• temmuz ayında gidilmemesi gereken yerdir.
    ben yeni geldim kendimden biliyorum.

    edit: başlık değişmiş.
  • ne içtiysen buraya da getir hacı. s.kim-kurgu tadında bir ayar.
  • senin sorunun tenin siyah oluşu dostum.
  • geçen yıl eylül ayı. zimbabwe, harare'ye 5 günlük bir turistik seyehat gerçekleştirmiştim. bu beş günün sonunda çok mutsuz ayrıldım. her yere yürüyerek gidilebilecek, ağır ağır yokluk kokan bir şehir. yoksul harare, daha yoksul harare ve en yoksul harare diye üçe ayrılıyor şehir. ben yoksul harare'de yani harare cumhuriyet caddesinde, ziraat bankasına 200 metre uzaklıkta bir konak kiralamıştım o dönem. konak nasıl kiraladım anlatıcam. çok acı bir şey aslında.

    ziyaretimin üçüncü gününde -bilen bilir demeyeceğim, siz harare'yi nereden bileceksiniz- çok meşhur ve turistik bir etkinlik olan safari'ye gittim. her tarafta turistler var ve insanlar araçlara binmiş sohbet ediyordu. ben de oturdum aracıma, milli içkimiz olan ayran yudumluyorum. cemaat abisi bıyıklı birkaç adam tanesi 2 kuruştan sütaş marka ayran satıyorlardı. bazen 3 kuruşa da sattıkları oluyordu. sabahın 10'u.

    başka içecekler tüketen insanlar genelde boş arazinin herhangi bir yerine işemeyi sıçmayı tercih ediyordu. bu tarz bir ayine rast gelmediğimi söylemeliyim. içtiğim ayranlar üzerine hafiften ispanyol kırması kıbrıslılar gibi siesta yapasım geldi ki aslında ne ispanya ile ne de kıbrısla bir alakam var. bu arada tırsmıyor da değildim çünkü bu aptalca bir davranıştı. neyse ki vahşi hayvanlara yem olmadan uykumdan uyandım. uyandığımda bir filin eceliyle ölmüş olduğunu gördüm. ben de yerimden bir irkildim gördüğüm olay karşısında. bir soğuk su alayım dedim cemaat bıyıklı adamlardan birinden.

    tam o sırada mesaj geldi ve yaklaşık 3 dakika falan haberleri okudum. telefonu cebime koydum ve önümde gerçekleşen olayı izlemeye başladım. izlediğimi gören bir yerli "batılı mısınız?" diye ingilizce sordu. ben de "evet" diye cevapladım. yerli birkaç yüzyıl önce batılıların buraya geldiklerinden ve ülkenin zenginliklerinden faydalandıklarını, yerlileri ise sömürdüklerinden bahsetti. beyaz olmamdan batılı olduğumu çıkarmış. kendisi ve yanındaki diğer arkadaşı turistik amaçlı bu işlerde çalıştıklarını söyledi.

    konuşmaya devam ettik, diğer adam ise neredeyse hiç konuşmuyor ve bizi dinliyordu. adam, babasının hayatını 1.5 yıl önce kaybettiğini, babasının eskiden zorunluluktan dolayı batılıların adına çok alt düzey koşullarda çalıştığını ancak o dönem için de bu dönem için de geçerli olan hayat koşullarından bahsetti.

    son cümlesi biraz canımı sıkmıştı. sakin bir şekilde ona ingilizce olarak "bu batılılarla alakalı bir durum. beni suçlamanı gerektirmez. insanlar üç aşağı beş yukarı aynıdır. imkansızlık çok güçlü bir durum kaldı ki senin imkansızlığının bizimle alakalı olduğunu düşünmüyorum ve geçmişte yaşadığınız bu tür talihsiz durumlar seni farklı olana aynı bakmaya itiyor" dedim. bana cevap olarak "biz burada bir şekilde yaşıyorduk. hep birlikte çok iyi değildik belki ama kendi yağımızda kavruluyorduk. beyaz adam geldi ve iyi olabilme umudumuzu dahi bizlerden aldı" dedi.

    yanındaki çocuk sessizce arkadaşını izliyor, tek kelime etmiyor ve son sözlerinden sonra arkadaşını onaylar gibi kafasını sallıyor. dinlediğim şeyler herkesin canını sıkmaya yeterdi ve suyumdam bir yudum almaya kalktıkan sonra suyun kaynama noktasına geldiğini fark ettim. sonra "sizin adınıza gerçekten üzülüyorum. batılı olan herkes bir değil. milyonları aşan enflasyon oranları, 100 milyar dolarlık banknotlar, oldukça düşük ortalama yaşam süresi ve tüm bu olumsuzluklar kimsenin hakkı değil" dedim.

    araçtan indim. sarıldık, ağladık.
  • one minute deseydin ya la
hesabın var mı? giriş yap