• kitapseverlere tavsiye ettiğim, galata'daki tarihi papadopulos apartmanında geçen aynı isimli roman. yazar, her daireye konuk olarak ördüğü kurgusuyla tam bir istanbul hikayesi anlatıyor. beğeniyoruz.

    ayrıca ek dergide ilgili de bir yazı yayınlanmış.

    papadopulos apartmanı’nın anlatılmayan dairesine mütevazı bir katkı http://www.ekdergi.com/…iresine-mutevazi-bir-katki/
  • tanıtım metninden: https://www.altarkaplan.com/papadopulos-apartmani

    "papadopulos apartmanı" hakkında
    papadopulos apartmanı, postmodern roman sınıflamasına girebilir.
    yeni roman akımının teorisyenlerinden, jean ricardou’nun; “roman artık bir serüvenin yazısı değil, bir yazının serüvenidir” sözü bence bu romanı en güzel betimleyen cümledir.
    yine de, wilde’ın gide’e söylediği “gerçek dünya üzerinde konuşmak gerekmez, sanatın dünyası hakkında konuşulmazsa o dünya var olmaz” sözünden hareketle roman hakkında bazı temel noktalara değinmek yerinde olur sanırım:
    bu romanın; bazı yazarlardan çeşitli atıflar üzerinden; baudelaire’dan hareketle, “bir başı sonu olmaması, sayısız bağlantının rastlaşması ile oluşan bütünlüğün aslında bölünebilir parçalarda da kendi başına var olabileceği”, calvino’nun “bir nesne bir amaç üzerinde toplanmayan bir kitap olması” ya da montaigne gibi “bir yere varmaktansa yolda olmayı seven” bir tarzda yazılması ya da sterne’nin söylediği gibi “bir sonraki sayfada ne yazılacağı tahmin edilemeyen bir kurguya” sahip olması yönüyle akıcı olduğunu; kaçınılmaz şekilde; iletişimsizliğe, entelektüel özentiliğe vurgu ve tipik küçük burjuva konformist hayatının rahatsız ediciliğine değinmek için mecburen didaktik öğeler barındırması nedeniyle ise kimi zaman zorlayıcı olduğunu düşünüyorum.
    romanda yaratılan atmosferin ise adeta, andreas gursky’nin “99 cent ıı diptychon” ve “rhein ıı” isimli fotoğraflarının arasında gidip geldiğini görüyorum. durgun, sade, dolayımsız “rhein ıı” ve hareketli, karmaşık, dolaylı “99 cent ıı diptychon”… bu gerilimin ise borges’in tanımlamasından hareketle, “romanda samimi bir atmosfer” yarattığı kanaatindeyim...
    romandaki ana karakter, temelinde hem ruhen hem bedenen “gezen” bir adamdır; cervantes’in don kişot’u, gogol’ün çiçikov’u gibi... fakat onların aksine temas etmekten, değmekten çekinir, bir akademisyen misali teğet geçer çoğu zaman. modern yolların, otobanların büyük şehirlerin içinde geçerken küçük şehirlerin etrafından dolaşması gibi o da bazılarına yakınlaşmaya çalışırken bazılarından beri durmaya uğraşır… adeta gizliden gizliye çevresine, “kendini onaylatmak için yaşar.”
    diğer taraftan ana karakter, hastalığını yenmeye çalışan, “yaşamın kendisini değil kurallarını sürdürmeye boyun eğen” modern bireydir. buna çabalarken de, kendisine rağmen, öğretilmiş bir mutluluk peşinde koşmaktadır. bütün dertleri aslında, “kıstırıldığı yerden yırtmaya” çalışırken “odasında, evinde kalmayı bilmemesinden” kaynaklanmaktadır. mutsuzluğu ve hatta ailesinin mutsuzluğu ise tolstoy’unda belirttiği gibi “kendine özgüdür”. “ilginin ve umudun terk ettiği bir yaşama kavuşuncaya, acelesi kalmayıp, yaşamın kıyısına konuşlanıp rahatlayıncaya” kadar da “kendisinden başka herkes olmaya” devam eder. sonunda öylesine gezecek kadar “aylak” bir adamdır o...?
    sizin de takdir edeceğiniz üzere “tamamen yaşamın kendisi olsa” bu romanı yazamazdım fakat kendi hayatımdan başka bir şey yazdığımı da söyleyemem. kesin olarak “yaşamı değil üzerine bir hikaye yazdım” diyebilirim…
  • kitabi okumaya basladigimda bir olay oruntusu uzerinden gidecek sanmistim ancak okudukca farkli bir tekniği olduğunu anlamış bulundum. apartmanin her dairesi ayri bir enteresan bilgi veriyor, bir yere gondermede bulunuyor. velhasil kelam ufuk açıcı güzel bir deneyimdi bu kitabı okumak.
  • istanbul'da beyoğlu'nda bulunan 1907 yılında inşa edilmiş tarihi binadır.

    türkiye’de apartman kültürünün ilk örneklerindendir. lüleci hendek caddesi’nde 46 numaradadır. beş katlı, yirmi daireli yapı art nouveau tarzındadır.
hesabın var mı? giriş yap