• barış aktivisti, paris-viii üniversitesi öğretim görevlisi, yazar.
    lübnan doğumlu gilbert achcar, fransa'da savaş karşıtı agir contre la guerre (savaşa karşı eylem) üyesi.

    achcar, paris-viii (saint-denis) üniversitesinde siyaset bilimi ve uluslararası ilişkiler ogretim gorevlisi ve le monde diplomatique gazetesi yazarlarından.

    türkiye'de yayınlanan kitapları:
    barbalıklar çatışması (everest, 2002).
    evrenin efendileri (tarık ali ve başkaları ile) (om ekonomi-politik, istanbul, 2001).

    yeni kitabı eastern cauldron: islam, afghanistan, palestine and iraq in a marxist mirror (doğu kazanı: marksizmin aynasında islam, afganistan, filistin ve irak) bu ay yayınlanacak.
  • 19 subat cumartesi gunu kuresel baris ve adalet koalisyonunun toplantisi icin turkiyeye geliyor. toplantinin basligi savassiz bir dunya icin istanbul bulusmasi. taxim hill otelde, saat 13.00'de...
  • siyasi gazete'nin nisan 2005 sayısında kendisiyle yapılan bir röportaj yayınlandı. meraklısına:

    “lübnan halkı için de en büyük tehlike abd-israil siyaseti”

    türkçe’de de yayınlalan “barbarlıklar çatışması” ve “marksist aynada orta doğu” gibi birçok çalışması ile yakından tanıdığımız lübnan asıllı fransız marxist gilbert achcar, aşağıdaki söyleşide, lübnan’da yaşanan son gelişmeleri ve bu gelişmelerin bölgedeki olası yansımalarını değerlendiriyor.

    söyleşi: gökçe susam

    lübnan’da yaşanan son gelişmelerin ardından ülkede dengeler ne yönde değişiyor? yaşananların bölgenin geneline nasıl yansıyabileceğini düşünüyorsunuz? ülkede yeniden bir iç savaş yaşanması riski söz konusu olabilir mi?

    bu gerçekten somut koşullar itibariyle sorulması gereken bir soru. yaşanan son olayların lübnan’da tansiyonu oldukça yükselttiği açık.

    bugün ülkede etkin olan toplulukların siyasi konumları, lübnan savaşı (1965-90) yıllarındakiyle aynı değil. bu dönemle bugünün aradaki temel fark, ülkenin iki büyük kesimini oluşturan hıristiyan cemaat ile şii cemaat arasında bir kutuplaşmanın baş göstermiş olması. sünni ve dürzi cemaatlerin çoğunluk eğilimleri de hıristiyan cemaatin yanında ve suriye’ye ve suriye yandaşı mevcut rejime karşı muhalefeti beraber yürütüyorlar.

    ne var ki, bu durum geçici ve gelecekte siyasi pozisyonların ne olacağını, nereye evrileceğini söylemek zor. örneğin, sünni cemaati gibi bir topluluk, eğer durum kötüye giderse kendini çok daha ayrışmış, farklı gruplar tarafından paylaşılmış olarak bulabilir.

    ayrıca bölgedeki gerginliğin silâhlı çatışmaya doğru kayma tehlikesi de var. ancak, bu riski azaltacak birçok neden de var. lübnan, savaş

    “bugün irak’ta şiddetlenen mezhepler arası çatışma ortamı, suriye’deki aleviler ve sünniler arasında da yaratılabilir. kuşkusuz lübnan’ın parçalanması da bu perspektif içinde değerlendirilmelidir. ayrıca, lübnan’da yaşanacak bir ayrışmanın bölgede bu yöndeki dinamikleri tetikleyici bir rol oynayacağı da düşünülebilir. bugün israil’de iktidarda olanların bir bölümünün zihinlerinde kesinlikle yeri olan düşünceler bunlar.”

    sonrası yaralarını hâlâ sarabilmiş değil. çok yorgun bir nüfusa sahip. yeniden bir savaşa girişilmesi oradaki tüm toplulukları bu açıdan kaygılandırıyor. diğer yandan, ülkedeki siyasi güçler bugün bir silâhlı çatışmaya girmeyi çok daha zor göze alırlar, çünkü ülkedeki herkes yaşanan 15 senelik yıkımın ardından, bu hikâyenin kazananının olmadığını iyi biliyor. bugün lübnan’daki siyasi güçlerin, mücadeleyi siyaset çerçevesinde yürütme, silâha başvurmama bilgeliğini sürdüreceklerini ummalıyız.

