• kavak yelleri estiği yaşlarımızdayız. türkçe'ye vurgunluğumuz başlamış. zaten varmış da yeni yeni farkına varıyoruz aslında. mahalleden, sokağımızdan her fırsatta geçen, bakıştığımız bi delikanlı var. (çıkmak, birlikte olmak falan ne demek, uzaktan bakışıyoruz bu da aşkın bir çeşidi işte)

    yatılı okula gitmişiz. dışardan gündüzlü arkadaşlardan bir adres edinmişiz. okul idaresinin okumasını istemediğimiz mektuplar oraya geliyor. bir gün bakıştığımız elemandan bir mektup alıyoruz. gözlerimiz yuvalarından fırlaya fırlaya, inanamayarak okuyoruz. neden gözlerimiz böyle bi mesai içersine girmiş, onu da söyleyelim, mektup "ruhum" diye başlıyor.
    ilk yumruk...
    devamı aklımda kalmamış ama "ruhum" yeterince açıklayıcı bir kelime zaten. inanamaz inanamaz okuduk. kah, "ulan bu çocuk bu mektubu yazmış olamaz" diyor şüpheler denizinde boğulayazıyoruz. kah "ama yazmış işte helal olsun" diye salakça kibirleniyoruz.

    gel zaman git zaman, okul tatil oluyor ve kasabaya dönülüyor. kasabanın pazarı salı günleri kuruluyor. salı pazarında sersem sepelek dolanırken, bir adam destanlar, türküler ve eski kitaplar satıyor. meraklıyız ya, mektup kitabı alıyoruz elli kuruşa.
    kitap bir çok mektup örnekleriyle dolu. askerdeki oğula mektup, sıladaki anaya babaya mektup vs. şeklinde nadide örnekler var.
    ınnınınnnnnn
    en son örnek şu: uzaktaki sevgiliye mektup.

    sıkı duralım lütfen. "ruhum" diye başlıyor. ve bana gelen mektubun noktası virgülüne kadar aynısı. tıpkısının aynısı
    ne aynısı be, noktalama işaretleri bunda var, bana gelende es geçilmiş...

    ne ruhum'u ya, nerden çıktı şimdi bu? yaş on beş, ruh ne? ruhsar ne? gönlümüz kırlarda papatya toplamaktan kıpır kıpır... deliyiz, delikanlıyız, kanı deliyiz, kaynıyoruz, ne ruhu?

    aşk o dakka bitiyor.

    the son
  • sevgilim,
    saf ve yaban aşkın kıymeti yok.
    aşk şehvete kılıf olmuş; edebe rağbet yok.
    herkes sözlere iltifat eder olmuş; gözlerdeki gizleri gören yok.
    sanırım ümidimi senden çok seviyorum.
    kulun raci
  • "sevgili sevgilim

    bu şehirde sensiz üçüncü gecem. ama seni şimdiden o kadar çok özledim ki etrafımdaki her kadında senin yüzünü görüyorum.
    neyse şimdi beni çağırıyorsun içeri. uyumalıymışız. gitmeliyim..

    imza:
    sevgilin"
  • merhaba,

    biliyorum, artık seni sıkmaya, yüzündeki tebessümü öldürmeye başladım. her gün aynı komşuya gidip yüzünü eskiten teyzelerden ya da müdürünün kapısını aşındırıp kendinden bıktıran personelden farkım kalmadı gibime geliyor. ama seni temin ederim ki, filmlerde sevdiği kızın hayatına kastedip kafayı ona takan manyaklardan, “ya benimsin, ya toprağın” diyen saplantılı âşıklardan değilim. evet, sana aşığım, hatta uğruna ömrümü bir kibrit kutusunda tutuşturacak kadar seni seviyorum; lakin bu uğurda sana zarar vermek, seni tedirgin etmek benim kitabımda yok, olamaz da.

