• 2003 bbc yapımı, 8 bölümden oluşan, toplam 400 dakikalık muhteşem bir belgesel. 5. yüzyıldan başlayarak, ingilizcenin hint avrupa dil ailesinin cermen dilleri kolunun küçük bir üyesiyken dünyanın en yaygın dili haline gelmesinin serüvenini anlatıyor. anglo-saksonların ingiltere'yi istilası ile başlayan hikaye, ilk bölümlerde britanya adasının tarihi ile iç içe geçmişken son bölümlerde kuzey amerika, karayip adaları, hindistan, avustralya'ya uzanıyor ve günümüze dek ulaşıyor.

    belgeseli çok öğretici, eğlenceli ve ufuk açıcı bulduğum için notlarımı paylaşmak istiyorum. ilginizi çeker ve izlemek isterseniz internetten dvd'sini satın alabilir, yasal bir site izlenimi veriyor, http://topdocumentaryfilms.com/ adresinden izleyebilir veya diğer malum yollara başvurabilirsiniz. türkçe alt yazı bulunabileceğini hiç sanmıyorum. ana diliniz değilse (belki olsa bile) özellikle ilk bölümlerdeki diyalektleri anlamanız da mümkün değil, ama spiker güzel ve anlaşılır bir ingilizce konuşuyor. artı çok az ingilizce bilseniz bile tarihi yapılar, mimari, müzik, bir göz atmaya değer. notlarımı okurken sağır duymaz uydurur deyişini hatırlayınız, tarihçi veya dilbilimci olmadığımı göz önünde bulundurunuz.
  • 1. birth of a language
    belgesel dediğim gibi 5. yüzyılda başlıyor. isa'dan sonra birinci yüzyılda egemenlik sağlamış olan roma imparatorluğu'nun avrupa'da olduğu/olacağı gibi britanya'da da çöküşü, anglo-sakson dediğimiz cermenik kabilelerin yanlarında sonra günümüz ingilizce'sine evrilecek "öz ingilizce"yi taşıyarak britanya adasının güneyi ve doğusunu istila etmesi, sonra barbar istilasının kalıcı olması ve bin yıl içinde kalıcı bir uygarlığa dönüşümü. adanın yerlileri (bir önceki istilacıları?) olan britonlar ve keltler kıyıma uğruyor. fatihler yerlilere köle anlamına gelen 'welsh' adını takıyor. sağ kalmanın yolu tarihte sık sık olduğu gibi galibin dilini, kültürünü almak ve şanslı olmak oluyor. yerlilerin dillerinden bugüne thames, dover, london gibi bir iki yer adı ile crag(kayalık), combe (derin vadi) gibi bir iki kelime kalıyor. [hala varlığını sürdüren galler halkı kelt kökenli imiş. irlanda'yı bilmiyorum, her ihtimalde onlar bu sırada işgale uğramıyorlar]

    istilacılar angle'lar, sakson'lar, jude'lar gibi birden fazla kabileye mensup, yanlarında getirdikleri diyalektler de çeşitli, ancak bu diyalektlerden geriye sadece eski ingilizce adını verdiğimiz diyalekt kalıyor.

    bu sırada eski ingilizce'nin tınısı tamamen almanca gibi. o zamanlar konuşulan ingilizce'ye en çok benzeyen dil bugün kuzey hollanda'da az sayıda insanın konuştuğu friesland dili imiş. friesland dili ile ortak kelimeler: three, four, frost, freeze, mist, blue.

    yüz elli yıl ileri gidelim. britanya adasının yarısı, wessex (west sakson), sussex (south sakson), essex (east sakson), kent, east anglia gibi krallıklara bölünmüş olarak anglo sakson egemenliğinde. bugün yaşayan yerleşimlerin bir çoğu isimlerini o zaman alıyor. yer adlarındanki -ing takısı eski ingilizcede ..liler, ..i halkı (people of) anlamına gelirmiş: ealling, dorking, worthing, reading. -ton takısı ..köyü demek: wigton, taunton, chessington. -ham .. çiftliği anlamında. birmingham, tottenham.

