlere gösteriyor. her şey o kadar açık, o kadar net ve mutlak ki... doğru olmasını istediğiniz fenomenlerin değil de, doğru fenomenlerin arkasından gitseniz yetecek aslında. bir deneyin lan, deneyin bakın nasıl mis gibi oluyonuz.

    ben her şeyin doğrusunu bilen, her şeyin farkında olan mümeccim başı değilim. sonuçta yaşım olmuş 21, mahallede çocuklarla misket oynarken mızıklıyorum. ben doğru olduğu kanaatine vardığım fikri beyan eder geçerim. bu yüzden siz beni de sallayıverin.

    hatta aklınız varsa, herkesi ve her şeyi boşverin. bütün ön yargılarınızdan kurtulun. oturun ve kendi doğrularınızı kendiniz inşa edin. araştırın, okuyun, öğrenin, bilin, bildikleriniz üzerine düşünün, felsefe yapın, karşı argümanları da irdeleyin, “acaba gerçeklik payı var mı?” deyin. duygusal yaklaşmayın. bu din ne mevcut despot hükümetin, ne de onlardan başkasının dini. kimseye tepki olarak inancınızı terk etme yoluna gitmeyin.

    bir ingiliz atasözü var canolar: ''atı suya götürebilirsin, ama oradan su içmesini sağlayamazsın.'' size izah ederim fakat duyumsamanızı sağlayamam. tesiri oluyor mu bu söylediklerimin bilmiyorum, bilemiyorum, bilemeyeceğim. anlatıyorum, umarım idrakına varıp söylediklerimi iyice kavrarsınız.

    “ancak akıl ve vicdan sahipleri anlar.” (rad 19)

    son olarak işin psikolojik yönene baktığımızda, din, insana müthiş bir yaşama arzusu aşılıyor. mesela benim; halâ müstebit kimselerin anasını bellediği şu çivisi çıkmış mütegallibe dünyanın içerisinde yaşamımı sürdürebilmemin en büyük sebebi, allah'ın varlığıdır. aksi hâlde mutlak adaletin gerçekleşeceği bir ahiret hayatı yoksa, çekilecek gibi değil moruk bu dünya. münevver karabulut ile cem garipoğlu'nun aynı toprağa karışıp hiçlikte kaybolacakları inancını ciddi ciddi içimde barındırsam; “düzerim böyle işi, oynamıyorum lan ben” deyip intihar ederdim. meryem'in de, firavun'un da aynı yere gittiği bu dünyada anlam aramaya utanırım açıkçası. zaten vücudum serotonin kıtlığı çekiyor. zaten demet akalın ile hande yener ortak albüm çıkarmış gibi hissediyorum, zaten mutlu olma eşiği dipleri oynayan yarı depresif bir tipim. şu an karşıma ağzı kulaklarında dünyanın en mutlu adamını getirin, yarım saat muhabbet edelim, 31. dakikada depresyona girer yemin edierim. bu dünyada zarar ediyorum olum ben. memnuniyetten çok, maddi ve manevi elem duyuyorum. insan zarar edeceğini bile bile bir ticarete girişir mi? işte, yine aklı başında kimse, kahrın ve kederin memnuniyetten fazla olduğu bu dünyada yaşayıp zarar etmez. hele hele farkındalığı yüksekse...

    sözün özü: günlerce odama kapandığımda ve aval aval tavanı seyrettiğimde, yemek yemeye bile mecalim olmadığında, acaba ellerim ayaklarım boşalır da düşer miyim tedirginliği ile olduğum yere oturmak zorunda kaldığımda, her şeyden ve herkesten bezdiğimde, bitap düştüğümde; tembelliği tenkitle yasaklayan dinim sayesinde ayağa kalkıyorum ben. “bir iş ve oluştan boşalır boşalmaz başka bir işe koyulup yorul!”(inşirah 7) diyen rabbi dinliyorum, dinlemek zorunda hissediyorum ve kalkıyorum. okuyorum, çalışıyorum, üretiyorum, düşünüyorum... bunların hepsini yapmak için gerekli itici gücü bana ancak din sağlıyor. bağcıklarımı bağlamaya dahi üşenen ben, günlerimi verip yardım faaliyetlerine katılabiliyorsam eğer; ahirette allah, “kulum ne getirdin” dediği zaman apışıp kalmayayım diyedir. sendelediğimde, hatta manen çöktüğümde, ''bismillah'' deyip şükürle kalkabiliyorsam, bunun sebebi dinimdir. yani çok uzun zamandır yalnızca allah var diye yaşıyorum. gerekli motivasyonu ve yeterli dinamiği ancak din sağlıyor zira.

