*

  • genelde sergilerin oluşturulmasından açılışına kadar geçen her aşamayı ayarlayan insanlar. kimin/kimlerin katılacağı, yerleşme planı, hatta katılanların işlerini nasıl yerleştirecekleri, mekan, medya, sponsor işleri ile uğraşırlar..
  • (bkz: beral madra)
  • akla (bkz: carlos besualdo) (bkz: vasif kortun) (bkz: ferit edgü) gibi isimleri getiren kavram. (bkz: curator) halil altındere'nin bir işi olan fuck the curatora da bakınız.
  • kimilerine göre kayyum anlamına bile gelebilir de dikkatli kullanmak lazım. küratör küratördür, kasmayalım türkçeleştirmek için, tek kelimeyle karşılayamayız.
  • sanat emlakçısı.
  • bir nevi organizatorluk.. en zevkli ve en cok ozenilen meslek arasindadir
  • "herhalde kreatör yazacaklarmış, salak gibi küratör yazmışlar." demiştim ilk gördüğümde. cehalet işte... (bkz: bilmemek ayıp değil öğrenmemek ayıp)
  • "küratörün rolü müzeden müzeye değişir. fakat küratör hiçbir zaman, . . . 'müzeden sorumlu kişi' değildir; çoğunlukla, sorumlu olan yöneticiye yakın bir kademededir. küratörün görevleri, (1) müze için eser satın almayı, (2) depoda korunmasının denetlenmesini ve (3) onu sergilemeyi, sergiye koymayı kapsar. bu geleneksel görevler, sürekli serginin idaresine ve ek olarak, geçici sergiler düzenleme işine dayanır. aslında bu, kendini modern sanata adamış küratörlerin temel görevidir. bu alanda yaratıcı bir çaba göstermek ve sergileyeceklerine karar verirken gerekli araştırmayı yapmak zorundadırlar. (...)
    küratör herhangi bir anda; sergiler için sanat dünyası tarafından sunulan çoklu olanakların içinden, sunmak istediği şeyi seçer ve projenin uygulanabilirliğini hesaplar. bu nedenle, dört bir yandaki sanat hakkındaki etkili bilgiyi ayıkladıkça, görevi, üretim öğelerinden biri olmaktır. bir sergi ortaya koyduğunda konumu değişir: sergi ziyaret edildikçe müzenin üretiminin bir parçası olarak takdir edilir. böylece küratör, bir kurum olarak müze ile tüketiciler olarak halkın arayüzünde durur.", lawrence alloway, “great curatorial dim-out”dan (thinking about exhibitions, ed: reesa greenberg, bruce w. ferguson, sandy nairne, routledge, londra, 1996).

    (bkz: sergi yapımcısı)

    ayrıca,
    (bkz: levent çalıkoğlu)
  • sanata ve sanatçıya akacak paradan sülük gibi beslenerek bir ayda dünyanın üzerindeki çeşitli illere beleş seyahat etme hakkı kazanan kayyum takımı. sanatçının ürettiğinden kazanması gereklidir, başka türlü insanüstü hayalleri var edemez. ama bu küratör takımının neyi ortaya koyduğunu anlamak mümkün değil. birkaç işi yanyana koyarak sanat eserlerini birer kelime, kendi düzenlemelerini de bu kelimelerin oluşturduğu cümle oalrak görenler var. ama küratörlüğün kuzey ülkelerinde aynı zamanda yetim çocuklara bakan dadıalra verilen sıfat olduğu düşünülürse sanatçı açken, işsizken, sanat eserine dönüştürecek malzeme bulamazken sanatçıyı beslemesi, gerekirse -bir ana/dadı gibi- kendi aç kalarak onu var etmesi gerekmez mi? ya da yarattıkları bu cümlelerin oluşturduğu ses kalabalığında sessizliğin de, susmanın da bir önem taşıdığını düşünmesi gerekmez mi? sanatçının yarattığını kendi oluşturduğu kavram çerçevesine sokarken zeka özürlü çocukların geometrik formları uyuşmayan deliklere sokarken çekici kullandıkları gibi sanatçıları yontup, kırpıp biçip o deliğe sokmaya çalıştıklarını düşünmesi gerekmez mi? kendi niteliklerine uymayan sanatçıları bir kalemde harcaması doğru mu? popüler olan/satan/iş yapan sanatı belirleyen olan kimliğini onlarca sene sürecek meditasyonlarla, şeytan çıkarma ayinleriyle, şiş saplama ayinleriyle yok etmesi gerekmez mi?
    işte küratör...
  • "anglo-sakson dünyasının sergi yapımcılarına verdiği isim. fransızlar buna "sergi komiseri" diyor. mimar sinan güzel sanatlar üniversitesi, eski adıyla akademi'de yapılan sergilerde daha önce "sergi komiseri " adı kullanılırdı. fransız'dan amerikan'a değişen kültürde ingilizce'deki "curator" sözcüğü kullanılır oldu. sanatçılarla çalışan, sergi kavramını oluşturan, sanatçıların işlerini takip eden, serginin mali yapısıyla uğraşan kişidir, denebilir." (kaynak: ali akay).
hesabın var mı? giriş yap