    eski diyoruz ama ingilizce o zaman da zengin bir dil. modern ingilizce'ye 25.000 kelime aktarmış. [bugün tdk'nın sözlüklerinde yaklaşık aynı sayıda kelime bulunuyor, ortalama bir insanın günlük yaşamında 10.000 kadar kelime ile konuştuğu tahmin ediliyor] sadece eski ingilizceden gelen kelimeleri kullanarak iyi kötü sohbet etmek mümkün:

    * sayılar
    * temel akrabalık ilişkileri: son, daughter, friend
    * temel fiiller: go, come, sing, love, like, drink
    * temel preposition'lar: into, by, from, and, the, in, on
    * kısa, temel kelimeler: butter, bread, cheese, meal, sleep, boat, storm, snow, sea, youth, field, home, ground

    ancak en bildik kelimelerin bile telafuzu tamamen farklı. 'son' için "sunu", 'ground' için "grund", game için "gamen" [çift tırnak içindekiler okunuşun türkçe yazımı]

    ingiltere'ye hristiyanlık 6. yüzyıldan itibaren [roma'ya bağlı, katolik] misyoner rahipler aracılığıyla geliyor. 7. yüzyıldan kalma taş kiliseler hala ayakta. misyoner rahipler yanlarında inançlarının yanı sıra latinceyi de getiriyorlar. bu sırada latinceden gelen kelimeler: altar, apostle, mass, monk. anglo-saksonlar "runes" denilen alfabeyi kullanıyorlar. runik harfler çivi yazısı gibi tahta ve taş üzerine kazılabilecek düz çizgilerden oluşuyor. rahiplerin latin alfabesi ise kağıt ve parşömen üzerine mürekkeple yazılabilecek yuvarlak harfler içeriyor. konuşma dili savaşının aksine alfabe savaşı latin harflerinin kesin zaferi ile bitecek.

    ingiliz dili konuşan halkların ilk yazılı tarihi 8. yüzyılda hristiyan bir keşiş tarafından, tabii latince kaleme alınmaya başlıyor. okuma yazma bilenler din adamları, zamanın kültür sanat dili de latince.

    halk eski ingilizce konuşmaya devam ediyor. 7. yüzyıldan itibaren latin harfleriyle yazılmış eski ingilizce metinlere rastlamak mümkün. yazıya dökülmeyi dilin gelişmesinde önemli bir kavşak kabul edersek, ingilizce birçok avrupa dilinden önde. bu dönemde incil'den kimi metinler ingilizceye çevrilmeye başlıyor. dil nüanslar kazanıyor. ingilizce'nin doruk noktalarından biri, ünlü beowulf destanı bu dönemde (7.yy - 10.yy arası) yazıya dökülüyor:

    da com of mone under milt hleopum
    grendel gongan godef yrre baen
    mynte le man scada mann cynnel
    lumne be lyrpan infele şam hean

    [bu nasıl ingilizce derseniz, o kadarını bilemem] beowulf'un dili gelişmiş, şiirsel, aksiyon anlatmak için uygun bir dil. içinden değil, yüksek sesle okunmak için yazılmış. 40.000 farklı kelime içeriyor. bunların bir kısmı bugün almanca'da hala olduğu gibi kelimelerin birleştirilmesiyle türetilmiş kelimeler:
    ban-hul (bone-house): body
    gomen-budu (joy-wood): harp

    bu dönemde dillere edebiyatları oranında not verecek olursak, eski yunanca ve latince klasik şaheserler olduğu malum, ama hemen arkasından beowulf sayesinde eski ingilizce de en azından arapça ve çince ile beraber diğer tüm avrupa dillerinin önünde dereceye giriyor.

    ama serüvenimiz böyle hep mutlu giden bir masal değil. korkulu bir bölüme başlıyoruz: viking istilası.