    buna karşılık, son saldırılarda bir kez daha açıkça gördüğümüz gibi, gelişmelere yön veren karanlık güçler de söz konusu. gerilimi tırmandırmak, ülkede kaotik bir ortam yaratmak amacıyla gizlilik içinde eylemlerini yürüten güçler. herkes kendi siyasi tutumuna göre yaşananlar için şunu ya da bunu suçluyor. bu çerçevede geleceğe dair kestirimler yapmak oldukça zor ama lübnan’da durum kötüye giderse, bölgenin bütününde bunun yansıması görülür. bu durumun irak’ta yaşananlar nedeniyle zaten son derece istikrarsız olan bölgenin istikrarsızlığını arttıracağı kesin.

    suriye’nin askerî gücünü lübnan’dan geri çekmeye başladığı bu dönemde israil devleti’nin nasıl bir politika izlemesi bekleniyor? ülkede suriye’nin oynadığı role talip olması söz konusu olabilir mi?

    kuşkusuz, israil, lübnan’da, suriye’nin oynadığı rolü oynayamaz. israil, geçmişte lübnan’ın bir bölümünü işgal ettiğinde, silâhlı, çok güçlü ve etkin bir direnişle karşılarşmıştı. 2000’de, bildiğimiz koşullarda, israil, ordularını lübnan’dan geri çekmeye zorlanmıştı. bu direniş israil ordusunun –bugün irak’taki amerikan ordusu ve diğer ordular gibi– tam olarak “yabancı bir işgalci” olarak görülmesinden kaynaklanıyordu. israil askerleriyle çatışmaya giren silâhlı direnişçilerinkine benzer hiçbir tepkiyle karşılaşmaksızın suriye’nin uzun yıllar boyunca lübnan’da asker bulundurduğunu göz önüne almalıyız.

    neden israil askerlerine silâhlı bir direniş gösterilirken, suriye askerlerine gösterilmiyor?

    suriye ordusu, israil ordusundan daha çok korku saldığı için ya da daha güçlü olduğu için değil. suriye ile lübnan arasında kültürel anlamda pek çok ortak payda var. ayrıca bu iki devlet, uzun yıllar osmanlı yönetiminde aynı siyasi çatı altında yer almışlar. suriye’nin lübnan’daki askerî varlığı konusunda, uzunca bir süre, uluslararası alanda olduğu kadar, lübnan içinde de bir “konsensüs” vardı. gruplar, suriye’nin ülkedeki varlığını düzenin sağlanması açısından bir “garanti” olarak gördüler ve kabullendiler. ve bu durum, lübnan’daki gruplar arasında ancak 1990’dan sonra sağlanabilmiş barış hâline kesinlikle katkı sağlıyordu.

    israil’in ise yukarıdaki işlevi yerine getirebileceği düşünülemez. israil’in lübnan’ı işgal etmek niyetinde olduğunu, bunun plânlarında yer aldığını sanmıyorum ama, israil, suriye’yi askerlerini çekmeye zorlamak konusunda abd tarafından cesaretlendiriliyor ve destekleniyor.

    “israil neden suriye’nin lübnan’dan çekilmesini istiyor?” sorusunun temel yanıtı, israil’in lübnan’daki hizbullah’ı güçlü ve tehlikeli bir düşman olarak görüyor olması. suriye’deki rejim, irak’ın işgalinden beri abd’nin bölge politikalarına karşı ciddi bir muhalefet sergiliyegeliyor. hamas, önceki irak savaşı’nda (1990-92) takındığı tutumun –hamas, abd tarafından yönetilen “saddam hüseyin karşıtı koalisyon”a katılmıştı– aksine, bu kez, irak’ın işgaline karşı.

    yeni durum, aslında, abd’nin suriye’ye bu tavır değişikliğinin bedelini ödetmek istemesinin bir sonucu. ve israil, hizbullah’ın abd’nin yoğun baskısına maruz kalarak güç kaybedeceği ümidiyle washington’u suriye karşıtı bir yöne çekmeye çabalıyor. durumdan temelde böyle bir fayda sağlamaya çalışıyor.

    ayrıca bildiğiniz gibi, birleşmiş milletler güvenlik konseyi’nin washington ve paris tarafından da desteklenen 15. ve 59. kararlarında, sadece “lübnan’dan yabancı orduların çekilmesi” ifadesi yer almıyor; temelde suriye’yi hedef alan bu ifadenin yanı sıra, hizbullah kast edilerek, “milislerin silâhsızlandırılması” da isteniyor.

