• aynı zamanda kitaba ismini veren aşağıdaki kısmıyla aklımda yer eden akgün akova'nın bir kitabı;

    ''bazı sözler, yürekteki buz tabakalarını, ne kadar kalın olurlarsa olsunlar, birkaç saniyede kırarlar. katılığın sarsılmaz kalelerini çökertirler, duygusallığın önünde yükseltilmiş duvarları yıkarlar. bizi, içinde tek yolcu olarak 'pişmanlığın' oturduğu bir 'duygulararası' uçağa bindirir ve büyük bir hızla anılarımıza çarparlar. onlardan geriye sadece savrulan gölgeler ve yaralanmış harfler kalır.

    bu sözlerden birini hiç unutmuyorum.

    ben unutmaya çalıştıkça, yaşam adını verdiğimiz anılar ağacının dallarına konan bir kuş, şarkısının arasına o sözü de sıkıştırıyor:

    elimi bırakma...

    anı ağaçlarının doldurduğu bellek ormanına dolan gece, birdenbire yankılarla buluşuyor:

    elimi bırakma...
    elimi bırakma...

    evlerin damlarının sıcağa iyice alıştığı bir yaz öğlesinde koşuyorum. kavak ağaçlarının çevrelediği bahçenin uzak köşesinden gelen sese doğru. kötü bir şeyler olduğunu sezinlemenin telaşıyla düşe kalka. ses, bahçenin sonundaki kuyunun yakınından geliyor ve geometrinin patlattığı bir gölge gibi kulaklarımı dolduruyor:

    elimi bırakma!
    elimi bırakma!
    elimi bırakmaaaa!!!

    ben kuyunun yanına varmadan bir kaç saniye önce, iki elin birbirinden kopuşu... küçük bir gövdenin suya çarparken çıkardığı ses... suyun içinde çırpınan çocuğun çığlıkları... kuyunun sessizliğe gömülüşü... elinden kayan kardeşini kurtarmak için kuyunun karanlığına atlamak isteyen ağabeyi durdurmaya çalışışım.... kuyunun başında aklını yitirmişcesini ağlayışı... koşup mahalledekilere haber verişim... bir daha ağaçlara tırmanıp, birlikte elma toplayamayacağım arkadaşımın kuyudan çıkarılışı... bir arkadaşımın ölüsünü ilk kez görüşüm...

    yıllar, kuyuların içini toprakla doldura doldura, zamanın kaydırağından kayıp gitti. bense, çığlıklarla dolu o kuyunun başında kalakaldım ve yaşamımın herhangi bir anında kim bana 'elimi bırakma' dediyse, onun elini bırakamadım. bıraksam, elin sahibi, kuyunun dibinde yitip giden çocukluk arkadaşım gibi, ölüme açılan pencereden bana son kez bakacakmış gibi duygusuna kapıldım. bu yüzden, hak etmeyen insanların elleri bile, avucumun içinde kaldı hep. kimi gün, yeryüzünün, yan yana gelmiş iki elin içinde soluk alıp verdiğini duyumsadım. korkunun ve yalnızlığın el ele tutuşularak yenileceğini farkettim. aşkın ellerle kutsandığını, emeğin ellerle yüceltildiğini anladım. bebeklerin, yürümeden önce, elleri üzerinde emeklediklerini gördüm. avuçlarımdaki yaşam çizgilerine bakıp geleceğimi göreceklerini söyleyen falcıların geçmişlerinin yanından gülerek geçtim. tren istasyonlarında, yol kıyılarında oturup, tanımadığım yolculara el salladım. uyurken ellerimi hep yastığın altına soktum. beğendiklerimi alkışladım, sevdiklerimi okşadım...
hesabın var mı? giriş yap