• sağlam, kesin bilgi. bir şeyi iyice, kesin olarak bilme durumu.
  • gayb hakkında şeksiz, şüphesiz, içine hayal ve vehim karışmamış, kesin ve mutlak bilgi.

    (bkz: ayn el yakiyn)
    (bkz: hak el yakiyn)
    (bkz: ilm el yakiyn)
  • üç derecesi vardır: ilm'el yakin, ayn'el yakin, hakk'al yakin.

    bu seri aslında manalarını tam olarak karşılamasa da; bilmek, anlamak, idrak etmek, ihata etmek olarak açıklanabilir.

    insanın nefsi bundan azade olabilir mi ki.. nefsi emmare'yi dışarıda bırakırsak, sırasıyla nefs-i levvame, nefs-i mülhime, nefs-i mutmainne, nefs-i mardıyye, nefs-i kamile dizisi de aynı paralel çizgiyi nefs üzerinde anlatan duraklardır.

    öyle bir çizgi ki aslında diğer tüm çizgiler şu iki noktanın arasında uzanırlar.. yatay mı dikey mi belli olmayan tılsımlı çizginin üzerinde. "ene"` :benile başlayan ve son kertede "sadece o" :rabb` dedirten doğru. ene'den ene'l hakk'a bir ince yol. bıçak sırtı, bu ince çizgiden daha kalındır. çizginin en alt ve en üst noktaları ise:

    (bkz: esfel-i safilin)
    (bkz: sidret-ül münteha)
  • 1)ilmel yakin 2)hakkál yakin 3)aynel yakin ve zevki ruhani .. bunlar imanin mertebeleri burada yakin iman anlaminda kullanilmistir hatta bununla ilgili yangin ornegi verilir. bi yerde yangin vardir bilirsiniz o taraftan gelenler soyler hatta isiyi hissedersiniz bu ilmel yakin sonra biraz yaklasirsiniz o yangini gorursunuz biraz daha isiyi hissedersiniz bu hakkal yakin sonra biraz daha yaklasirsiniz bu defa icinde sizde yanginla yanarsiniz buda aynel yakin dir. ve tum bu asamalarin sonunda zevki ruhani.. lezzet alirsiniz yaptiginiz ibadetlerden boyle caniniz ceker yani ki buda allah in bi lutfudur cok sukur gereltirir. hatta efendimiz 'namaz bana sehvet derecesinde sevdirildi' buyurmustur
  • (bkz: joaquin) (bkz: shaken) (bkz: einst ein)
  • "herhangi bir delîle bağlı olmaksızın sâdece îman kuvvetiyle âşikâr olarak görme, müşâhede ederek bilme." tanım kubbealtı lugatinden. ben bu kelimeden hakk'a yakınlığı anlıyorum.

    dünyevî ilişkilerimizden kalma bir alışkanlık olsa gerek, manevî alanda da donanımımızı arttırdıkça, zenginleştikçe, daha çok öğrendikçe, daha çok çalıştıkça daha çok yakınlaşırız zannediyoruz.

    halbuki tam tersi. ınsan fazlalıklarından kurtuldukça yaklaşıyor, yaklaştıkça fazlalıklardan kurtuluyor. fakrı artıyor. bu hâli ben, sessizliğe benzetiyorum.

    kargaşa ve kaosun gürültüsünün bittiği, sakin, dingin bir sessizlik.
  • yakin, kesin bilgi demektir. yakini yüksek olanlar, rabbimizin nimetlerini bilir, her daim şükredenlerden olur. yakını zayıf olan kullar ise kaybetmeye yakın olan kullardır.
    cenâb-ı hak buyuruyor:
    bismillahirrahmanirrahim

    “insanın başına bir sıkıntı gelince, rabbine yönelerek o’na yalvarır. sonra allah kendisinden ona bir nimet verince, önceden yalvarmış olduğunu unutur. allah’ın yolundan saptırmak için o’na eşler koşar. (ey muhammed!) de ki: küfrünle biraz eğlenedur; çünkü sen, muhakkak cehennem ehlindensin!” (zümer, 8)

    rasûlullah (sav) efendimiz buyurdular:
    “bolluk ve rahat içinde iken allah’ı tanı ki zorluk ve sıkıntı zamanında o da seni tanısın.” (ahmed, müsned, ı, 307; aclûnî, ı, 366)

    baklî’nin arâis adlı eserinde şöyle der:

    “allah teâlâ, yakîni zayıf olanları şöyle tavsif ediyor: kendisine allah’ın imtihanının elemi dokunduğu zaman o’nu tanımadan o’na dua eder. o’nun nimeti kendisine ulaştığı zaman ise nimetle nimet verenden perdelenir. böylece her iki yoldan da câhil kalır. ne belâda sabredici, ne de nimetlere erdiğinde şükredici olur. bu durum onun rabbini tanımamasındandır. rabbini ma’rifet sıfatı ve muhabbet halâveti/tadı ile idrak etmiş olsaydı, kendisine dilediğini yapması için nefsini o’na bezlederdi.

    bir âlim der ki: kulların ilim ve ma’rifeti en az olanı, başına bir sıkıntı geldiğinde rabbine duâ edendir. çünkü bir sebeple veya bir sebep için o’na duâ edenleri duâsı, sırf o’nu arzulayıp o’na iştiyak duyarak duâ edinceye kadar illeti ve ârızalarıdır. hz. hüseyin (ra) şöyle demiştir: “âfiyet hallerinde kim hakk’ı unutursa, sıkıntı ve zorluk zamanlarında allah onun duâsına icâbet etmez.” (ismail hakkı bursevî, rûhu’l-beyân, 17.cilt, erkam yay.)

    sâhibine nimeti vereni unutturan bir nimet nimet değil, aksine nıkmete (cezâ, felaket, âfet) daha yakındır.
hesabın var mı? giriş yap