• eric hobsbawm kitabı. derleme makalelerden oluşuyor. age of extremes'in devamı sayılabilir.
    genel olarak halka dayalı temsili demokrasinin ve ulus-devlet meşruiyetinin artık (21.yüzyılda) değiştiğine ve uluslararasında huzuru tesis edecek bir mekanizmanın olmadığı gibi tezleri var.
  • eric hobsbawm tarafından 2007 senesinde derlenmiş bir kitaptır. derlenmiş diyorum, çünkü doğrudan kitap, konferanslar ve sunumlar için hazırlanmış on (10) adet yazı ve konuşmanın bir araya getirilmesi ile oluşturulmuş. yani birbirlerinden bağımsız giriş, gelişme ve sonucu olan bölümcükler gibi düşünün. bu da doğal olarak yer yer tekrara düşmesine neden olmuş.

    kısa 20. yüzyıl the age of extremes öncesi bununla başlamak istemiştim. abinin dili ağır değil ama bir türlü içine giremedim. çok soyut kaldı. belki yukarıdaki sebepten dolayıdır. ama "büyük resme bakma" tarzı hoşuma gitti. belli ki kalitel bir tarihçiymiş. esg sayesinde öğrenmiştim. o kadar adını andı ki artık okumak farz oldu.

    --- spoiler ---

    [#] kuşkusuz, mevcut uluslararası organların -özellikle birleşmiş milletlerin- rolü de yeniden düşünülüp ele alınmak zorundadır. hep var olmakla ve durmadan bir misyonu üstlenmeye çağırmakla birlikte birleşmiş milletler 'in çatışmaların çözümünde belirlenmiş bir rolü yoktu. o yüzden, bm'nin uyguladığı strateji ve giriştiği operasyonlar hep değişen güç siyasetinin insafına kalmıştır. gerçekten tarafsız gözüyle bakılan ve güvenlik konseyi'nin ön iznine gerek duymadan harekete geçebilecek uluslararası aracı organların bulunmayışı, ihtilafların çözüm gözetilerek ele alındığı bir sistemin en belirgin boşluğudur.

    [#] tarih söylemdir, denir. insanların düşündüğü, konuştuğu ve kararlar aldığı dili anlamadıkça bu cümleden bir anlam çıkarmak mümkün değildir. açıklama ve saptamalarını 'dilsel dönüşüm' terimiyle yapmaya bayılan tarihçiler arasında bu yaklasımın, dönemin karakteristiği olan ve neler oldugunu, bunların niçin meydana geldiğini açıklayan sözcüklerle ifade edilen fikir ve kavramlardan ibaret olduğunu ileri sürenlere bile rastlanır. şu anda içinde yaşadığımız zaman ve benim massey konferansımın konusu, böylesi önermelere şüpheyle bakmamız açısından yeterli birer işaret olmalıdır. çünkü bunların ikisi de, filozof thomas hobbes'un 'ehemmiyetsiz mukaleme' (hiçbir anlam içermeyen konuşma) dediği ve çesitleri olarak 'hüsnitali' veya george orwell'in deyişiyle 'yenikonuş' olarak karşımıza çıkan, yanlış betimlemede bulunmak suretiyle karşımızdakını kasten yanıltma durumuna örnektir. ancak olguların kendileri değışmedikçe, isimleri ne kadar değiştirirseniz değiştirin elinize hiçbir şey geçmeyecektir.

    [#] dolayısıyla, eski britanya imparatorluğunun tek bir nokta hariç, neden amerika'nin dünyada üstünlük kurma projesine uygun bir model olmadığı ve olamayacağının sebebini burada aramak gerekir. britanya kendi sınırlarını biliyordu; özellikle de askeri gücünün o andaki ve gelecek zamandaki sınırlarını çok iyi biliyordu. dünyanin ağır siklet şampiyonluğu unvanınu uzun sure korumasının mümkün olmadığını iyi bilen bir orta siklet ülke olarak, muhtemel dünya fatihlerinin meslek hastalığı olan megolamaniden sıyrılmış bir haldeydi. yeryüzünün büyükce bir kısmını işgal etmişti ve yönetiyordu, fakat dünyada egemen olmadığının, olamayacağının farkındaydı ve hiçbir zaman böyle bir hayalin peşine takılmamıştı. okyanuslarda uzunca bir süre egemenliğini korumuş bulunan donanması, bu amaca uygun bir güç değildi. britanya başarili taarruzlar ve savaşlarla dünyadaki konumunu sağlamlaştırınca, elinden geldiğinde avrupa devletlerinin sürdürdüğü siyasetin dışında, kalmayı tercih etti. dünyanın geri kalanındaki istikrarı kendi işlerinin pürüzsüzce işlemesine yetecek kadar sağlamakla yetinmeye calışıyor, ama hiçbir ülkeye ne yapılacağını empoze etmekle uğraşmıyordu.