    yani, israil’in lübnan’daki eylemlerinin temel hedefinin hizbullah olduğunu söyleyebiliriz. bunun ötesinde şaron’un da içinde yer aldığı siyonist hareketin radikal çevreleri, her zaman, bölgenin bütünlüğünün parçalanmasının israil’in yararına olduğunu düşündüler. potansiyel tehdit oluşturabilecek büyük devletler yerine, dini ya da etnik bir çok küçük devletin varlığı çıkarlarına daha uygun görünüyor.

    aynı şekilde, suriye’nin parçalanması da oldukça değerli bir gelişme olacaktır onların gözünde. bugün irak’ta daha da şiddetlenen mezhepler arası çatışma ortamı, suriye’deki aleviler ve sünniler arasında da yaratılabilir. kuşkusuz lübnan’ın parçalanması da bu perspektif içinde değerlendirilmelidir. ayrıca lübnan’da yaşanacak bir ayrışmanın bölgede bu yöndeki dinamikleri tetikleyici bir rol oynayacağı da düşünülebilir. bugün israil’de iktidarda olanların bir bölümünün zihinlerinde kesinlikle yeri olan düşünceler bunlar.

    önümüzdeki dönemde lübnan’da dini ve etnik topluluklar arasında ne tür çatışmalar yaşanabilir? ülkede islâmî bir radikalleşme gündeme gelebilir mi? çok etkin ve silâhlı bir güç olan hizbullah’ın suriye’nin çekilmesinin ardından konumunu nasıl değerlendirebiliriz ?

    hizbullah, çok güçlü bir şii örgütü ve şii cemaatin içinde hegemonik bir güç hâline geldi. hizbullah eylemsel olarak gücünün doruğunda diyebiliriz. ülkede silâhlı çatışmanın başlaması hâlinde hizbullah’ın da radikalleşmesi söz konusu olabilir. şu an için bu kötüye gidişi engelleyen en önemli nedenlerden biri hizbullah’ın oldukça sorumlu davranması.

    hizbullah, özellikle siyaset sahnesindeki etkin yeriyle ülke çapında büyük bir siyasi güç hâline geldi. bildiğiniz gibi, hizbullah meclisteki önemli güçlerden birisi. ayrıca sosyal yardım, eğitim gibi konularla ilgilenen bir “kurumlar ağı”na sahip. bu tip kurumlar hizbullah’ın gücünü artırıyor. yalnızca silâhlı bir güç değil hizbullah; iran tarafından sağlanan para ile şii cemaatine çeşitli hizmetler sunarak, sosyal ve siyasal anlamda bütünleştirici bir özelliğe de sahip oldu. hizbullah’ın artık siyasi bir güç olmak için silâha ihtiyacı yok.

    uzlaşmacı bir çözüm olarak, suriye ordusunun çekilmesinin ardından, hizbullah’ın silâhlı güçlerinin lübnan ordusuna yardımcı birlik olarak katılması söz konusu olabilir. bu, biraz bugün irak’ta tartışılan durumla, mukteda el-sadr’ın milislerinin ülkenin askerî gücüne dahil olmayı talep etmesiyle benzeşiyor. bu, lübnan için imkânsız bir şey değil. bunu, bütünleşmeden yana güçlerin siyaset alanına dahil edilmesi için atılmış bir adım daha olarak da okuyabiliriz.

    bu noktadan sonra durumu nasıl değerlendirmek gerek? bu soruya yanıt verebilmenin tek yolu sanırım bölgede iyi bilinen bir yöntemi kullanmak, kahve falına bakmak!

    bilinen ve bilinmeyen çok fazla faktör var. karanlıkta kalanlar da dahil. tam da bu yüzden dünyanın bu bölgesinde neler olup biteceğine dair net bir tahmin yapmak kesinlikle imkânsız. tek söyleyebileceğimiz, hizbullah’ın, her halükârda, görece ılımlı bir tavır sergiliyor olduğu. bugün lübnan’daki diğer etnik ya da dini topluluklardan, siyasi güçlerden daha üstün konumda olmasına rağmen, gücünü kullanmayı tercih etmiyor; çünkü, bunun, israil’e ve abd’ye lübnan’ı vurmak için bir gerekçe, bir fırsat sağlayacağını iyi biliyor. bütün bunlar bize lübnan’ın bir dengeye dayandığını ama aslında bu dengenin çok kırılgan olduğunu gösteriyor.

    hizbullah’ın ülkedeki bu köklü gücü karşısında abd’nin nasıl bir strateji geliştirmesini bekleyebiliriz?

    washington’un hizbullah karşısındaki tavrı müttefiki israil tarafından dikte ediliyor. washington, iran’ı bölgedeki baş düşmanlarından biri olarak görüyor ve hizbullah iran’la çok güçlü bir bağa sahip.

