• 1824 yilinda evinin duvarina yansiyan at arabasi golgesinin, araba gectigi halde bi sure sabit kaldigini farkeden peter mark roget (ki kendisi thesaurus un yazaridir) kesfettigi ve sinema ve animasyonun uzerine kuruldugu yanilsama.

    hadise nedir? hadise sudur: gozumuz saniyenin 20 ile 50 de biri arasinda gorulen ani retina da bir sure tutar, bu da projektor ekran vesaire gibi odaklardan yansitilan kesin goruntulerin kesintisiz gorulmesine sebebiyet verir.

    eger ki bahsi gecen araza sahip olmasa idik, yanip sonen ve bir biri ardina gelen kareler izleyecek,
    "e bu ne amina koyim?" diyerek film izlemeyecek, soysuz kopek olacaktik.
  • yine bu arazdan kaynaklanmasi sayesindedir ki sinema ilk yillar hakli olarak iluzyon olarak kabul edilmis, gereken ehemmiyet verilmemistir.phenakistoscope ve zoetrope seviyesinde coluk cocuk eglencesi olarak kabul edilmistir. bu baglamda diyebilirm ki (yeterince taraftarim olmadigina inandigimdan) simdi sasi bakip sasirdigimiz eglenceliklerin de ileride bir gun ayri bir sanat dali olmasi ihtimali mevcuttur.
  • bu yeteneğe sahip insan denen mahluk sinemaya gider ve iki saatlik filmde yaklaşık 11 dakika boyunca kapkara ekran seyreder. gayet tabii taksit taksit ve ruhu duymadan.
  • ing. görüntünün sürmesi. görüşteki kalıcılık. görüntünün sürekliliği. görünenin görülme inadı.

    film teorisinde, esasen hareketsiz karelerden (still pictures) oluşan sözümona hareketli imajı (moving image) nasıl algıladığımızı açıklamak üzere kullanılan teorinin temeli. bu teoriye göre, birbiri arasında çok küçük farklar olan bir dizi imajı sırayla gören insan gözü, her imajdan sonra kısa bir süreliğine o imajı retinasında tutmaktadır. gitmemeye inat eden bu görüntü beyinde bir sonraki imajla harmanlanmakta (blending) ve sanki hareketsiz kareler arasında bir hareket varmışçasına salakça bir kanıya kapılmaktadır (halbuki ne alakası var). sinemaydı, animasyondu işte bu "eye defect" (göz yamulması) üzerinden hareket etmekte, sabit kareleri yan yana dizerek bizi yemektedirler.

    amma ve lakin birtakım teorisyenler, bu teorinin yalan dolandan ibaret olduğunu iddia etmektedir. bu itirazlara göre, görüntünün sürekliliği, hareket olarak algılanmasını gerektirmez. bu teorisyenler, "karşımıza çıkan şeyin sorunsuz geçişli bir hareket değil, karelerin üst üste binmesi, bir nevi 'altta kalanın canı çıksın' oynaması (superimposition) olmalıdır" demektedirler. yakın tarihli deneylere göre, insan beyninin “short-range” ve” longe-range apparent” imajları (bunu da çeviremicem artık, uzadıkça sıkıldım) algılayışı arasında farklar vardır. yani bütün numara, "fine grain" ve "widely spaced" olanların beyindeki işleniş şeklinin farklı olmasından kaynaklanmaktadır. ne diyosun be? diyenler için şöyle izah edeyim -- ki çok uzattım benim bile içim bayıldı -- sinemanın bütün mahareti "fine grain" (closely spaced) olanı kullanmasında yatar. çünkü beynimiz “closely spaced” olan yalancı hareket ile gerçek hareket (real motion) arasındaki farkı ayırt edememektedir (vay salak).

    bir ilüzyonla karşı karşıya değiliz ya da hayatın kendisi, hareketin kendisi bi ilüzyon anasını satıyim (sıkıldı, cıvıdı). persistence of vision karşıtlarına göre, eğer insan beyni bu iki hareket arasında bir ayrıma gitmiyorsa bir bildiği vardır, “eye defect” diye ısrar etmenin bir manası yoktur. keza verilebilecek çarpıcı bir örnek, nörolojik bir rahatsızlıktır. bu rahatsızlıktan muzdarip insanlar, sabit nesneleri göremezken, hareket halindeki nesneleri cillop gibi algılayabilmektedirler (tam tersi ve dudak uçuklatan başka bir hastalık için bkz akinetopsia) bilimadamları için ilginç olan nokta ise, bu insanların gerçek hayatta "sabit nesne körü" olmalarına rağmen, özünde hareketsiz imajlar bütünü olan tv görüntüsünü izleyebilmeleridir (vay anasını). yani beyin için tvnin, sinemanın filan gerçek hareketten bi farkı yoktur, bunlar bir yeniden sunum (re-presentation) değil, sunumdur (presentation). hareketin yeniden deneyimlenmesi (re-experience) değil, ta kendisidir. bu durumda gerçek hareketi nasıl algıladığımıza, etrafımızdaki “sample”ları toplayış, anlam veriş ve arayışlarımıza bakarak, sinemada da hareketsiz imajlarla keklenen “passive viewer” (pasif izleyici) kavramından kurtulmamız gerekmektedir. visual işlerle uğraşanlar ayağını denk almalıdır (niye ki).

    aktifiz biz, genciz, güzeliz, dinamiğiz.
    benim bunca şeyden anladığım budur.
    yoksa bütün bunların ne işime yarayacağını, ne diye kafayı taktığımı çok anlamış değilim.
  • aynı zamanda star trek voyager ikinci sezon sekizinci bölümünün adı.
hesabın var mı? giriş yap