    [#] bu noktada şu saptamaya kulak vermeyi öneririm: "eski dünyanın hislerinin son sığınağı olan milli duygular ile yeni dünyanin sıçrama tahtası olan ulus-aşırılık arasında bölünmüş futbol taraftarlari ve bu spor dalının çekim alanına kapılanlar, gerçek bir şizofreniden mustariptirler. en karmaşık görünümyle bu tablo, hepimizin içinde yaşadığımız belirsizliğin kusursuz bir örneğidir".

    [#] uygulanan şiddet de genellikle keyfi olmamıştir üstelik, ancak- denebilir ki- her olayın özgüllüğüne bağlı olarak ortaya çıkmıştır. rus köylerinde de toptan katliamlara 1917 devrimi değil, rus iç savaşı sebebiyet vermişti. ne var ki, geleneksel davranışları kısıtlayan frenler boşalınca bunun dehset verici sonuclar doğurabileceği herkesce aşikardır. kolombiyalı narko-gangsterlerin abd'de cok başarılı olmalarının sebeplerinden birisi, benim anladığım kadarıyla, rakipleriyle kapışırken, düşman kamptan kadınlar ve çocukların öldürülmeyeceği yönündeki geleneksel maço uzlaşmasını artık geçerli saymamalarıdır.

    [#] *intihar bombacıları
    bununla birlikte. televizyonun her tarafa yayilmasi, doğrudan karar alma mercilerindekiler değil de medyada azami etkiyi doguracak şekilde siyasal düzlemde daha etkili eylemleri körüklemiştir. her şey bir yana, abd'nin 1980'lerde lübnan'da, 1990'larda somali'de, ve -işin gerçeği- 2001'den sonra suudi arabistan'daki resmi askeri varlığını bu tür eylemler sona erdirecekti. barbarlaşmanın tatsız işaretlerinden birisi, teroristlerin, dunya ekranlarina ulaşma koşuluyla, sıradan insanlara yönelik toplu cinayetlerin, coğu ünlü ya da sembolik hedeflere yönelik bombalı eylemlerden bile daha fazla manşet değeri taşıdığını keşfetmeleridir.

    [#] burada söz konusu ettiğim atmosfer, bir akıldışı korku iklimidir. amerika birleşik devletleri'nin şu anki politikasi, kendi küresel gücünün genişlemesi ve kullanılmasını meşru kılacak 'düşmanlar' icat ederek, soguk savaş'in kiyametvari dehşetini -aslinda ihtimal dahilinde bile olmadığı bir zamanda- canlandırmaya calışmak yönündedir. tekrarlıyorum, 'terore karşı savaş'in doğurduğu tehlikelerin kaynağı, müslüman intihar bombacılari değildir.

    [#] terorizm özel çabalar harcanmasını gerekli kılar, fakat bu mücadelede kontrolü kaybetmemek önemlidir. teoriye baktığımızda, irlanda sorunundan kaynaklanan olaylarda otuz yıl boyunca soğukkanlılığını asla kaybetmemiş bir ülke, şimdi de terorizmle mücadele ederken benzer bir şekilde davranabilmelidir. pratikteyse, gerçek terorizm tehlikesinin kaynağı, bir avuç meçhul fanatiğin gerçek tehdidi değil, onların faaliyetlerinin yol açtığı, bugün hem medyanın hem de akılsız hükümetlerin körükleyip durduklari akla mantığa sığdıralamaz korku atmosferidir. bu, çağimızın belli başlı tehlikelerinden birisidir ve kesinlikle küçük terorist gruplarin sebebiyet verebileceklerinden daha buyuk bir tehlikedir.

    [#] uluslararasi düzlemdeyse tehlike, dünyanin istikrarsızlaşmasıdır. ortadoğu, bu istikrarsızlaşmanın sadece bir örneğidir; şimdi ortadoğu 10 yil, hatta 5 yil öncesine kiyasla çok daha istikrarsız durumdadır. abd'nin politikasi, düzeni korumak için bütün resmi ve gayriresmi alternatif duzenlemeleri zayıflatmak yönündedir. avrupa'da nato'yu enkaz haline getirmiştir -fazla bir kayıp degildir gerçi bu; fakat nato'nun abd adına hareket edecek bir dünya askeri polis gücüne dönüştürülmeye çalışılması gülünçtür ve onu olusturan ulkelerle alay etmektir. abd'nin politikalari avrupa birligini de bilerek sabote etmeyi amaclamıştır; ayrıca, dünyanin 1945'ten beri elde ettiği büuük kazanımlardan bir başkasını, müreffeh demokratik sosyal refah devletlerini yıkmayı amaçlamaktadir. birleşmis milletler'in inandırıcılığı ve güvenilirliği konusunda yaygın bir şekilde kabul görmekte olan kriz durumuysa (bm tamamen guvenlik konseyi'ne bağımlı oldugundan ve abd'nin veto hakkını işine gelmeyen her konuda kullanip durmasindan dolayi hiçbir zaman marjinal işlevler görmekten daha fazlasını başaramamış olduğu için) göründüğünden daha az dramatiktir.