    bunun dışında, washington, hizbullah’ın lübnan’daki büyük gücünün farkına varabildi. hizbullah yalıtılmış, küçük terörist bir grup değil –8 mart’ta düzenlediği kitlesel eylemle bunu bir kez daha ispat etmişti. “terörist grup” dediğimizde akla daha küçük-kaçak yapılar gelir. böylesi bir eylemde binlerce kişilik kitleleri harekete geçirmeye muktedir bir güç gelmez. bu da, kuşkusuz, abd’nin tavrında etkili oluyor. lübnanlı marunî bir lider çok yakın bir zamanda washington’a bir ziyarette bulunmuştu. bu ziyaretin temel amacı washington’un hizbullah karşısındaki tavrını yumuşatmaktı.

    bu tavır değişikliği sonucunda hizbullah’ın silâhsızlanması öngörülüyor. silâhsızlanmayı ve siyasi çerçevede bir rolle yetinmeyi kabul ederse, hizbullah’ın çökertilmesi, yok edilmesi gerekliliği kendiliğinden ortadan kalkacak. böyle bir tavrın hem hizbullah hem de washington cephesinde ne derece gerçekleştirilebilir olduğunu göreceğiz. ama şu an için, abd’nin hizbullah’ı geri çekilmeye zorlayacak baskı ve tehdit araçlarını elinde tuttuğu çok açık.

    abd’nin suriye politikasını büyük orta doğu projesi (bop)nin yeni bir etabı olarak okumak sizce mümkün mü?

    öncelikle ben, bop’u demokratikleştirme iddiasında bir ilerleme projesi olarak sunmanın, gerçekliği yansıtmaktan çok bir bahaneye sığınmak olduğunu düşünüyorum. abd’nin bugünkü suriye politikası –geçmişte de olduğu gibi– bu rejimi, washington ile işbirliği yapmaya zorunlu kılmak üzerine kurulu. 1976’da hamas lübnan’a girdiğinde bunu washington’la anlaşarak gerçekleştirmişti. solu ve filistinlileri hedef alan bir ortaklıktı bu. iki yıldan az bir zaman sonra siyasi konumlar değişti. hamas ve washington arasında yeniden karşıtlıklar baş gösterdi. 1990-91’de hamas irak’a saldıran koalisyonun içindeydi. ama 2003’te hamas irak’ın işgaline karşı tavır aldı. yani bunlar zaman içinde dalgalanmalar gösteren ilişkiler.

    şu an için abd’nin suriye’den asıl istediğinin özellikle irak dosyası üzerinde işbirlikçi, uzlaşmacı bir tavır olduğunu söyleyebiliriz. çünkü suriye, irak’taki baas’ın suriye’ye sığınabilmiş kısmını ve ayrıca sınırı kontrol edebilme gücüne sahip.

    bunun ötesinde, amerikan yeni-muhafazakârlarının arasında, suriye’deki rejimin kesinlikle devrilmesini isteyen kişiler var. şalabi ya da hallavi gibi isimler cnn’de “suriyeli muhalifler” olarak sunuluyor. bunlar arapça’dan daha iyi ingilizce konuşan, suriye’deki somut durumu yansıtmakla uzaktan yakından ilgisi olmayan kişiler. irak’ta, iran’a yakın şii grupların da içinde yer aldığı, abd’nin müttefiki olan, etkin ve güçlü muhalefet grupları vardı. oysa suriye’de benzer bir durumun geçerli olduğunu söylemek mümkün değil. bu nedenle washington’un suriye’ye yönelik tavrı, özellikle hamas rejimiyle azami işbirliğini hedefleyen, pragmatik bir tavır.

    bop’a gelince…bölge bugün ciddi şekilde istikrarsızlaşmış, dengeleri bozulmuş durumda. ve bu istikrarsızlığın kesinlikle washington’un arzu ettiği yönde gitmediğini söyleyebiliriz. hâttâ tam aksi bir durum söz konusu. washington’un müttefiki suudî arabistan, mısır gibi rejimler de giderek daha çalkantılı bir sürece giriyorlar. irak gibi demokratik bir açılım yaratılmış yerlerde ise, egemen olan grupların washington’la dost olduklarını söylemek pek mümkün değil. kısa süre içinde, bu “büyük orta doğu projesi” denilen şeyin, washington’u gitgide çok daha fazla tedirgin eder bir hâl alacağını göreceğiz.

    lübnan’daki sol siyasi parti veya hareketlerin suriye’nin geri çekilmeye başlamasına tepkileri ne oldu? bu kesimde ortak bir fikir ya da mücadele birliği örgütlenebildi mi?