    8. yüzyıl sonu. gemilerle geliyorlar. içlerinde ne kültür sanata bir saygı, ne jesus korkusu var. öldürüyor, yıkıyor, yağmalıyorlar. hadi insanları öldürdün, kitaplar kalsaydı, onları da yakıyorlar. latincesi de gidiyor, eski ingilizcesi de. doğu kıyısındaki savaş ve yağmaların ayrıntılı tarihçesi çok iyi bilinmiyor çünkü pek sağ kalan olmuyor. önceleri gelip ganimetlerle evlerine dönerlerken sonra yavaştan yerleşmeye de başlıyorlar. [belgeseli ingilizlerin gözünden izlediğimiz için yağmacı rolünde de olsalar, yerli halk rolünde de olsalar hep onları tutuyoruz] 865 yılında kocaman bir istila ordusu geliyor, ülkenin kuzey ve doğusunu tamamen kontrol altına alıyorlar. keltçenin başına gelen eski ingilizce'nin de başına gelmek üzere.

    neyse ki ingilizce konuşan son krallık, wessex direnebiliyor. tarihteki "great" lakaplı tek ingiliz kralı, "ingiltere'nin kurtarıcısı", alfred sahneye çıkıyor. ilk çarpışmaları kaybediyorlar, hele 878'deki yenilgileri çok fena. bu sırada alfred kral değil. üç yıl sonra ağabeyi ölünce taç giyiyor. alfred gerilla savaşına başlıyor. bataklıklarda, ormanda saklanıyor. vuruyor kaçıyor. sonunda 4000 kişilik bir ordu toparlayabiliyor, vikingleri meydan savaşında yenmeyi başarıyor. düşman komutan hristiyan olmayı kabul ediyor. thames nehrinden sınır çiziliyor, batısı wessex krallığının (ingilizce'nin) egemenliğinde kalmayı başarıyor.

    sonra tarih biraz yavaşlıyor. dan'larla (viking - danimarka'lı) ingiliz halklar bir arada yaşamaya başlıyorlar. evlilikler. ticaret. yavaş yavaş ingilizce danca'yı özümsemeye başlıyor. tabii danca'dan da bir sürü kelime ithal ediyor. bugün ingiltere'nin kuzey doğusunda bulunan sonu -by, -thwaite, -thorpe ile biten yerleşim isimlerinin tamamı dan zamanında kalma. (by: çiftlik, thorpe: köy, thwaite: 'tarıma açılan yaban toprak') -son ile biten insan ve dükkan isimleri (türkçedeki -oğlu gibi) yine danca'dan: harrison, gibson, hudson, simpson, dickinson, watson, robinson, nicholson, dawson, robson.

    ayrıca kuzey doğu bölgesinin şivesinde bugün de danca etkisini görmek mümkünmüş. [belgeselde canlı örnekler var ama benim kulağımın anlaması mümkün değil] yerel kelimelerin yanı sıra bugünün ingilizcesine de yüzlerce kelime geçmiş danca'dan: sky, skor, ski, anger, freckle, window, skull, knife, neck, ugly, lore, egg, husband, die, they, their, them.

    çoğu zaman, gelen kelimenin eski ingilizce'de de karşılığı oluyor, iki kelime de sağ kalmayı başarıyor:
    craft (e.i) / skill (dan)
    sick (e.i) / ill (dan)
    hide (e.i) / skin (dan) [hayvan derisi manasında]

    dancanın ingiliz dili grameri üzerinde çok etkisi oluyor. genel olarak gramer basitleşiyor, almanca karakteri daha az baskın olmaya başlıyor. kelime sonlarına gelen çekim ekleri azalıyor, eskiden kelimenin yeri cümle içindeki görevini belirtirken şimdi o iş için başa article'lar, proposition'lar gelmeye başlıyor. örneğin eskiden -un takısı türkçe'de ismin -e haline karşılık gelirken, şimdi -un takısı yerine başa "to" konmaya başlıyor. [ana dili türkçe olan birisi olarak bence kelime sonuna çekim eki gelmesi en güzelidir, ama belgeselde bu çok şahane bir gelişme gibiymiş gibi aktarılıyor, anlamadım]