    her işyerine gelişimde, sana uğramamdaki asıl gayem gül yüzünü çok az da olsa görebilmek, hoşsohbetinde, güzel sesinde kaybolmak, kendimi unutmaktı. izlerken 2 saatliğine hayatı unuttuğum filmlerden, sevdiğim dostlarımla güle oynaya geçirdiğim vakitlerden, çocukluğumda annemin tek maaşıyla aldığı oyuncaklardan bile çok çok daha güzeldin sen. sana baktıkça allah’a, seni bana çeken ve asla görünmeyen o gizli güce, “aşk”ın yalnız filmlerde, kitaplarda geçen alelade bir kelime olmadığına daha çok inandım.

    söyleyemediğim, içimde kalan sözler var sevgili. bu sözleri içime attıkça daha bir boğulduğumu, biriktirdikçe daha bir ağırlaştığımı hissediyorum. hayat omuzlarıma abanırken, bir de söylemediklerim hepten pranga oluyor bana. hâlbuki ne zaman yanına gelsem, bir fırsatını bularak bu sözleri sana söyleyeceğime dair kararlar alıyorum fakat yanına geldiğimde her şeyi unutuveriyorum. seni ne kadar uçsuz bucaksız sevdiğimi bir türlü yüzüne söyleyemedim mesela. kendimi, hayat otobanında herkesten farklı olarak ters yön ve şeritte gittiğimi ama bundan zerre kadar pişmanlık duymadığımı doğru düzgün ifade edemedim bir türlü. sana, belki beni sevdirecek jestleri, güzellikleri yapamadım. seni baş başa kalacağımız güzel bir yemeğe götüremedim. hep bir şeyler mani oldu bunlara. en son yanına geldiğimde de kararlıydım güzel pek çok şey söylemeye, beklenilmeyeni yapmaya, yüzünü güldürmeye, aşkımı kanıtlamaya ve senden aşk dilenmeye; ama gel gör ki gene kısmet olmadı işte. ben istediğimde ortam müsait olmadı; başka zaman belki ortam müsait oldu, ben isteyemedim. bu niyetim bile, önce sesi sonra hareketi gelen, senkronu kaymış filmlerdeki gibi hava kattı yaşamıma.

    hayattan çok büyük beklentim olmadı sevgili. ta ki seni tanıyana kadar. benim en büyük beklentim, yegâne dileğim, isteğim sen oldun. bu uğurda çok dua ettim. gülüşünden vermeni, ömrümden almanı istedim. karakterimi şövalyelik temellerine oturtmakla hep gurur duysam da, akşam eve geldiğimde kılıcımı ve zırhımı portmantoya bıraktığımda onurlu bir gün geçirdiğim için yüzüm gülse de, akşam soframda bana yetecek kadar aş bulsam da hep sen eksiktin hayatımda. son ama en mühim parçası kaybolan bir yapboz gibiydin. aldığım her nefeste, attığım her adımda, yaptığım her harekette sadece sen eksiktin. evet, aklım sendeydi. ne kadar uzağında olsam da ben gene seninle beraberdim. fakat sen bunu, başkası için normal biriyken, benim dünyam olduğunu hiç bilmiyordun.

    sana duyduğum aşk da, bu yazdığım mektuptan sonra seni kaybedeceğimi ayan beyan dillendiren aşk acım da gerçek. yanına gelirken pamuk şekerine kavuşmuş bir çocuğun neşesi içimde olurken, yanından çıkarken senden ayrılmanın, sana söyleyemediğim için bedenimde büyüyen sevda sözlerimin ağırlığı ve hüznü oluyor.