    neyse, fazla dırdır ettim ama kızmayın. mudara, size yalnızca mahdut bir kozmik atığa dönüşecek basit ve değersiz et yığınlarından ibaret olmadığınızı hatırlatmaya çalışıyor.

    bu arada marangoz ahmet ve terzi mehmet'e selamlar. kaçtım ben, hadi baş baş...

    edit: aklın gözü denen münhal sayfa sürekli surette engelleyip gerisin geri kaçmasa, münazara edecez aslında

    twitter'da engel yemediğim popüler ateist sayfa kalmadı. efe aydal bile blog attı

    halbuki küfretmiyorum, sövmüyorum, en ufak bir hakaret dahi etmiyorum. gayet yumuşak ve nazik bir dille, çelişki diye ileri sürdükleri argümanların aslının öyle olmadığının izahını yapmaya çalışıyorum.

    mesela aklın gözü hesabı, geçenlerde bir zincir atmıştı. “hadisler ile ayetlerin aslında birbirlerine çok benzediğini” iddia etmişti. delil olarak da sahabelerin, uhud savaşı'nda peygambere yönelttikleri soruyu delil göstermişti.

    daha henüz “gayr-ı metluv” vahiyde haberi yok ki garibimin, islam eleştirisnde bulunuyor. kuran'dan olmayan fakat allah tarafından cebrail vasıtası ile gönderilen haberler vardır. islam'ın ilk dönemlerinde, müslümanların aksa'ya yönelmeleri gerektiği haberi gibi. kuran'da yazmaz fakat allah tarafından bildirilmiştir.

    uhud savaşı'nda sahabelerin, “müşrikleri kendi mevzilerimizde mi karşılayalım yoksa mekke-medine arası bir noktada mı savaşalım” sorusuna, peygamberin verdiği yanıt sonucu “ey allah'ın resulü, bu senin şahsi fikrin midir yoksa allah mı söyledi” şeklinde tepki vermeleri de bu sebeptendir.

    yani ortada ''lafzi'' bir metin bile yok, ''fikir'' var.

    bu attığı twite, yan hesap açıp tam cevap vermeye başladım, daha zincirin ikinci halkasına twit girmeden engelledi. pusuda mı bekliyorsa artık nedir. sonra ortamlarda, ''dinciler bizim argümanlarımıza cevap veremiyür'' diye dolanıyorlar ya, ona yanıyorum.

    işte, yaptıkları eleştiriler bu kadar tutarsız ve ucuz. islami ilimlere benim gibi biraz hakim kimseler, o hesaptaki zincirlere ancak güler. fakat bunları size anlatamam, beni anlayamazsınız. bu tıpkı, toplama çıkarma dahi bilmeyen ilkokullu bir çocuğa tanjant ve kotanjant anlatmak gibi bir şey olacaktır.

    twitter hesabım: https://mobile.twitter.com/mudaraa_
  • umutsuz yaşanmaz gençler.
  • sık sık mezarlıkları ziyaret ediniz.
    yüzünüzdeki simetriye (%100 olmasına gerel yok) bakınız. ilk insandan bugüne kadar tüm simaların farklı olmasına bakınız. her gelenin farklı sima olmasına bakınız.
    meyvelere bakınız.şekillerine kokularına faydalarına..sebzelere...bilimlerdeki sistemlere bakınız..bunları yapanı düşünün..
    egonuzu, kibirinizi, şeytandan gelen o üstünlük zannınızı yeniniz.
    çünkü toprağın altı yüksek egolu, kibirli, diğer insanlara karşı üstünlük taslayanlarla dolu.
  • itiraz entry'si....

    ya ben bu ateistleri anlayamıyorum.