    9. yüzyılın sonuna gelindiğinde ingilizce viking istilasından sağ kurtulmayı başarıyor ama yazılı kültür çok gerilemiş durumda. tüm wessex'te latince bilen kişi sayısı iki elin parmağını geçmiyor. alfred (aynı alfred) latince için çabalamaktansa, dini metinleri ingilizce'ye çevirmeye karar veriyor. böylece üst düzey din adamları yine latince bilecekler ama köy rahibi gibi sıradan din adamları latince öğrenmeden de mesleklerini icra edebilecekler. bu amaçla beş din/tarih kitabını ingilizce'ye çevirtiyor. ülkedeki piskoposlara birer el yazması kopya gönderiyor. ingiliz dili konuşan halkların yazılı tarihi projesini devam ettiriyor.

    alfred'i takdir ediyor ve 11. yüzyıla geçiyoruz. maceradaki en korkunç düşmanla karşılaşmak üzereyiz: normanlar.

    yıl 1066. bildiğimiz [aslında bilmediğimiz ve akıl da erdiremediğimiz] üzere bu soylu dediğimiz insan türü hep birbirleriyle hısım, akraba olup kimin doğduğu yerden kaç bin kilometre uzaktaki bir ülkenin başına geçeceği hiç belli değildir. o sırada çocuksuz ve hayatının önemli bir kısmını normandiya'da (bugünkü fransa) geçirmiş ingiltere kralı edvard, william'ı veliaht ilan edip, ingiltere'deki en güçlü lord olan harold'a william'a biat etmesini emrederek hakkın rahmetine kavuşuyor. harold edvard'ın sağlığında olur der gibi yapıyor, ama ölünce yerli soylu sınıfın desteğiyle taç giyiyor. william ingiltere'ye ayak basmamış, ana dili "eski fransızca" olan bir ademoğlu, ki kendisi bu savaşın sonunda "the conquerer" (fatih) olarak anılacak, devasa bir orduyla ingiltere'ye geliyor, hastings savaşı, fransa'nın kesin zaferi, son ingiliz ingiltere kralı harold sizlere ömür. 300 yıl boyunca ingilizce bilen bir kral olmayacak.

    yönetim baştan başa el değiştiriyor. yeni egemen, yeni dil. normanlar da ırk olarak cermen kökenli ama konuştukları dil danca gibi yakın akraba bir dil değil, latin ailesinden eski fransızca. kulağa garip gelen, farklı tınılı* * kelimeler akın ediyor.

    ilk gelen kelimelere bakarak, dile hangi yoldan girdiklerini anlamak mümkün:

    * savaş konulu: battle, enemy, castle, army, archer, soldier, garrison, garde.
    * sosyal hiyerarşi ile ilgili: crown, throne, court, peasant, nobility, servant, govern, liberty, authority, obedience, duke, baron, vassal, traitor.
    * adalet sistemi: felony, arrest, judge, jury, justice, accuse, sentence, acquit, prison, jail, warrant, sentence, condemn.

    bu üç yüzyıl içinde fransızca ingiltere'ye yavaş yavaş, toplam yaklaşık 10000 kelime ihraç edecek:
    city, market, porter, salmon, makerel, oister, pork, sausage, bacon, fruit, orange, grape, lemon, rape, biscuit, sugar, cream, fry, vinegar, olive, apetite, beef, salad, mustard, tart, dinner.

