• "gilbert cocteau, une des plus grandes fleurs de ma vie,
    la flambée dans le rêve de ma jeunesse passée lointaine,
    tu as été vent qui souffle mes branches,
    enteds-tu le poème du vent et des arbres,
    du bruissement de ma jeunesse?
    oh!
    il y aura quelqu'un qui se souvient des jours passés de sa jeunesse" (takemiya keiko, le poème du vent et des arbres, fukkan, 2018'den alıntı)

    "gilbert cocteau, hayatımda tüm görkemiyle açan en güzel çiçek!
    çok eskilerde kalan gençliğimin rüyalarında kor gibi yanan coşkun ateş,
    dallarımı titreten rüzgardın.
    rüzgarın ve ağaçların şiirini duyuyor musun?
    gençliğimizin kargaşasının?
    ah, mutlaka hatırlayan vardır,
    gençliğinin geçip giden günlerini..."

    hikayenin fransa'da geçmesi hasebiyle "le poème du vent et des arbres" adıyla anmayı da pek sevdiğim, "rüzgarın ve ağaçların şiiri" olarak türkçe'ye çevirebileceğimiz, 1976 ila 1984 yılları arasında 17 cilt olarak yayımlanmış takemiya keiko mangası. manga da, 1986 tarihli ova'i de yukarıdaki satırlarla başlar; manga aynı satırlarla biter. spoiler: manganın sonunda bu satırları gördüğünüzde ağlarsınız. bl türünün ağababası sayılan bu manga, manevi ikizi thomas no shinzou'ya göre çok daha melodramatiktir ve -zaman zaman rahatsız edici bir biçimde- cinsellik içerir.

    mangamızın konusu kısaca şöyledir: bir vikont'un çingene bir fahişeden doğan oğlu serge battour, 1880 sonbaharında arles'da bulunan lacombrade akademisi'ne yatılı öğrenci olarak yazılır. akıllı, uslu bir oğlan serge'i, akademide esmer teninden daha fazla endişelendirecek bir sorun beklemektedir: gilbert cocteau. serge'in oda arkadaşı olan gilbert, üst sınıflardaki çocuklardan okulun müdürüne uzanan bir yelpazede okulda oltasına takılan herkesle yatmakta, okul kurallarını hiçe saymakta, alabildiğine dekadan bir yaşam sürmektedir. manga boyunca gilbert'in ve serge'in acıklı geçmişlerini öğrenirken, bu iki genç arasında doğan sevgiye ve birbirlerinde mutlu olma umudunu aramalarına da şahitlik ederiz.

    daha önce bu manganın önemine ve esin kaynaklarına kısmen de olsa değinmiştik ***. ancak kazeki, üzerine tez yazılmayı hak edecek kadar önemli bir manga. ingilizce'ye hayranlar tarafından yapılan çevirisi yıllar aldığı (entry tarihi itibarıyla henüz tamamlanmamıştır) ve -bildiğim kadarıyla- sadece italyanca ve ispanyolca'ya resmi olarak tercüme edildiği için, 1970'lerin en kült mangalarından biri olmasına rağmen japonya dışında bilinirlik ile bilinmezlik arasında bir yerde duruyor. tabii böyle bir konunun çocuk karakterlerle işlendiği bir mangayı yayıncı olsam ben de basmazdım, o yüzden pek de tuhaf karşılamamak gerek.

    kazeki'yi anlatmaya ilk olarak çizim tarzından başlamak isterim. 1970'ler şoujo türüne hakim olan, kocaman, parlak gözler, aşırı dramatik efektler, içinde yaşadığımız dünyadan farklı bir evrene aitmiş gibi duran, avrupa'da, geçmiş bir zamandaki karakterler bu mangaya da hakimdir. sarı kıvırcık saçlı, yeşil gözlü gilbert, cennet tasvirlerinde gördüğümüz masum melekler kadar güzeldir. takemiya-sensei'in esin kaynaklarından biri de morte a venezia'daki tadzio'dur. gilbert de tadzio kadar ideal bir güzelliği sembolize etmektedir. mangadaki karakterler gibi okur olarak biz de gilbert'in masum çekiciliğine kapılırız. gilbert'de de tıpkı tadzio'da olduğu gibi insanı çeken bir şey vardır; ama bu saf şehvet ile açıklanamaz. zaten 13 yaşında bir çocuk hakkındaki hislerimi şehvetle açıklasam, beni evden toplamaya gelmeleri lazımdı. gilbert'in saflığı, özgürlüğü, bu dünyaya ve bu zamana ait olmayan görüntüsü, herkesin içinde ona hakim olma veya onun kölesi olma arzusu uyandırır. kimin efendi, kimin köle olduğunu sürekli birbirine karışır. her halükarda gilbert, insanoğlunun güzellik karşısında çaresizliğini ve zalimane eğilimlerinin ortaya çıkmasını simgelemektedir.

