• öncelikle (bkz: #40009925) ve (bkz: #40010650)

    iki filmde de dillere destan bir dağ-bayır-çayır görselliği var. (doğa insan mücadelesi bağlamında) bunun yanı sıra karı-koca-kardeş etrafında yerini yurdunu, toprağını bırakıp dilini, cinsini cibiliyetini bilmediği bir ülkeye giden insanların dünyasına sokuyor seyirciyi. özellikle filmin bu bölümünde bin bir çeşit durumda kendimizi o durumda düşünürken buluyoruz. iki filmde de tarihsel kesitteki olaylar küçük sahnelerle gösteriliyor. salgın hastalıklar, treni ilk defa gören insanlar, amerikan iç savaşı, kölelik, mülkiyet, kızılderililer vs.

    ilk filmde umuda doğru açılan yelken vardı ve seyirci devam filminde umudun dönüşümü hakkında merakla doluyordu. aslında film boyunca karl-oscar'ın ekonomik yükselişini dönem amerikası etrafında izliyoruz ama arka planda hep bir trajedi sabit. karısının ahvali ve kardeşinin altına hücum deneyiminde olduğu üzre. robert'in atına hücum deneyimi neredeyse diyologsuz, sayıklamayı andırır bir biçimde anlatılmış ki sonuçsuz kalan deneyime yaraşır nitelikte ve unutulmaz.

    filme dair getirilebilecek eleştirilerin başında yerlilerin konumlandırılış biçimi olacağına eminim. ama bunun haksızlık olduğunu düşünorum.yerlilerin saldırısı sahnesinin dozunun ve saldırının hedef kitlesinin durumu göz önünde bulundurulğunda ilk etapta zincirleme bir küfür patlasımız geliyor film ekibine. ancak amerikan yerlilerinin infaz sahnesine eşlik eden ağıtla birlikte naturalist bir hava yakalama hedefi güdüldüğü izlenimi oluşuyor. en azından ben infaz sahnesinin bu niyetle çekildiği ve dönem amerikası'nı yansıtma amacında olduğunu düşünüyorum. ayrıca film içinde birkaç yerde karşımıza çıkan amerikan yerlilerinin yerinden yurdundan ekmeğinden edilmesine dair yumruk tesirli diyaloglar bu savı doğrular nitelikte.

    nybggarna'yı iyi filmi yapan ise yukarıda da bahsettiğim başarı varmış gibi görünen ortamda iliğe kemiğe işlemiş bir vaziyette karşımıza çıkan yıkım, yenilgi ve yalnızlık hissiyatı ki iki filmin izleklerinden birinin iskandinav usulü yalnızlık olduğunu söyleyebilirim.
  • utvandrarna'nın devamı olan 3 saat 20 dakikalık '72 yapımı film. vilhelm moberg'in göçmenler roman serisinin 2. kitabın bir kısmı ile 3. ve 4. kitabı anlatır.

    film tam da ilk filmin kaldığı yerden devam ediyor. iki film aynı anda çekilmesine rağmen ben izlerken öyle düşünmedim. yönetmen kendini geliştirmiş diye düşünüp durdum. belki hikayenin ve karakterlerin toparlanmasından dikkatimi başka şeylere vermemden ötürü böyle düşünceye kapıldım bilmiyorum. ama bu filmi ilkine nazaran daha çok sevdim.

    max von sydow bey daha da devleşiyor ama liv ullmann hanımefendinin oynadığı kristina daha derinleşiyor, başka uçlara dokunuyor.

    filmde yine tanrı, otorite göndermeleri varken, bundan kanlı amerika tarihi de nasibini alıyor.
    filmin görsel ve duysal efektlerini ilk filme oranla çok çok iyi buldum. filmin belli başlı yerleri çok lineer akmasa da rahatsız etmiyor. robert'in arvid ile yaşadıkları, ilgi ve merakla izletiyor kendini.
    filmde oldukça rahatsız edici sahne var. bu açıdan izlemesi biraz daha zor bi film ayrıca.

    filmin sonunda uzun güzel bir filmi, bir maratonu bitirmiş olmanın huzuruyla doluyor insanın içi. romanı okumuş gibi, ailenin bi parçasıymış gibi hissediyor insan. bu zor bir şey.

    çok güzel bir seri, izlene.
hesabın var mı? giriş yap