    [#] amerikan imparatorlugu'nun neden kalıcı olmayabileceğinin içsel sebepleri vardır ve bu sebeplerden en doğrudan olanı, amerikalıların çoğunun dünyayı idare etmek anlamında emperyalizmle de dünya egemenliğiyle de ilgilenmiyor olmalarıdır. onların ilgisini çeken şey, abd'de yaşarken kendi durumlarının nasil olduğudur.

    --- spoiler ---
  • • kitap incelemesi •

    küreselleşme, demokrasi ve terörizm
    eric j. hobsbawm
    agora

    iki büyük insan

    "ne söyleseler, doğrudur" dediğim iki kişi tanıdım: bertrand russell ve eric j. hobsbawm. bu hemşehrilerden birinin felsefe, diğerininse tarih sahasında yazdıklarını okumak, zekâ ve bilginin büyüklüğü karşısında leziz bir hayranlık sıtmasına tutulmakla aynıdır benim için.

    zor meseleleri benim bile anlayabileceğim bir seviyeye getirdiğiniz için sizlere minnettarım.

    kitaptan bazı alıntılar

    teröristler siyasal amaçlarına genelde başkalarını öldürerek değil, öldürme propagandası yapıp halkı demoralize ederek ulaşırlar.

    ...1960'lar, "fuck" sözcüğünün ingiltere'de genel basılı kültüre de girdiği onyıldı. bir ingiliz sözlüğünde ilk defa 1965'te, bir amerikan sözlüğündeyse 1969'da görülmüştü.

    piyasa egemenliği ideali, liberal demokrasinin tamamlayıcısı değil, onun alternatifidir. gerçeği söylemek gerekirse, piyasa egemenliği ideali her türden politikanın alternatifidir, zira siyasal kararlar alınmasına ihtiyaç duymayı gerektirmez; yani ve özellikle, özel tercihlerini ifade eden bireylerin -rasyonel olsun olmasın- seçimlerinin toplamı olarak ortaya çıkandan ayrı bir şekilde ortak çıkarlar ya da grup çıkarları hakkında alınacak siyasal kararlarla bir bağı yoktur...aynı çerçevede, siyasete katılmanın yerini piyasaya girmek almaktadır; yurttaşın yerini de tüketici.

    eğer 21. yüzyıl devletleri girecekleri savaşları profesyonel ordularla, ya da hatta, savaş hizmetleri veren özel taşeronlarla yürütmeyi tercih edeceklerse, bu yalnızca teknik sebeplerden değil, ayrıca, yurttaşların artık milyonlarca kişilik topluluklar halinde anayurtları uğruna savaş alanlarında ölmelerinin beklenemez olmasından da kaynaklanıyor olacaktır. kadın erkek insanlar para uğruna, veya daha küçük bir şey uğruna, ya da daha büyük bir şey uğruna, her ne uğurda arzu ediyorlarsa onun için ölmeye (ya da, daha büyük bir ihtimal olarak, öldürmeye) hazır olabilirler, fakat kendi anayurtlarında, ulus-devlet uğruna aynı şekilde ölmeye (veya öldürmeye) aynı derecede şevkli ve istekli olmayacakları artık mutlaka göz önüne alınması gereken bir durumdur.

    ubi bene ibi patria

    (lat.) nerede keyfim yerindeyse memleketim odasıdır

    ... hindistan imparatorluğu'nun 400 milyonluk nüfusunu yönetmekle görevli britanyalı sivillerin sayısının hiçbir zaman yaklaşık 10 bin kişiyi geçmediğini akıldan çıkarmamak gerekir.

    imparatorlukların gerçekliği, kafaya estiği gibi seçilen nostaljik hatıraların insafına bırakılmamalıdır.

    birinci dünya savaşı'nda ölenlerin sadece yüzde 5'i sivil iken, ikinci dünya savaşı'nda hayatını kaybeden sivillerin sayısı bütün savaş kayıpları içinde yüzde 66'ya çıkmıştı. bugün içinse, savaşlardan etkilenen insanların yüzde 80-90'ının siviller olduğu genel kabul gören bir varsayım durumundadır.

    oy kullanma özgürlüğü, hakları güvence altına almaya yetmez, ama halkın (teoride) sevilmeyen hükümetlerden kurtulmasını sağlar.
hesabın var mı? giriş yap