    manganın daha ilk sayfalarında gilbert'i liseli bir öğrencinin yatağında, bir kerubi'yi görmeyi beklemeyeceğimiz bir halde görürüz. gilbert'in erotik (bu sıfataı kullanırken kendimi pedobear gibi hissediyorum, kami-sama taksiratımı affetsin) açılış monologu, bir tokat etkisi yaratır. manganın başlarında gilbert masum güzelliği ile tezat oluşturan sinsi, şuh, kötücül ve baştan çıkarıcı bakışlarla resmedilmiştir. serge, bu kabuğun altındaki sevgiye aç çocuğu gören ve bu manzara karşısında kendisini değil, gilbert'i düşünen tek kişidir. kazeki'yi tek sayı okumadan bile gilbert ve serge'in çizimlerine, tıpkı müzelerde gördüğüm tablolara bakar gibi bakardım. estetik olarak kazeki, mangada bir mihenk taşıdır; bişounen denince akla gilbert gelir. kazeki, 1970'ler bişounen kültürüne hakim olan estetik anlayışının en mükemmel örneğidir. kazeki'den yıllar sonra, yuri on ice'ta dahi yuri plisetsky, bişounen'lerdeki görsel devamlılığı sağlayarak 2016'yı bol bol gilbert'i anarak geçirmemize neden olmuştur.

    çizer, 70'ler tarzına yakışır biçimde, sayfalarda bol bol çiçekler ve floral motifler kullanarak hikayenin atmosferini gerçeklikten koparıp bir hayal alemine yaklaştırmaktadır. aynı şeyi hagio moto da yapmasına rağmen onun çalışmalarındaki gerçeklik hissini takemiya'dan almıyorum; ama bunu kötü manada da söylemiyorum. her ne kadar soyut arka planlar bizi hikayeden koparsa da, şoujo türünün alamet-i farikalarından birisi bu soyut, rüya alemi gibi ortamdır. yaprakları savrulan çiçekler, serge ile gilbert'in aşkının ifadesidir. sürekli esen rüzgar, bu aşkın da uçup gideceğinin habercisidir ve mangaya adını vermesine yaraşır bir biçimde adeta ayrı bir karakter gibi sürekli esas oğlanlarımıza eşlik eder.

    kazeki'yi bir klasik haline getiren ikinci nokta ise, hikayesidir. bir parça spoiler olacak ama, bu konuda uyarılmadan da okumaya kalkmayın: gilbert'in çocukluğunda uğradığı ağır istismar tüm çıplaklığıyla gözler önüne serilmektedir. 10 yaşında bir çocuğa 20 sayfa boyunca tecavüz edilmesini okumak, ve bunu birkaç kez tekrarlamak gerçekten çok zor. gilbert'in daha ergenliğinin başında bir çocuk olmasına rağmen sergilediği tavırlar, geçmişini öğrendikçe daha da rahatsız edici hale geliyor. kazeki, bu anlamda kesinlikle iyiliğin kazandığı, herkesin ufak çaplı dramlardan sonra mutluluğu bulduğu bir manga değildir. gilbert, bir shoujo esas oğlanında görmeyi beklemeyeceğimiz kadar zalimdir. genelde fettan kötü kız karakterlerinde görmeyi beklediğimiz şekilde bencildir. kötü görünümünün altında altın gibi bir kalbi yoktur. nedamet getirmek gibi bir endişesi yoktur. manga ilerledikçe serge'e aşık olsa bile, bunu gösteremez. belki günümüz standartlarında bu hikayenin, insanları 1970'lerde yaptığı gibi sürüklemeyebileceği düşünülebilir; ancak klasik olmanın sırrı da burada yatıyor: takemiya yarattığı derinliği olan karakterlerle okuyucuyu bağlıyor. elbette karakterlerde yüksek dozda melodramatiklik ve romantiklik var ve gerçek insanlara benzemeyen yönleri var. ancak bu, 1970'lerin şoujo'ları ve kazeki'yi çekici kılan yönlerden biri. yüksek dozda histeri olmadan 70'ler şoujo'sundan bahsedemeyiz. işte bu trendi yaratan en önemli mangalardan birisi kazeki olmuştur. "güzelliğin ve saflığın ifsad edilmesindeki şiir" diye saçma bir şekilde tanımlayacağım, sanatın çeşitli dallarında defalarca kez işlenmiş bir temayı, manga türünde bir mihenk taşı olmayı da başararak ele almıştır.