    seni gerçekten çok sevdim, seviyorum ve seveceğim. ben seninle bırak hayatımda yeni bir sayfa açmayı, yeni ve apayrı bir kitap açacağımı hayal ettim. aşkın kitabını sevgili'yle ben yazacağım diye kendime söz vererek, senden önceki tüm sayfalarımı bir bir yırtıp rüzgara verdim. orada olduğunu bilip sana erişememek, elini tutamamak, gül yüzünü sevememek, saçını okşayamamak, yanında olamamak beni her zaman üzecek, içimi acıtacak. bu hüzün ömrüm boyunca kara bir bulut gibi üzerimde gezecek, benimle her yere gelecek. senden sonra yazacağım harfim “sensiz harfler” olacak ve ben eksik yaşayacağım; ama inşallah sen benim gibi eksik yaşamazsın. her zaman her yerde güzel yüzün de, bahtın da güler umarım.
    ben çaba göstermeye, yolunda çok bulunmaya çalıştım, ancak sen kendini geri çektin. belki bir sevdiğin vardı söyleyemedin; belki beni sevilecekler listene yazmak istemediğin için görünmez duvarlar ördün; belki de resmiyeti elden bırakmayıp gevşemememi istedin. hâlbuki çok isterdim; yanından ayrılmaya hazırlandığım zamanlarda “gitme” demeni, bana karşı daha sıcak olmanı, beni hayatının merkezine oturtmanı, kalbinde en geniş parseli bana vermeni. “cennetim”in, “meleğim”in sen olmanı. ama olmadı, olamadı.

    hayatından geçmek, en az senin kadar güzeldi; sana duyduğum ve senden başka kimseye duymayacağıma emin olduğum aşk özeldi. şimdi sen yoksun; bana da aşkın kırıntıları, kırıklarının acil bir operasyonla alınması gereken bir kalp, koca bir yalnızlık ve aşk kavramını seninle birlikte sonlandırıp dünya adlı cehennemde sensiz yaşlanacağımın acı itirafı kaldı. ben senden başkasını istemedim, istemeyeceğim ey sevgili.

    yanına geldiğimde ses etmeyeceğim artık. seni de rahatsız etmeyeceğim. beni civarında gördüğünde tıpkı son görüşmemizdeki gibi hiç kimsenin yanında tedirgin olmayacaksın. senin bu konuda üzülmen, sıkıntı çekmen benim cellâdım olur çünkü.

    olur ya, bir gün özlersin, beni istersin, bana sadece “gel” demen yeter. mutlaka yanında olacağım ve ömrüm el verdiğince sana cenneti yaşatacağım. bu da benim sana sözüm olsun. ki ben tutamayacağım sözleri asla vermem.

    ...
    ben seni, dünya üzerinde kimsenin seni sevemeyeceği kadar çok ve nedensiz sevdim.
    ...

    not: bu kadar yazıyı neden bilgisayarda yazdığımı düşünüyorsun biliyorum. aslında nedeni çok basit; gözyaşlarımla kâğıtları değil, klavyemi ıslatmak istediğim için...

    geçmiş zamanını, şimdiki zamanını ve gelecek zamanını “sadece” seninle yazan batu...
  • sevgilim,

    raci diye biri çıkmış sana sulanıyormuş. kimdir bu raci?

    efendin sadi
  • sevgilim,
    ruh hastalıklarının tedavi edildiği bir çağda aşka yer yok...
    vazgeçiyorum artık...
    kulun raci
  • her yerde seni görmek, bakışlarımdaki donukluk, zamansız dalıp gitmelerim, senin varlığın fikrinin zihnimi öyle meşgul etmesi ki hayalini bile kuramam, beni kuşatan yalnızlık, arkada çalan müzik, olmayan ama hiç aklımdan çıkmayan ve her daim beni çağıran uçurum sesin, kuş olup uçma fikri, hayalim, hayallerim, hayat ve onun imkansızlığı, çıldırmak, boğazımdaki düğüm, içimdeki burukluk, gönlümdeki kırıklık, mahcubiyet ve hicab, imkansızlıklara götüren sözler, hayaller, hayallerim, bekleyişim ve gelmeyişin, hiçbir şey demeyen bir yaşamın umursamadan akışı, haberim, habersizliğim, bîhaberliğin, sınırsız yaylalarda gezinmeye alışkın aklımın sabitliği tek noktada, ellerin, gözlerin, yaralarım yaralandığım, gözümün feri, gözümün nuru, senin yokluğun, mahpusluk, yaftasızlık, ışıksızlık ne kadar zor! artık ağlamıyorum.

