*

  • ortaya koyulanin yeterince sanatsal olmadigi paranoyasi. (bu aralar cok paranoya lafi ediyorum ama, hadi hayirlisi)*
  • 1.paranoyaklığa kulp takma sanatı. 2. yaratım sürecini renklendiren, çorbaya çeviren hisler karışımı.
  • (bkz: snefru)
  • tecimsel kaygilarin agir bastigi sosyolojik cevrede subjektiviteden uzaklasip cogunluk baz alinarak olusturulmus objektif bir imgeleme kayan kaygi turudur. *
  • sanatçıların sahnedeki hareketlerini belirleyen kaygılar bütünü (bkz: götünden sallamanın en güzel örneği). mesela mustafa sandal'ın ordan oraya hoplaması pek bir kaygı taşımadığını gösterirken, teoman'ın surat beş karış şarkı söyleyip gitar çalması onu uyutmayan şeyin afrika'daki açlık olmadığını kızlar olduğunu gösterir.
  • sanki hayat yeterince zor değilmiş gibi...
    para kazanma zorunluluğu, günlük ve gönül bazında insan ilişkileri,
    toplumun evlilik, ebeveyn olma ve benzeri beklentileri...

    bunların içinde debelenip duruyorum... bu mecburiyetler, beklentiler ile yalnız kalıp sadece üretime odaklanmak arasında bunaldı ruhum yıllardır... yaptığım, ürettiğim ne varsa maddi tek kuruş beklentim olmadı bugüne dek, bundan sonra da olmayacak... bu tamamen manevi bir tatmin... gel gör ki, ikisini bir arada yürütebilmek için ne yapmak lazım ya da ömür boyu sürecek bir yalnızlığı mı göze almak lazım bilmiyorum artık... bir kere denedim bu normlara uymayı elime yüzüme bulaştı, ortalığı bok götürdü... bu kaygıyı güden insanların hayatlarına daldığımda görüyorum ki hepsi ya yalnızlığı seçip yarı deli halde dünyaya veda etmişler ya da bu normlarla birlikte yürümeyi seçtiklerinde paramparça aile öyküleri oluşmuş...

    cemal süreya mesela; memurluk ile götürebilirken aile bazında yıkık.
    öz oğlundan dayak yediği bile bilinir. boşanma öyküleri...

    nazım hikmet gibi bir aşk duayeni 3 ayrı kadın sığdırmış hayatına... onun ömrü zaten siyasi olarak hapislerde...

    van gogh yalnızlığı seçip yarı deli ölenlerden, sefalet içinde, para yönünden batık...
    aşk konusunda platonik olarak takılmayı tercih etmiş... resim tüccarı olan kardeşi ile o işlere kalkışsa ve maddi anlamda toplum normlarına ayak uydursa van gogh olur muydu? imkansız...

    kafka, yalnızlığı seçenlerden ama ailesinden kopamayanlardan...
    doğru düzgün bir aile bile kuramadan, koca bir adamken bile baba baskısı altında,
    platonik bir aşkla genç yaşta göçüp gitmiş...
    milena ile evlenip aynı eve girse kafka olur muydu? muamma...
    en azından bugün milena'ya mektupları okuyamayacağımız kesindi...

    daha onlarca örnek sayabilirim...

    yıllar önce sadece 2 hafta çıktığım bir kız evime gelmişti ve bana bir cümle kurmuştu...
    öylece durmuş beni izliyordu... "ne yapıyorsun sen öyle" dediğimde...

    " sus... ne olur devam et sen işine... seni bir şeylerle uğraşırken izlemek çok hoşuma gidiyor" demişti...

    bugüne dek bir kadından duyduğum ve beni en mutlu eden cümleydi sanırım...
    bunu ilk defa itiraf ediyorum... belki de bu cümlenin değerini yeni yeni fark ettiğim içindir...

    bilemiyorsun ki işte... evlenseydim, 2 sene sonra "krediyi yatırmayı niye geciktirdin" diye şiirimin ortasında odaya dalıp kafama cep telefonu fırlatır mıydı? sırf baba olmak için ya da hayatında bir kadın olması için bu riski almakla almamak arasında ölüp gideceğim bende bundan sonra galiba... şimdiden 1 evlenme boşanma skorunu yakaladım.

    en iyisi işi gücü bırakıp, iş yerinden birikmişini filan alıp, ege'de bir sahil ilçesinde, küçük ama kendi işini yaparak oralarda takılmak diyorum bazen... mütevazı ama masalsı bir yaşamı seninle sürmek isteyen olursa zaten sen çamurun içinde de olsan ardından gelir, eteğinden ayrılmaz...

    ben boşa çabaladım bunca yıl... hala da boşa çabalıyorum...
    bunu kendime itiraf etmem 32 seneme mal oldu...

    hayat, insan ilişkileri vesaire bizim düşündüğümüzden ve
    yüklemek için yırtındığımız anlamlardan çok daha basit...

    umarım yanılıyorumdur ve umarım bunun böyle olmadığına beni inandıracak birileri hala bir yerlerde vardır...
    bu boktan, büyük, keşmekeş, insan ilişkilerinin vıcık vıcık olduğu kentlerde hem normlara uyayım hem de dört duvar arasında kendi masalını yaşayayım hayali imkansız gibi...

    başka bir yolu olmalı...

    o dört duvar arasında aşık olduğun kadar özgür de bırakabilmek gibi hissediyorum, son çare...
    işin sırrı bu olabilir... "dur, seni izleyeyim sadece... bunu seviyorum..."
    işte, bu toplum normlarının dışında tutabilir bizi sanki...
    "dur... ben de sana bakayım... sana bakmayı seviyorum..."
    "yanımda olduğun anları değil, daha çok yanımda olmadığın ve ne yaptığını merak ettiğim anları seviyorum, çünkü seni düşünüyor ve özlüyorum..."

    dokunulan an daha bir anlamlı hale gelir sanki... yaptığın şeyi besleyen şey tatmin değil çünkü...
    özlemek... en azından gönül ilişkisi mevzusunda olayı çözdük gibi sanki... hayırlısı...
hesabın var mı? giriş yap