    kazeki'de değişik olan bir diğer hikaye unsuru, ikincil sayılabilecek karakterlerin geçmişlerinin kısa bir-iki sayı ile geçiştirilmeyip, ciltler boyunca işlenmesi. manga serge ve gilbert'i biraz tanıttıktan sonra önce birkaç cilt boyunca gilbert ve amcası/babası auguste' ün geçmişini (ki kendisi tam bir dekadan şair, tam bir estet portresidir), daha sonra da serge'in ince hastalıklı babası aslan'ın kendini parisli bir fahişenin (ki paiva'nın la pavia'dan esinlendiğini düşünüyorum) peşinde derbeder etmesini anlatır. bu uzunca geçmiş hikayelerinden sonra günümüze dönmekte bir parça zorluk çekmedim desem yalan olur. esas pazarlama noktası serge ile gilbert olan bir mangada bu iki karakterin ciltlerce, yani yayın esnasında yıllarca birlikte görünmemesi, anlatıcı açısından bir risktir. bu uzun çabaya rağmen tek boyutlu kalan karakterler olsa da (paiva gibi), şüphesiz karakterlere bir derinlik kazandırmıştır. hikayenin kötü adamı (ki gerçekten de boyu posu devrilesice bir herif) auguste, ve bir dereceye kadar concorde meydanı'nda sallandırılası sapık adam bonnard bile saf kötü karakterlerden (kıyaslamak için paiva'nın metresi olduğu soylu dedeye bakınız-tipik bir tek boyutlu kötü adam örneğidir) ayrılmaktadır, çünkü onların da duygularını biliyoruz. ikincil karakterlerin işlenmesi, esas karakterlerle bir paralellik de kurarak bir anlatım aracı haline gelmektedir. söz gelimi aslan, dedesi yaşındaki bir adamın metresliğini yapan bir kibar fahişeyi masum aşkıyla cefakar bir eş ve müşfik bir anneye çevirebilmiştir. ancak oğlu serge de babası gibi kalbinin sesini dinlemek istediğinde, sevgisinin objesi gilbert'den sadece hakaret ve küçümseme görmüştür. baba ve oğul, hayatlarını benzer şekilde mahva sürüklemiştir.

    kazeki'yi manga tarihinde bu kadar özel bir yere koyan bir diğer -ve belki de en önemli- hikaye unsuru ise, açık açık cinselliği hikayenin bir parçası olarak kullanan, gösteren ve ana akım yayınlara dahil eden ilk manga olmasıdır. (bir şoujo mangada sevişme sahnesi çizen ilk kişi ise 1969 tarihli mangası "fire" ile mizuno hideko'dur, hakkını yemeyelim) tabii bahsettiğimiz ülke japonya, adamlar yüzyıllardır tuhaf pornografinin kaynağı bir ülke; ancak popüler mangalarda, hele ki genç kızların okuduğu mangalarda cinselliğin c'sinin bile geçmemesi bekleniyordu. daha alternatif, avant-garde mangalarda elbette cinselliğin insana en wtf dedirtecek türleri çiziliyordu. erotik çizimler için ayrı bir sektör vardı. ama kimsenin karısının kızının gazete bayiinden aldığı dergide çırılçıplak sevişen iki karakter, hele ki iki erkek olmasını beklemiyordu. 1950'ler ve 1960'larda erkek çizerlerin hakim olduğu şoujo manga türünde tema, ekseriyetle genç kızların günlük dertleri, masum ilk aşkları gibi hafif konulardı ve utangaç aşk itirafları göreceğiniz en tutkulu şey, el ele tutuşmak ise en ileri temastı. iki karakterin öpüşmesi bile bizim küçükken barbie bebeklerimizi öpüştürmemiz kıvamındaydı. cinsellik, sayfaların dışında yaşanırdı. kazeki'de serge ile angeline'in ilişkisi, bir bakıma bu masumane klasik şoujo ilişkilerinin bir örneği sayılabilir. 1970'lerde şoujo mangaya kadınların hakim olmasının değiştirdiği şeylerden birisi, bu gidişatı değiştirmek oldu. ikeda riyoko cinsel kimlik temasını bilhassa claudine gibi eserleriyle, dönemi için progresif bir şekilde ele alırken, takemiya da cinselliği ve tutkuyu derinlemesine popüler mangaya sokan isim olmuştur. takemiya-sensei, bir röportajında editörlerinin kazeki'ye kadarki başarılı şoujo manga kariyerinin yüzü suyu hürmetine kazeki'yi çizmesine izin verdiklerini, bu müstehcen sayılacak içeriği kabul ettirmesinin hiç kolay olmadığını söylemiştir. 1970'ler popüler manga yayıncılığı dünyasında, okuyucular ve dergilerin istediği içerikleri çizmek durumunda olan genç bir mangaka için, kendisine bu derece yaratıcı özgürlük tanınması son derece değerlidir. bu yüzden takemiya-sensei, yıllar sonra kendisini bir yazar olarak en çok yansıttığı eserinin kazeki olduğunu ifade etmiştir (takemiya-sensei'in kazeki'nin yayın sürecine giden yolu anlattığı bir kitabı da bulunmaktadır). şoujo mangadan kızlara hanım hanımcık olma öğütleri vermesi beklenirken, biz gilbert'i sürekli gömleği iliklenmemiş, yarı çıplak şekilde herkesi parmağında oynatırken görürüz. belki de takemiya-sensei'i karakterleri erkek olduğu için (o yatak sahnelerini kızlarla çizemezdim diyor) de biraz serbest bıraktılar: gilbert bir kız olsaydı popüler bir mangada onun gibi davranan bir karakteri yayıncılar kabul etmeyebilirdi. yine de kimsenin pedofili dolu sahnelere aferin dediğini sanmıyorum. bu açıdan kazeki, mangada bir devrimdir.

