• romanyalı şair gellu naum'un

    "her birimizin arkadaşı birer parça buluttu
    korku dolu bir dünyada arkadaşlar böyle işte
    annem de dedi ki, bu çok normal
    arkadaşları boşver
    kafanı daha ciddi işlere ver"

    satırlarıyla başlayan, nicolae ceausescu romanyasındaki diktatör rejimin baskısı altında fakir bir çevrede yetişen gençlerin hayatlarını değiştirmek için verdikleri mücadeleyi anlatan herta müller romanı.

    --- spoiler ---
    romanın kurgusunun, ilk sayfadaki "hala bugün bile mezarlar gelmiyor gözümün önüne. yalnızca bir kemer, bir pencere, bir fındık ve bir ip" cümlesi üzerine oturtulduğu görülüyor

    arka kapak yazısı ise şöyle:

    "edebiyat bugüne kadar, bir diktatörlüğün ne olduğunu hiç böyle anlatmadı. 'yürekteki hayvan', sürekli korku ve baskı altında yaşama deneyiminin bir öyküsü değil, bir provası.

    tehlikeli günlerde arkadaşlıklar hayatın -ya da yoklaşan hayatın- gerçek anlamı durumuna gelir. arkadaşlar birbirlerine bel bağlar, birbirlerini korur, birbirleri tarafından korunurlar. bu karşılıklı güven, hayata düşman olan dış dünyadan kurtulmuşluk duygusu yaratır. ama arkadaşlıklar, insanları hem rahatlatan, hem öfkelerini boşaltma olanağı sağlayan sohbetler ile etkisiz kalan eylemler arasında, kopma noktasına gelir. aşk filizlenir ve solar. ot gibi biçilir, yine aynı sürgün verir.

    bir arkadaş kendini astıktan ya da pencereden attıktan sonra, artık intihar ile sahneye konmuş cinayet arasında fark yoktur. 'ip' ve 'pencere' sözcükleri öylesine dev sözcüklere dönüşür ki, bunlar ne tartışılabilir ne de suskunluğa gömülebilir. ikisinin ortası diye bir yer yoktur, ama gene de, yaşayanlar, o olmayan yerde yer almak zorundadır.

    'yürekteki hayvan', diktatörlüğün yıkıma uğrattığı arkadaşların öyküsü: yozlaşma ve sindirmenin, norma karşı çıkma, direnme davranışlarının, yaşamı becerememenin, insanları nasıl kendilerine karşı bir yanlışlığa dönüştürdüğünün öyküsü.

    işte size 21. yüzyılın en büyük romancılarından biri: herta müller. bütün dünyanın ilgisini çeken, yayın hakları bir anda 10'dan fazla ülkeye satılan ilginç bir roman: 'yürekteki hayvan'. "
    --- spoiler ---
  • bu yıl nobel edebiyat ödülünü de almış herta müller'in, bu güne kadar ömrünün daha büyük bölümünü, suebyalı alman azınlık olarak yaşadığı romanya’da, geçtiğimiz yüzyılın ortasında en fazla yükselen reel komünizmin ve ulus devlet ideolojilerinin uyrukları üzerindeki uygulanışını anlattığı romanıdır.
    romanın kahramanları, sınırda (fiziki ve manevi) ve azınlıkta; yoksullukla, sistem ve değerleri ile çatışan üniversite öğrencilerdir. zaman ise, yazarın da öğrencilik dönemine denk gelen 1970’li yılların başıdır. bu dönem, batıda da ve sosyalist blokta da yönetilenlerin kendi sistemlerine muhalefetinin yükseldiği yıllardır.
    muhalefet, batıda, artan refahtan daha fazla pay alma isteği için; sosyalist blokta ise, merkezi planlamanın her gün biraz daha fazla ekmeği ve “refahı” kısmasına ve baskıya karşı yükselmişti: batıda gürültülü, doğuda sessiz çığlık gibi.
    *
    işte, çavuşesku diktatörlüğündeki romanya’da, benzeri başkalarına olduğu gibi, reel komünizm, parti üyelerinin bile korkup çekindiği bir araç haline gelmiştir; öyle ki, intihar eden parti üyesinin, ölümünden sonra parti üyeliğinin iptali kararını, uzayan ve orada bulunanlar için işkenceye dönmesine rağmen alkışlamayı, parti şefi işaret verene kadar kimsenin sonlandırmaya cesaret edememesi.
    ve, tarihin sürüklediği ama, doğdukları, yaşadıkları topraklarda sınırda ve azınlıktan insanlara “ya sev, ya terk et” baskısı; sevenlerin de, terk edenlerin de onların olduğu, yürek acıtıcı travmaları.
    roman, çok uzak olmayan gelecekte reel komünizmin sonunu getirecek sessiz çığlığın bu bölümüne edebi duyarlılıkla ışık tutar.
  • "edebiyat, bugüne kadar, bir diktatörlüğün ne olduğunu hiç böyle anlatmadı" diyor ya arka kapak yazısında; en çok ona şaşırdım. kitap boyunca, defalarca okuduğumuz, dinlediğimiz, izlediğimiz; nefret etmeye şartlandırıldığımız bir doğu avrupa komünizmini anlatılıyor. kitabın teması bundan ibaret... konusu ise, çavuşevski romanya'sında aileleri nazi kökenli alman azınlıktan dört arkadaşın, komünizm ile "sınavı"... o karanlık havayı yaratmak adına aklınıza hangi klişe geliyorsa hepsi var: parti toplantıları, döküntü tramvaylar, işkenceci gizli polis, seyahat özgürlüğü kısıtlaması, mutsuz işçiler vs. vs. bu kadar klişenin nesi "bugüne kadar hiç böyle anlatılmamış" anlamadım. ha, ailesinin ss geçmişi ile açık açık böyle gururlanmak yeni ise, ona söylenecek bir şey yok.
  • romanya'daki komünist rejimin totaliter yapısını anlatan lola isimli bir karakter üzerinden anlatan herta müller romanı. http://en.wikipedia.org/wiki/herztier
  • metaforların havada uçuştuğu, lirik bir anlatımı olan bir kitap. boğucu ve karanlık anlatımıyla çok başarılıydı bence.