    şimdilerde hep seni unutmayı düşlüyorum uykusuzluklarımda. bu bile fikrini atmıyor aklımdan. oysa senin varlığın değil miydi benim yüreğimi ferahlatan, gözlerimi güldüren, neden bu kadar mutlu olduğumu soranlara karşılıksızlığıma sebep. neden şarkılar hep seni anlatıyor? neden her şey bu kadar gözlerimi yakıyor? neden her şey bu kadar anlamsız, neden herkes bu kadar manasız bakıyor bana şimdi?

    yazdıklarım hep seninle başlıyor, yazdıklarım hep seninle bitiyor. kalemimde biten mürekkebin bıraktığı son iz sensin. merak etme, ilk iz de sensin. ne çocukluk rüyalarım, ne gençlik hayallerim, ne yaptığım planlar var aklımın labirentlerinde. sen kocaman bir labirent olmuşsun, hiç bilmediğim koridorlarda aç, susuz dolanıyorum devamlı. elimi nereye uzatsam sana dokunuyorum, nereye baksam gördüğüm sensin. her akşam batan sen, her akşam batmayan sen, her sabah doğan sen, her sabah doğmayan sen. sensizlik kuşatıyor bu zalim şehri ve artık şehirsiz kaldım. insanın gönül sarayı yıkıldığında, sokaklarda dolaşacağı bir şehri kalmıyor. insanın mihrabı olmayınca, nere döneceğini şaşırıyor.

    nedense içimde delice bir his… bu masalı beraber bitireceğiz. hislerle devam etmiyor hiçbir zaman yaşam. hissetmek ne kadar hayatî olsa da yaşayışımızda, artık onlara güvenecek gücüm kalmadı. yoksa sadece bir masal mıydın, çocukluğumla dalga geçen?

    kalemim bitti kimbilir kaç kelime önce, hala yazmıyorum bunları kağıda. yokluğuna da ancak bu yakışırdı! yokluğu böyle sihirli birinin varlığı hep beklediğim. oysa önümde hiçbir şey yok ve arkamda hiçbir şey yok.

    geçen gün kaç kar tanesi düştü şehre? güneş kaç tanesini eritti? ya ben sana kaç mektup yazdım hiç gönderilmemiş? kaç kelimenin kanı bulaştı elime? kaç tanesini öldürdüm senin surlarını geçmek için? kaç tanesini, kaleni fethetmek için öldürdüm? sahi, kaç kere öldüm? her kelimenin önünden, elimde sancağımla koşan ben değil miydim?
  • "canım benim,

    bugün biz birlikteydik yine ve senin fazlasıyla pozitif olduğun bir gündü. sabah "bugün ne yapıyorsun?"a cevabın "seni seviyorum" oldu örneğin. sonra "tatile gideceğiz bebeğim birlikte" dedin. o kadar mutluydun ki... hep böyle mutlu ol. öyle ol, istiyorum. seni hep böyle huzurlu, mutlu görmek isterim.

    beni kaybetmekten korkuyormuşsun, ben de seni kaybetmekten korkuyorum. özellikle de bu sene çok korktum bundan. bilmem, sanki hiç başarısız olmayacakmışım gibi geliyordu okuldayken, ne de olsa severek okuduğum bir bölümü derece ile bitirmiştim. peri masalı gibi şimdi düşününce. her şey ne kadar da hızlı gelişiyormuş bazen. bunu da öğrenmiş ve deneyimlemiş oldum. en ufak bir pürüzde hızır gibi, elini uzatıp "geçecek" diyordun bana. bu sefer geçmesi uzun sürecek gibi. işte tam da bu yüzden seni kaybetmekten korkuyorum ben de. belki sırf bu yüzden seni kaybetmemek için yurtdışına kaçmayı (gitmeyi, uçmayı) düşünüyorum zaman zaman. seni sıkmayayım benden soğutmayayım diye. bunun yanısıra -düşününce- sensiz iki gün bile ayrı kalınca çok özlüyorum. burnumda tütüyorsun, sana sımsıkı sarılmak istiyorum.