    karakterlerin erkek olması, şounen-ai türünün doğuşuna sağlam bir zemin hazırlamanın da ötesinde, şoujo'ya farklı ilişki dinamikleri de katmıştır. mesela serge ile gilbert, birbirlerine kızdıklarında yumruk yumruğa, saç saça baş başa kavga edebilmektedir. bir esas kız ile esas oğlan arasında en fazla bitch slap'ler olabilirken ve esas oğlanın esas kızın ağzını burnunu kırması söz konusu olamayacakken, kazeki'de eşitler arasında bir ilişki olması nedeniyle şiddete daha fazla yer verilmiştir. elbette gilbert daha zayıftır, ama serge gilbert'i korurken bile ona korunmaya muhtaç bir prenses gibi değil, yardımına ihtiyacı olan bir arkadaş gibi davranır. cinsellik teması bile bunu yansıtır: serge ile gilbert arasında zorlama yoktur. şimdi tck'ye göre 15 yaşından küçük çocukların rızası olmaz, bunu bir kenara bırakıyorum, ama ikisi toplumsal ve dini normlardan kopup, sadece kendi isteklerini izleyerek, bilerek ve isteyerek birlikte olurlar. mangada neredeyse cinsel istismara uğramayan karakter kalmadığını düşündüğümüzde, takemiya-sensei'in cinselliğin pozitif yönünün de olduğunu okuyucularına yansıtmak istediği sonucuna varabiliriz. yahu bu gözler versailles no bara'da oscar-sama gibi kadının andré'yi odasına davet ettikten sonra "ay ben korkuyorum andré" dediğini gördü; dolayısıyla serge'in baştaki bocalamalarına rağmen aşkından emin olduktan sonra hiç "ben ne yaptım?" diye sorgulamaması, sadece ne kadar mutlu olduklarını özgürce dile getirmesi de esas karakterlerin erkek olmasına bağlı olabilir.

    ve elbette bu hikayenin en önemli kısmı, serge ile gilbert arasında doğan aşktır. mutsuz ve yalnız geçirdikleri kısacık hayatları serge'i sevmeye, gilbert'i ise sevilmeye aç bırakmıştır. serge'in yavaş yavaş gilbert'in girdabına çekilmesi ve gilbert'in onu ve ilk kez serge'de gördüğü temiz ve dürüst sevgiyi kabul etmesi, aradan geçen yıllara rağmen güzelliğini korumaktadır. bu aşkı en güzel yansıtan resim şudur: melankolik bir gilbert ve onun yanında sessizce ağlayan serge...