    [bu kelimelerden 500 tanesinin yemekle ilgili olması fransızlar'ın mı ingilizlerin mi yemek kültürü hakkında daha çok bilgi veriyor, emin değilim]

    tarihe dönelim. william'ın başa geçmesinden sonra çok kısa süre içinde eski soylu sınıf öldürülmüş, sürülmüş, topraklarına el konulmuş, vesaire durumda. william'ın yakını 190 kişi ülke topraklarının yarısının sahibi. aralarında ingilizce konuşan yok. devir gilbert, raul, robert, david'lerin devri.

    yazılı ingilizce tamamen ölüyor. yüzyıllardan beri devam edegelen ingiliz dili konuşan halkların yazılı tarihi kesiliyor. ingilizce yer altına giriyor.

    ...

    bu bölümün sonu. üç gün mü desem, üç ay mı desem, keyfim/vaktim olduğu bir ara diğer bölümleri de (ama daha kısa) yazacağım. gelecek bölümde bizi bekleyenler: gramerde değişiklikler, kara veba, feodalitenin çöküşü, çocuk kimin dilini benimser, babanın mı, dadının mı.
  • 2. english goes underground

    [ingilizce açısından] karanlık günlerde kalmıştık. 12. yüzyıl. norman krallığı britanya ve fransa'da mutlak hakimiyet sağlamış, büyük bir krallığa hükmediyorlar. en küçük mevkiide bile bir ingiliz yok. egemen sınıfın dilleri fransızca ve latince altın çağını yaşarken, ingilizce ölüme terkedilmiş durumda. yazılı ingilizce 1154 yılında son nefesini veriyor, 650 yıldır keşişler tarafından tutulmakta olan anglo-sakson halklarının tarihçesi kayıtları aniden kesiliyor. son kayıt: "kiliseye yeni bir başrahip atandı. ismi wilhelm de waltevile. iyi bir rahip ve iyi bir insan. isa yardımcısı olsun."

    bu sırada doğudan batıya, kuzeyde iskoçya'nın içerilerine kadar (birden çok diyalekti ile) ingilizce hala halkın %95'inin ana dili. gramer sadeleşme eğiliminde. örneğin kelimeleri çoğul yapmak için formunu değiştirmek yerine -s takısı eklemek genel kural olma yolunda. name -> namen yerine name -> names. preposition kullanımı artıyor. cümle gramerinde öğelerin yerleri sabitleniyor.

    kraliçe'nin korumasında gelişen romantik şiir akımı. sonradan don kişot'un özeneceği, şövalyeliğin parşömen üzerinde dizeler dışında hiçbir yerde gerçek olmamış altın çağları. atlı askerleri anlatan cavalry kelimesi, önce chivalry'ye dönüşüyor, sonra knight oluyor. şövalyelik askeri bir terim olmaktan çıkıyor, dürüstlük, onur, fedakarlık içeren ahlaki davranış kodları haline geliyor.

    kral arthur hikayeleri yazıya geçiriliyor. kahramanlık maceraları ile güzel ve zalim lady'ler. kullanılan dil yine fransızca ama fetih zamanının normanlarının dilinden daha estetik, daha zengin. bu devirden kalan kelimeler: courtesy, honour, quest, damsel, tournament, romance, sonnet, lyrics. shakespeare'in sonelerinden pop müzik şarkı sözlerine, modası bir daha geçmeyen aşk şiiri bu dönemin ürünü.

    köylülere dönelim. onların şarkıları kendi gerçekliklerini yansıtıyor. örnek olarak 1225 yılında [hem de notasıyla beraber!] yazıya dökülmüş bir halk şarkısını dinliyoruz. içinde tek bir fransızca'dan devşirme kelime yok: summer, seed, new, spring, wood, merry, sing, hepsi ya friesland'cada ya beowulf'ta, ya da bilemedin alfred'in çevirttiği kitaplarda geçen kelimeler. soyluların dili buraya sızmamış durumda.