    seni çok sevdim. benim için harika bir keşif ve bir o kadar da eğlenceli bir yolculuk oldu bu ilişki. biliyorum nice seyahatler, sohbetler, maceralar bizi bekliyor. önümüzde de daha çok uzun bir hayat var. bu mektubu yazmamın sebebi ise şu; bu günlerimizi hiç unutmayalım. zor zamanlarımızı, hızlı geçen senelerimizi, genç olduğumuz günleri... biz birbirimizi en güzel, en çok şimdi seviyoruz. içim eriyor sana bakarken bile. senden hala çok hoşlanıyorum ve bence sen dünyanın en en en yakışıklı ve en boncuk erkeğisin. benim erkeğimsin, benim. lütfen bunları unutmayacağımız bir belleğimiz olsun ve yedeklerini şimdiden alalım. unutulmalarından korkuyorum.

    1240 gündür birlikteyiz, deli değilim küçük ve basit bir hesaplama yaptım sadece. hep seni istediğim ve beklediğim için çok mutluyum. iyi ki ilklerim seninle oldu, beni çok mutlu ettin, edeceksin de biliyorum bunu... sana diyorum ki "senden başkası ile yapamazdım" ne kadar inandırıcı bilemiyorum ama doğru bu. gerçekten doğru. umarım ben de seni hep mutlu edebilirim ve birbirimizin elini hiç bırakmayız.

    canım,

    doğum günün şimdiden kutlu olsun. seninle hayatımda o kadar mutlu anlar yaşadım ki ne olursa olsun, hiçbirini unutmayacağım. bu anılara daha iyilerini daha güzellerini ve özellerini de ekleriz ileride. senden öğrendiğim her şey ile daha iyi bir insan ve daha duyarlı bir kadın oldum, çok teşekkür ederim."

    (bkz: ashes and snow)
  • sevgilim...

    öl!
    desen ölürdüm.
    sahi,
    neden vurdun?
  • ne oldu? neden buradayız? sonumuz yok derken ne oldu bize? hangi anda hata yaptık? öylesine söylenmiş bir "seni seviyorum" mu getirdi bizi bu noktaya? ne zaman kırdık birbirimizi bu kadar? ne zaman düşündük ayrılığı? ne zaman adını koyduk ayrılığın ama koymamış gibi yaptık?

    ankara. aşkın başkenti. başladığımız yer değil miydi?

    seni görmek için takmışken gözlüklerimi bir yandan düşünürken gözlüklerimle beğenecek mi beni diye merdivenlerden gelişin hani. yüksel metro çıkışında elimi ilk kez tuttuğunda "hiç ama hiç bırakmayacağım bu eli" deyişin hani. hatırladın mı sevgilim? üstünden yıllar geçti, hatırladın mı? iki gül getirmiştin bana. sırt çantandan çıkardığın deftere sanki solakmışsın gibi kullandığın sağ elinle "seni seviyorum" yazmıştın hani benden saklayarak. ve sonra utangaç bakışlar atıp defteri önüme koyarak...

    kaşlarını kaldırıp alttan alttan bakardın. nasıl desem... şebek bir bakıştı aslında. evet, evet! tam sıfatı şebektir bu bakışların. beni sana aşık eden o tatlı bakışlardı. sanırım... artık hiç öyle bakmıyorsun bana.

    her şeyi yaşadık seninle. tek tek sayılmaz ki koca bir hayat. tek tek sayılmaz ki mutluluklar... tek tek sayılmaz ki öpüşmeler... tek tek sayılmaz ki sevişmeler... birini saysan diğeri kırılmaz mı?

    sığınmadık mı birbirimize en kötü zamanda? kalbimizi açmadık mı sonuna kadar? kimse ihtimal vermezken bize biz devirmedik mi yılları birer birer?
    şimdi kimse ayrılacağımıza inanmazken kopmuyor muyuz biz? kalbimizi kapatmıyor muyuz? uzaklaşmıyor muyuz birbirimizden?

    cevaplayacak gücüm yok. ama bu sorular geziniyor aklımda, aklında.
    inkar edebilir misin?

    birbirimizin dilinden anlamazken tükeniyoruz sevgilim.

    bitiyoruz.
hesabın var mı? giriş yap