    --- spoiler ---

    ama burası ağır spoiler: hikayenin alabildiğine trajik sonu, bl mangadaki trajik son trendini de başlatmıştır. bl aleminde iki erkek karakter asla ama asla mutlu olamaz. mutlaka birisi trajik bir şekilde ölmelidir; kazeki de gilbert'i bu trope'a kurban etmiştir. gilbert o kadar gerçek ile hayal arasında bir karakterdi ki, hikayenin sonunda öldüğüne insanın inanası gelmiyor. son iki ciltte karakterlerimizin kaçıp paris'e gelmelerinden sonra karşılaştıkları hayatın çıplak gerçekliği ile gilbert'in gerçekdışılığı daha da büyük bir tezat oluşturuyor. serge'in iş bulmak, kira parasını çıkarmak, kendi ayakları üzerinde durmak gibi gerçekçi dertleri varken, gilbert sadece o anda var olmayı düşünmektedir. gilbert zamanın ve mekanın, hayatın dışında, sadece sevmek ve sevilmek için var olan, ideal bir varlıktır. lacombrade akademisi'nin duvarları arasındaki hayat simülasyonundan paris'te bir genelevin çatı katına geçildiğinde her şeyin güllük gülistanlık olmayacağı, serge'in gilbert ile babasının paiva ile kurduğu gibi mesut bir aile hayatı kuramayacağını göstermesi de, kazeki'nin tamamen hayal evrenine sığınma kolaycılığına kaçmadığını göstermektedir. bu eski usul bir şoujo olsa, iki karakterin okuldan ve auguste'ten kaçması "mutlu son" olmaya yeterli olabilirdi. günbatımına doğru yol alan bir tren çizip sayfanın altına son yazsalar kimse yadırgamazdı. ama takemiya-sensei, hayatın acı gerçekliğini de hikayesine katmıştır; bu yüzden kazeki soyut bir melodramın ötesine de geçiyor. özellikle son ciltte serge'in gilbert'i bırakıp gitmeyi düşündüğü sayfalar, pascal'ın paris'e gelip serge'i aklını başına toplamaya davet ettiği kısımlar, gilbert'in afyon bağımlısı bir fahişeye dönüştüğü yerler insanın canını acıtakacak kadar gerçekçidir. yukarıda değindiğim "eşitlik" unsuru da, esas oğlanların kendilerini içinde bulduğu durumun bir parçasıdır: gilbert kız olsaydı beyi işteyken evde bütün gün ev işi yapıp onu bekleyebilirdi, hatta böyle yapması beklenirdi. ama gilbert hayatı hiç bilmeyen, serge'in yaptıklarını yapamayan bir erkek. çocukluğu paris sosyete hayatının içinde geçmiş ve lükslerinden vazgeçmek istemeyecek kadar çocuksu, tamamen serge'in hakimiyetine giremeyecek kadar da gururlu. ikisi arasındaki ilişkinin gelişimine ve hikayenin trajik sonuna eşitler arasındaki tezat da büyük katkıda bulunuyor. manganın çizim tarzı bile iki karakter arasındaki tezatı gösteriyor: manga ilerledikçe serge'in boyu uzar, yüzü daha erkeksileşir, ama gilbert hep bişounen'liğini korur. bonnard'ın da dediği gibi: gilbert bedeni gibi ruhu da hep çocuk kalacaktır, serge'in yaptığı her şeyin aslında onun için olduğunu anlayamayacaktır. serge bunu bilse de gilbert'den vazgeçemez; mantık ile divanelik serge'in kalbinde sonu gelmez bir muharebe halindedir.

    gilbert'in bir melek gibi kanatlarını açıp yeniden serge'in hayatında belireceğini umsam da, bu dileklerim manganın ufak devam hikayelerini okuyana kadar sürüyor. takemiya-sensei'in 1991 tarihinde yayımladığı "umi no tenshi-le chérubin de la mer" adlı art book'unda yayımladığı ve manganın sonraki yıllardaki basımlarında da yer alan, yan karakterlerin 3 yıl sonra buluştuğu bir kapanış hikayesi (koufuku no hato) mevcuttur. ayrıca "canon"* sayılan 3 ciltlik devam romanları da, ünlü bir piyanist olan serge battour'un hayatını araştıran bir araştırmacı üzerinden serge'in sonraki yaşamını ayrıntılandırmakla beraber, manganın sonunun ruhumda bıraktığı enkaz kalkmadan bu romanları okuyacak enerjimin olmadığını düşünüyorum. fandom'ın romanlara pek sıcak bakmaması da hevesimi kırmıyor değil. gördüğüm kadarıyla bize serge'in gilbert'den sonra evlenip çoluğa çocuğa karıştığını ancak evliliğinin mutlu gitmediğini söylüyorlar. tabii ki serge gibi rasyonel bir karakterin clochard olmasını beklemiyordum da, bizi acımızla yalnız bırakıp hayatın gerçekliklerini yüzümüze vurmasaydın be sensei... malikanesinde uçan kuşlara piyanosunu çalan hüzünlü vikont battour imajı ile kalmalıydı serge.
    --- spoiler ---

    kalbimin orta yerine bir taş bırakıp giden bir manga klasiğini daha okuyarak, bir yazımı daha mahvetmiş oldum. klasikler boş yere klasik olmuyor sözlük.
hesabın var mı? giriş yap