    lübnan’da sol gruplar oldukça sınırlı. aslında burada nasıl bir sol tanımlamasından hareket ettiğimiz önemli. örneğin, eğer lübnan’da uzun yıllar sol akımların öncüsü olarak lanse edilen ilerici sosyalist parti’yi bir sol parti olarak değerlendirirsek, bu partinin lideri m. velid camblat, bugün ülkede hamas’a karşı muhalefet yürüten ve ayrıca washington ile işbirliği yapan önemli isimlerden biri.

    eğer daha dar bir sol tanımlaması ile bakarsak, özel olarak lübnan komünist partisi üzerinden konuşursak, bu partinin çoğunluğa sahip kanadı lübnan’daki iki kamp arasında tarafsız bir tutum izlemekten yana. mevcut iki kamp arasında bir uzlaşma çağrısı olarak da görülebilir bu tutum. ancak, lübnan komünist partisi içinde de bir ayrışma var. bu ayrışmayı oluşturan demokratik sol hareket, muhalefetin tarafında yer alıyor. ama bugün lübnan’da gerçek anlamda sol siyaset yapan “sol”un çok güç kaybettiğini söylememiz gerekiyor.

    bu yeni gelişmeler filistin meselesi üzerinde nasıl etkilere yol açabilir, ne sonuçlar doğurabilir?

    iki yönde etkileri olacağını düşünüyorum. eğer lübnan’da durum kötüye giderse, silâhlı çatışma söz konusu olursa bunun aynı zamanda filistin’deki gerilimleri arttıracağı kesin. buna karşılık, filistin’deki durumun gelişiminde yeni bir şey yok. filistin’de olanlar, arap dünyasının geri kalanındaki siyasi durumu doğrudan etkiliyor.

    ancak bugün sözü edilen “barış görüşmelerinin” bölgedeki genel durumla ilişkili olarak gündeme geldiğini düşünmüyorum. bence bu görüşmeler daha çok şaron’un amacı doğrultusunda gerçekleştirildi. ve bu amaç ta israil-filistin meselesini tam bir açmaza mahkum etmek. benim kişisel olarak, şaron yönetiminde gerçekleştirilecek bir çözümün filistinliler’i bir parça olsun tatmin edebilecek bir çözüm olabileceğine dair inancım yok. bu bana imkânsızı beklemek gibi geliyor. şaron, özellikle gazze’den geri çekilme plânı nedeniyle bugün siyonist aşırı sağla çatışıyormuş gibi görünebilir. filistin topraklarında israil devleti’ni en çok ilgilendiren yerleri kontrol etmeyi garantilemek için şaron’un politikası bir bedel ödenebileceğini kabul ediyor. aslında bu bedel, aşırı sağın da kabul edemeyeceği bir bedel değil.

    dolayısıyla bölgedeki durum ne yönde gelişirse gelişsin, israil-filistin meselesi bağlamında gerçek ve kalıcı bir barışa ulaşılabileceğini sanmıyorum. bölgede son zamanlarda gittikçe vahimleşen bu genel istikrarsızlık içinde, er ya da geç filistin-israil meselesinde de durumun yeniden kötüleşeceğini göreceğiz. ülkesinin tarihindeki en sağ iktidar olan şaron hükûmeti ile abd’nin uzun zamandan beri, hâttâ tarihi boyunca gördüğü en sağcı başkan olan bush’un ortaklığının bu karanlık tabloda baş aktör olacağına hiç kuşku yok.
  • arap devrimleri, özellikle de mısır devrimi üzerine kendisiyle yapılmış güzel bir röportaj için:

    devrim daha yeni başlıyor
  • (bkz: halk istiyor)*
  • 27 şubat cuma günü saat 19:30'da yeniyol'da radikal islam ve islamofobi adlı bir söyleşi yapacaktır. meraklılarının dikkatine:

    radikal islam ve islamofobi - gilbert achcar'la söyleşi
  • 13 kasım paris saldırısının ardından üretilen savaş söylemini analiz etmiş ve hollande'a, ne yapması gerektiğini anlatmış:

    https://www.jacobinmag.com/…acks-hollande-isis-war/

    but the discourse of war is far from being just a question of semantics. ıt aims to make the state of exception into a norm, despite its name. and the longer the “war” the more exception becomes the norm. the war on terror is particularly long given that it does not target a state able to conclude an armistice and peace, or to capitulate, or be occupied and subjugated, but rather a terrorist hydra capable of regenerating and even gaining strength.
hesabın var mı? giriş yap