    islam’a karşı tutarlı eleştiride bulunamamanız ve kuran’a karşı sarfınazar bir tutum sergilemeniz, samimiyetsizliğinizin ve gerçekçi olmayışınızın en bariz göstergesidir. tarih boyunca hiçbir septiğin, oryantalistin ve bilumum islam eleştirmeninin yapmadığını yapıyorsunuz. stalin ve mao gibi milyonların katili dikdatörleri bile tutarlı eleştirebiliyorsunuz. “amaç edindiği ideal devlete erişebilmek gayesiyle kan döktü” ya da “yaşam standartlarını yükseltmek için yaptı” ya da “kan dökülmeden devrim yapılmaz” diyip haklılık paylarının olduğunu söyleyebiliyorsunuz. fakat 800 yıl boyunca hakimiyeti altına aldığı beldelerin refah seviyesini şaha kaldırmış bu dine ve mensuplarına gelince, nesnel bir şekilde ele almak yerine, etrafa salya sümük saçarak, küfürle, hakaretle saldırıyorsunuz?sezar’ın hakkını sezar’a vermek için, sezar’ın oğlu olmanız şart değil ki. azıcık objektif eleştiri yapma yetisine sahip olmanız yeterli aslında.

    mesela ben aristo'nun ve platon'nun eserlerinden bahsediyorum, doğrularına "doğru" diyorum diye pagan mı oluyorum?

    bir oluşa, bir fikire, bir duruma pozitif yönde atıfta bulunmak için, onu benimsemiş olmam mı gerekiyor?

    edit: evrenin genişlemesi ve tek bir noktadan açılım ile ortaya çıkması olayının kuran ile olan ilintisine şu entry'de detaylıca değindim: #74495058 ayrıca müslüman bir kozmologtan kuran'daki evren modeli: http://www.yaklasansaat.com/…lama/buyuk_patlama.asp

    edit: ''tanrı varsa çocuklar neden ölüyor''cuları şöyle alalım: #76918979

    edit: lut gölü’nün en alçak bölge olması roma pers savaşı için: (bkz: #74130865)

    edit: “bu zaten hint felsefesin de vardı. bunu apolonyus söylemişti, yok falanca antik yunan kitaplarında yazıyordu, yok mısır felsefesinde bu vardı, aztek'ler şunları söylemişti.“ciler gelmiş.

    mesela kuran zuhur etmeden önce dünyanın yuvarlak olduğu inancı olduğu kadar, tepsi şeklinde bir dünya modeli inancı da hayli yaygındı.

    öyle bir peygamber ki; hint, mısır, yunan felsefelerinden hep doğru teorileri seçmiş olsun, işe bak.
  • üst edit söz konusu dinin hakim olduğu kültür ikliminde büyüyen çocuklar: (bkz: yavru köpeğin ayaklarının kesilme videosu)

    tamam ağır konuş da.. dövmeğe kalkma.. sora 6 hafta çorbadan başka bişey yiyemezsin.

    - bir adamın bir denizi ortadan ikiye yardığına,
    - bir adamın büyük bir gemi yapıp,tüm hayvanlardan birer çift alıp,2000 metrelik dalgalardan kurtulduğuna,
    - bir adamın ayı ikiye yardığına,
    - bir adamın yasaklı meyveyi yiyerek cennetten kovulduğuna,
    - bir adamın alevlerin içerisinde yanmadığına,
    - bir adamın su üzerinde yürüdüğüne,suyu şaraba çevirdiğine,
    - bir adamın rüzgarı kontrol ettiğine,
    - bir adamın hayvanlarla konuştuğuna,
    - bir adamın taş,çakıllarla konuştuğuna,
    - bir adamın elindeki asayı yılana çevirdiğine,
    - bir adamın kayadan deve çıkarttığına...

    inanan bir kimsenin, dinden çıkmak üzere olanları tekrar dine döndürmek üzere öne sürdüğü argümanları bilimsel gerçeklerle desteklemeğe çalışması ironik değil mi..?
  • çıkın.
  • aklıngözü 'ne ışık tutun yeter , o size hakikati gösterecektir.

    ( edit: ulan spamlamışlar hesabı (bkz: doğru söyleyeni dokuz köyden kovarlar)
    mastadon hesabı da var floodları bulabilirsiniz belki orada , twiterda aklın gözü yedek diye aratırsanız eğer oradan yazmaya devam ediyor diye hatırlıyorum. )
hesabın var mı? giriş yap