47 entry daha
  • yalnızca apartmanla ilgili bir durum değil. türkler birlikte yaşamayı beceremiyorlar. durumu bilimsel bulgularla açıklayamaya geldim.

    öncelikle; bir geçiş kültürü olarak nitelendirebileceğimiz türk kültürü, içinde bireyci ve toplulukçu öğeler barındıran bir kültürdür. bireycilik ve toplulukçuluk da kültürleri iki uçta toplaması ya da bu uçları artan/azalan bir skala biçimde sınıflandırması nedeniyle eleştiriliyor olsa da konumuz şu an bu değil.

    bir kültürün toplulukçu ya da bireyci olarak nitelendirilmesi, o kültürde yaşayan insanların kendilerini başkalarıyla ne denli ilişkilendirdiğine bakılarak yapılıyor. söz gelimi; bireyci kültürde kişilerin kendilerini başkalarından ayırarak ifade etme yönünde eğilim gösterirlerken, toplulukçu kültürlerde kişiler kendilerini başka insanlarla ilişkilendirerek tanımlamaya meyil gösterirler. türk kültürü içinse bu durum biraz karışık. belirli alanlarda insanlar kendilerini başkalarından ayırmaya meyıllilerken öteki alanlarda başkalarıyla ilişkilendiriyorlar. şehirlerde daha bireyci bir ögeler baskınken kırsala gidildiğinde toplulukçu özellikler yaygınlık gösteriyor.

    bu noktaya kadar her şeyin açık olduğunu sanıyorum.

    şimdi, kendi araştırma bulgularımdan da yola çıkarak söyleyebilirim ki türkler başkalarıyla yakın ilişki kurmaya ve bu ilişkileri sürdürmeye önem veriyorlar; çünkü türklerin bireysel/psikolojik iyi oluş halleri kadar, ilişkisel iyi oluş hali de var ve bu ilişkisel iyi oluş hali, başkalarıyla kurulan tatmin edici (duygusal olarak yakın ve karşılıklı) ilişkilerden besleniyor.

    "ee!? bunları neden anlattın? apartmanda yaşamayı becerememekle tüm bunların ne ilgisi var?" dediğinizi duyar gibiyim.

    şimdi efenim, kendi araştırmam sırasında da katılımcılardan sıklıkla "biz başkalarıyla ilişki kurmaya önem veriyoruz güya; ama topluma baktığımızda insanlar oldukça benciller." gibi ifadelerini duydum. görüşme verilerimi analiz ettikten sonra ortaya kültürümüzle ilgili şu bulgular çıktı (katılımcılara kendi kültürümüzle olduğu kadar japonlarla ilgili gözlem ve deneyimlerini de sormuştum. o bulguları da, alanyazındaki bilgilerle birleştirerek ayraç içinde aktaracağım):

    *türkler ilişki odaklı insanlar ve türkler için başkalarıyla kurulan yakın ilişkiler önemli. aile ve arkadaşlar, türkler için işlerinden önce geliyor (japonlar ise iş odaklı insanlar ve onlar için grup üyeliği ve grupça hareket etmek öncelikli. başkalarıyla kurulan ilişkilerin niteliği türkler kadar önem taşımıyor. japonlar için önce iş geliyor. ardından hobileri, aileleri ve arkadaşları.).
    *türkler özel yaşantılarında kendilerinden önce başkalarına zaman ayırıyorlar (japonlar özel yaşantılarında önce kendilerine zaman ayırıyorlar).

    bu noktada ilginç bir çıkarımda bulundum:

    *türkler kişilerarası ilişkilere odaklılar ve kendi bireysel refahlarının yanı sıra yakın oldukları insanların bireysel refahlarını, toplumsal refahtan fazla önemsiyorlar. kamusal yaşamı düzenleyen sözsüz kuralları önemsemiyorlar.
    *japonlar kişilerarası ilişkilere odaklı değiller; ama kendi bireysel refahlarının yanı sıra, hatta çoğu zaman daha da fazla, toplumsal refahı önemsiyorlar. kamusal yaşamı düzenleyen sözsüz kuralları çiğnemekten ve başkalarına rahatsızlık vermekten olabildiğince kaçınıyorlar.

    başka bir deyişle; türkler yakın ilişki kurmayı seviyorlar ancak birlikte yaşadıkları insanların refahını sağlayacak toplumsal kuralları hiçe sayabiliyorlar. japonlar ise türkler kadar yakın ilişkiler kurmaya bizimki kadar meyıllı değiller; ama toplumsal kuralları uyarak yaşıyorlar.

    durum yaklaşık olarak böyle. peki, iki kültürde durumun bunca farklı olmasının nedenleri ne olabilir? eğitimsizlik? bir kültür, kaynağını akıldan alan ahlak kurallarını benimsemişken ve toplumsal refahı sürdürmeye çalışıyor. öteki kültür ise kaynağı dine dayanan ahlak kurallarını içselleştirmiş ve yaşamını haram/helal üzerine kurmuş durumda. bu toplumun insanları her şeyi allah ile kendisi arasında görerek yaşıyor ve toplumsal refahı umursamıyorlar. islam'ın bizim toplumsal yaşamımızı ne denli düzenlediğini de göz önünde bulundurursak kamusal yaşamda karşılaştığımız rahatsızlık verici eylemlerin, haram olmadığı için yapılmasında sakınca görülmeyen eylemler olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. bir eylem günahsa eğer, o insanın günahı ve o insan hesap verecekse eğer, allah'a vereceğinden, toplumsal refahın bozulmuş olup olmamasının bir önemi kalmıyor; çünkü ahlakın kaynağı, din. davranışların doğruluğunu ya da yanlışlığını belirlemede, haram ya da helal olması ölçüt olarak alınıyor.

    tabii eğitim düzeyi de bu nokta önem kazanıyor. eğitim düzeyi arttıkça ahlakın kaynağı akla kaymaya başladığından, sergilenen davranışların da değişmesi olağan bir durum.

    eğitim şart.
    ***
    elbette ki başka değişkenler de vardır. incelemek gerek. benim aklıma dinin yanı sıra aklıma gelen bir diğer açıklama, modernleşmeyle birlikte gelen bireyciliğin toplum tarafından iyi anlaşılayamayarak bunun bir ben-merkezcilik olarak görülmesi. bununla ilişkili de başka bir zaman yazarım artık.

    böyleyken böyle. daha birçok bulgum var. bir ara oturup her şeyi yazacağım.
38 entry daha
hesabın var mı? giriş yap