3 entry daha
  • kavak yelleri estiği yaşlarımızdayız. türkçe'ye vurgunluğumuz başlamış. zaten varmış da yeni yeni farkına varıyoruz aslında. mahalleden, sokağımızdan her fırsatta geçen, bakıştığımız bi delikanlı var. (çıkmak, birlikte olmak falan ne demek, uzaktan bakışıyoruz bu da aşkın bir çeşidi işte)

    yatılı okula gitmişiz. dışardan gündüzlü arkadaşlardan bir adres edinmişiz. okul idaresinin okumasını istemediğimiz mektuplar oraya geliyor. bir gün bakıştığımız elemandan bir mektup alıyoruz. gözlerimiz yuvalarından fırlaya fırlaya, inanamayarak okuyoruz. neden gözlerimiz böyle bi mesai içersine girmiş, onu da söyleyelim, mektup "ruhum" diye başlıyor.
    ilk yumruk...
    devamı aklımda kalmamış ama "ruhum" yeterince açıklayıcı bir kelime zaten. inanamaz inanamaz okuduk. kah, "ulan bu çocuk bu mektubu yazmış olamaz" diyor şüpheler denizinde boğulayazıyoruz. kah "ama yazmış işte helal olsun" diye salakça kibirleniyoruz.

    gel zaman git zaman, okul tatil oluyor ve kasabaya dönülüyor. kasabanın pazarı salı günleri kuruluyor. salı pazarında sersem sepelek dolanırken, bir adam destanlar, türküler ve eski kitaplar satıyor. meraklıyız ya, mektup kitabı alıyoruz elli kuruşa.
    kitap bir çok mektup örnekleriyle dolu. askerdeki oğula mektup, sıladaki anaya babaya mektup vs. şeklinde nadide örnekler var.
    ınnınınnnnnn
    en son örnek şu: uzaktaki sevgiliye mektup.

    sıkı duralım lütfen. "ruhum" diye başlıyor. ve bana gelen mektubun noktası virgülüne kadar aynısı. tıpkısının aynısı
    ne aynısı be, noktalama işaretleri bunda var, bana gelende es geçilmiş...

    ne ruhum'u ya, nerden çıktı şimdi bu? yaş on beş, ruh ne? ruhsar ne? gönlümüz kırlarda papatya toplamaktan kıpır kıpır... deliyiz, delikanlıyız, kanı deliyiz, kaynıyoruz, ne ruhu?

    aşk o dakka bitiyor.

    the son
322 entry daha
hesabın var mı? giriş yap