    william'la beraber gelen feodalizm hükmünü sürdürmekte. nüfusun %95'i toprakta çalışan serf'lerden müteşekkil. ingilizce konuşanlar cottage ve hut'larda, fransız efendiler castle'larda yaşamakta. çiftlik hayvanlarıyla ilgili kelimelere bakalım. ingilizcesi oxe, cow, fransızcası beef. ingilizcesi sheep, fransızcası mutton. ingilizce calf, fransızca veil. ingilizce pig, fransızca pork. her seferinde iki kelime de sağ kalıyor, ama ingilizce kelime çiftlikte yaşayan hayvanı, fransızca tabağa konan yemeği ifade etmeye başlıyor.

    bu düzen böyle mi gidecek diye soruyor olmalısınız. gitmeyecek. ama o kısma girmeden önce fransızca'nın, artık yavaştan middle english demeye başlayabiliriz herhalde, ingilizce'ye olan etkisinin bir hasılasını çıkartalım. gramer etkilenmemeyi başarıyor. gelen sözcük sayısı ise muazzam miktarda, onbinler düzeyinde. ama genellikle şöyle oluyor, hayvan/et örneğinde olduğu gibi gelen kelime eskisini yok etmiyor, iki kelime de ilgili ama farklı, spesifik anlamlar kazanıyor, yan yana yaşamaya devam ediyorlar. ingilizce apple eskiden meyve demekti, fransızca fruit ile rekabet etmesi gerekince yerini ona bırakıyor, sadece elma anlamına gelmeye başlıyor.

    değişim yavaş yavaş gerçekleşiyor. ticaret artıyor, kimi bölgeler zenginleşmeye başlıyor. kasabalar büyüyor. 13. yy boyunca londra'nın nüfusu iki katına çıkıyor. normandiya'dan gelenler büyük şehirlerde mahalleler kuruyor, ticaret ve zanaatle uğraşıyorlar. feodalizm zayıflayıp iç göçün de artmasıyla, ticaret ve zanaat alanlarında iki dil kaynaşıyor. yeni, ingiliz orta sınıf, fransızca kelimeleri sünger gibi özümsüyor.

    zanaat: measure, mallet, chisel, bucket, pulley
    ticaret: merchant, money, price, discount, bargain, contract, partner

    çocuklara fransızca isim koyma modası başlıyor. eskinin saygın isimleri ethelbert, aelfric, duncan, vulfric out oluyor. yerine richard, robert, simon, steven, john, jeffrey, william geliyor.

    sonra ne oluyor.

    1.) kral 1204 savaşında normandiya topraklarını kaybediyor. ingiltere'de yaşayan soylular dil ve kültür bağıyla bağlı oldukları "anavatanlarını" kaybediyorlar, anavatanları ingiltere oluyor.

    2.) soylular normandiya'dan evlenecek hatun kişi bulamaz oluyor, ingiliz kızlarla evlenmeye başlıyorlar. çocuklar beşikte anne ve dadılarından ingilizce ninniler duyarak, bilingual yetişiyorlar.

    13. yy'ın ortalarından itibaren çocuklar için fransızca, eğitimle, kitaptan öğrenilen bir ikinci dil haline gelmeye başlıyor. gerçi artık yeni kuşakların ana dili olmasa dahi, fransızca kelime akını devam ediyor: abbey, censure, figure, defend, music, plea, sacrifice, spy, virtue, marshall, rain, beauty, fool, defend, malady, music, stable, park, clergy, clock, country, person.

    uluslararası ticaretin dili de fransızca olduğundan, doğudan gelen kelimeler de fransızca üzerinden geliyor. örneğin, arapça kökenli kelimeler, saffron, mattress, hazard, alchemy, amber, syrup, checkmate hep önce arapça'dan fransızca'ya, sonra oradan ingilizce'ye geçiyor.

    gelen hemen hemen eş anlamlı kelimeler, zamanla nüans ve anlam zenginliği yaratıyorlar:

    (e.i) ask / (fr) demand
    (e.i) wish / (fr) desire
    (e.i) might / (fr) power
    (e.i) axe / (fr) hatchet
    (e.i) room / (fr) chamber
    (e.i) answer / (fr) respond
    (e.i) freedom / (fr) liberty
    (e.i) begin / (fr) commence

    13. yüzyılın sonuna gelindiğinde ülkede fransızca, ingilizce ve latince arasında herkesin bilip anladığı "lingua franca" artık ingilizce. soy ağaçlarını fatih william'a kadar devam ettiren soylular bile kendilerini "ingiliz" olarak addediyorlar. 1295'te fransa'nın işgal tehdidi belirince 1. edward, "ulusu" ingilizce etrafında birleştiriyor: "philip tanrı esirgesin, istediklerini gerçekleştirecek olursa ingilizce yeryüzünden silinecek!" (ilginç bir nokta, edward bunu dediği sırada devlet işlerinde hala latince ve fransızca kullanılmakta)

    14. yy başı itibariyle yazılı ingilizce küllerinden yeniden doğuyor. din ve ahlak dersleri veren fabl kitapları latince değil ingilizce yazılmaya başlıyor:

    de bertes bauen anoder kinde
    dat us ogalle to ben minde
    alle be arn off one mode
    for if be fer feccben fode
    and be ouer water ten
    wile non at nede oder flen.

    bunu da beğenmediniz ama bir önceki yazıdaki beowulf'a göre bayağı da ingilizce'ye benziyor işte.

    [modern çevirisi duyabildiğim kadarıyla: the wild deer has two properties, it draws out the [...] from the stone with his nose and swallows it, [...] it causes the deer to burn and it rushes to the water]

    hayat böyle devam etseydi ne olurdu bilemiyoruz. çünkü tam bu sırada meydana gelen bir olay tarihin akışını değiştiriyor: ingiltere için korkunç bir felaket, ingilizce için büyük bir talih kuşu; kara veba.

    1348'de deniz aşırı gemilerle gelen kara sıçanlardan yayılıyor. önce adanın doğusu ve kuzeyini kaplıyor. kimi yerleşim yerlerinde insanları bire kadar kırıyor. ülke nüfusunun dörtte biri ila üçte biri ölüyor.

    salgından tüm sınıflara eşit davranmıyor. şehir ahalisi ile komün yaşamı sürülen manastır ve dini topluluklar daha da kötü etkileniyorlar. bir iki yıl içinde latince konuşan din adamı sayısı yarıya iniyor. yerlerine okuma yazmaları olduğu bile şüpheli, sadece ingilizce bilen din adamları atanıyor.

    veba bittiğinde geriye bambaşka bir ülke bırakıyor. tüm sosyal düzen alt üst olmuş. ülkenin kimi yerlerinde toprağı işleyecek insan kalmamış durumda. feodal düzen çöküyor, köylülerin, zanaatkarların emeği değer kazanıyor. toprak fiyatları düşüyor, ücretler artıyor. talih çarkında sıradan halkla beraber ingilizceleri de yükseliyor.

    1385 yılına geldiğimizde okullarda artık ingilizce eğitim verilmeye başlanmış durumda. dolayısıyla ingilizce kitaplara talep artıyor. fransızca konuşan kişi sayısı veba ile iyice düşmüş durumda, 300 yıldan sonra mahkemelerde iddia, savunma ve yargı makamının ingilizce kullanmasına izin veriliyor. 1399'da iv. henry tahta çıktığında yeminini ingilizce ediyor:

    in the name of the father and son and holy ghost, i, henry of lancaster, challenge this realm of england, and the crown, with all the members and appurtenances; as that i am descended by right line of the blood, coming from the good lord king henry iii, and through the right that god, of his grace, hath sent me, with help of my kin and of my friends to recover it; the which realm was in point to be undone for default of governance and undoing of the good laws.