    8/10

    --- alıntı ---

    herkesin bir arkadaşı vardı birer parça bulutta
    korku dolu bir dünyada arkadaşlar böyle işte
    annem de derdi ki, bu çok normal
    arkadaşları boş ver
    kafanı daha ciddi işlere var.
    (bkz: gellu naum)

    --- alıntı ---

    sustuğumuzda tatsızlaşıyoruz, dedi edgar, konuştuğumuzda gülünçleşiyoruz.

    sf:7
    --- alıntı ---

    tıpkı otları ayaklarımızla ezip geçtiğimiz gibi, ağzımızdaki sözcüklerle de ezip geçiyoruz pek çok şeyi. ama suskunluğumuzla da.

    sf:7

    --- alıntı ---

    hala bugün bile mezarlar gelmiyor gözümün önüne. yalnızca bir kemer, bir pencere, bir fındık, bir ip. her ölüm benim için bir çuval sanki.
    bunu duyan olsa, dedi edgar, senin deli olduğunu düşünür.
    bense ne zaman bunu düşünsem, ölülerin geride bir çuval sözcük bıraktığı sanısına kapılıyorum.

    sf:7

    --- alıntı ---

    otlar kafamızın içinde. konuştuğumuzda biçiliyorlar. ama sustuğumuzda da. sonra ikinci, üçüncü bir ot bitiyor, dilediğince.

    sf:8
    --- alıntı ---

    ne bildiğime bakmıyor çoraklık. ne olduğuma, yani kim olduğuma bakıyor sadece. kentte bir şey olmak, diye yazıyor lola, dört yıl sonra da köye geri dönmek.

    sf:9

    --- alıntı ---

    üstelik hepimizin yaprakları var. büyüme bittiğinde yapraklar dökülür, çünkü çocukluk bitmiştir. buruşma ve büzüşme başladığındaysa yapraklar yeniden çıkar, çünkü sevgi bitmiştir.

    sf:13

    --- alıntı ---

    baba nasıl yaşanabileceğini biliyordu. ölüm hakkında söz söyleyen herkesin, yaşamın nasıl devam edeceğini bildiği gibi.

    sf:20
    --- alıntı ---

    şarkı bittiğinde çocuğun derin bir uykuya daldığını sanıyor. yürekteki hayvan dinlensin, bugün o kadar çok oynadın ki, diyor.

    sf:33

    --- alıntı ---

    yapamadığım tek şey aklımı kaçırmaktı. beni avutacak bir şeyler hâlâ vardı.

    sf:40

    --- alıntı ---

    kar sadece iyi insanlar öldüğünde yağar derler. doğru değil.

    sf: 60

    --- alıntı ---

    akıllı ya da aptal olmanın az bilmek, çok bilmekle ilgisi yok, diyordu. bazıları çok bilir ama akıllı değildir, bazıları az bilir ama aptal değildir. bilmek ve aptal olmak sadece tanrı’yla ilgili bir şey.

    sf: 108

    --- alıntı ---

    zaman durmuştu, tereza gitmeliydi ama yüzünü bırakmalıydı, çünkü onu çok özlemiştim. kolunun altındaki izi gösterdi bana, fındık alınmıştı. o izi avuçlarıma alıp okşayabilmeyi isterdim, ama tereza’sız. sevgimi içimden çıkarıp yere fırlatarak ezebilmeyi isterdim. gözleriyle tekrar kafamın içine sızması için hemen onun yanına uzanabilmeyi. berbat olmuş bir elbiseyi çıkarır gibi tereza’yı suçundan soyabilmeyi isterdim.

    sf: 129

    --- alıntı ---

    sevginin tekrar boy vermesini istiyordum, tıpkı biçilmiş otlar gibi. başka türlü de boy verebilirdi, çocuk dişi gibi, saç gibi, tırnak gibi. dilediğince. çarşafın soğukluğu korkutuyordu beni, yattıktan sonra gelen sıcaklık da.

    sf: 131

    --- alıntı ---

    bugün sevgiden söz ettiğimde otlar kulak kesiliyor. bu sözcük kendine karşı dürüst değil gibi geliyor bana.

    sf: 132

    --- alıntı ---

    önemli değil, dedim. oysa önemliydi, katlanamadığım, ama değiştiremediğim her şey gibi önemliydi.

    sf: 155

    --- alıntı ---

    kentin ağaçları sararıyordu, önce kestaneler, sonra ıhlamurlar. işten çıkarıldığımdan bu yana açık renk dallarda bir durum görüyordum yalnızca, sonbaharı değil. gökyüzünün bazen acıya çalan kokusu benim kokumdu, sonbaharın değil. pes edeb bitkiler üzerine kafa yormak, pes etmesi gereken benken zor geliyordu bana.

    sf: 166

    --- alıntı ---
hesabın var mı? giriş yap