    görüldüğü üzere yüz yıl içinde bildiğimiz ingilizce'ye çok yaklaşmış, son derece anlaşılır bir dil, ancak telafuz hala farklı:

    i: 'i'
    father: 'fadiyır'
    england: 'ingland'
    members: 'membires'
    crown: 'korona'
    by: 'be'
    right: 'riht'
    good: 'güd'
    grace: 'grasa'
    my: 'mi'
    friends: 'frendes'

    ingilizce'nin ülke içindeki yerini sağlamlaştırmasıyla beraber belgeselimizdeki ilk anonim olmayan edebiyat eserine geliyoruz:
    geoffrey chaucer ve canterbury hikayeleri. chaucer üst sınıftan, sarayla bağlantıları da bulunan bir londralı imiş. o sırada londra, ingiltere'nin her yerinden göç alan "kozmopolit" bir şehir, sokaklarında değişik aksanlar, yerel kelimeler dolaşıyor. chaucer, çok gezmiş dolaşmış. çok iyi latince ve fransızca biliyor. çağdaşı şairler gibi elit bir kesime hitap etmek amacıyla bu iki dilden birini kullanabilirdi, ingilizce'yi tercih ederek belgesele girmeye hak kazanıyor.

    canterbury hikayeleri bir grup yolcunun londra'nın bir mahallesinden kent'e canterbury katedrali'ne yaptıkları üç günlük haç yolculuğu sırasında birbirlerine anlattıkları hikayelerden oluşur. chaucer'in benzer bir yapısı olan bocaccio'nun decameron'unu bildiği ve esinlendiği düşünülüyor. ancak canterbury hikayelerinde daha halk dili kullanılmış, farklı toplumsal kesimlerden gelen on ayrı karakter (şövalye, tüccar, aşçı, değirmenci, ev kadını, rahibe, kalfa v.s.) hikayelerini kendi aksanlarında anlatırlarken bir taraftan kendi kişiliklerini de yansıtıyorlar. [sınırlı bilgiye dayalı tahminim, bu durumun -anlatıcının yansız ve kişiliksiz olmamasının- tüm dünya edebiyatında ilk örneği olduğu yönünde]

    eserin zengin ve egzotik bir dili var. kimi hikayelerde çok bol sayıda yeni fransızca kelime geçiyor. ingilizce karşılığı olan kavramlar için de fransızca'dan kelime ithal edilmiş:

    (ing.) hard / (fr.) difficulte
    (ing.) unhap / (fr.) misadventure
    (ing.) building / (fr.) edifice
    (ing.) meaning / (fr.) significance
    (ing.) unconning / (fr.) ignorant

    öte yandan örneğin değirmencinin hikayesine eski ingilizce kelimeler hakim. birçok eski ingilizce kökenli kelime [birkaç yüzyıl sonra?] ilk defa canterbury hikayelerinde yazıya dökülüyor: farting, ass, friendly, learning, loving, restless, willingly. hikayelerde yerel aksanlar da mevcut. örneğin kahya'nın hikayesinde ise kelimeler kuzey doğu aksanında konuşulduğu şekilde yazılmış.

    chaucer'in eserinin birçok diyalektin mevcut olduğu ülkenin diğer bölgelerinde doğru yazılması, okunması, anlaşılması konusunda biraz endişelendiği söyleniyor. geçen zaman içinde endişesinin yersiz olduğu anlaşılacak, asıl kullandığı londra dili "standart ingilizce" ye evrilecek, ve kendisi de tarihte ingiliz diline emeği geçenler bölümünde önemli bir yer edinecek.

    bölümümüzü daha iyimser bir ruh haliyle bitiriyoruz. gelecek bölümde bizi çetin, uzun, kanlı bir savaş bekliyor; incil'in ingilizce'ye çevrilmesi. diğer konu başlıkları: katolikler boşanamaz diye kral da mı boşanamasın, standardizasyon ne zaman tutarsızlıkları çoğaltır, matbaa çeşitliliği artırır mı, azaltır mı.
hesabın var mı? giriş yap