• siyasi nedenlerle değil, maddi gerekçelerle katledildiğine dair söylentiler de vardır, bu iddialar uğur mumcu tarafından da araştırılmış, dillendirilmiştir..

    --- spoiler ---

    karacan, gazeteyi satıp gitmek istiyordu

    milliyet gazetesinin sahibi ercüment karacan, gazeteyi satarak londra’ya yerleşmek istiyordu. semiramis pekkan’la evlenmiş, ona orada dükkan açmıştı. ama abdi ipekçi 1954 yılından beri başında olduğu milliyet’in satışına engel oluyordu. abdi ipekçi’nin öldürülmesinden hemen sonra “beni de öldürecekler” korkusuna kapılan ercüment karacan, gazeteyi hemen satarak yurt dışına gidiyor.

    ipekçi sattırmazdı

    milliyet gazetesi’nde abdi ipekçi’yle birlikte başından beri bulunan, dış haberler şefi sami kohen, gazetenin satışı konusunda şunları söylüyor:

    “ercüment karacan, kalp yetersizliğinden rahatsızdı. zaten bir ayağı da dışarıdaydı. hayatının bir kısmını hem los angeles’te, hem londra’da geçiriyordu. tabii gene de, istanbul’da yaşıyordu. fakat gerek rahatsızlığı, gerek vaktinin büyük bir kısmını dışarıda, geçirmesi, yani böyle ‘satılıyor’ gibi bir takım söylentilere yol açıyordu. gerçi söylentilerden de öte, kendisi satmak gibi bir fikrinin zaten var olduğunu söylüyordu. fakat abdi ipekçi olduğu sürece bu gazetenin satılması söz konusu değildi. çünkü, açıkçası bütün işi çeviren ve götüren abdi ipekçi’ydi. ve ercüment karacan’m da, abdi ipekçi’ye sonsuz bir güveni vardı, haklı olarak.

    işte ‘gazete satılıyor’ gibi söylentiler oluyordu veya satın almak isteyenler vardı. fakat o sırada, ben onu abdi’yle falan da konuşuyordum zaten. yani satılması söz konusu değildi açıkçası. yani gazetenin satılması zaten abdi’nin öldürülmesinden sonra oldu.”

    gazete patronu mu, halıcı mı?

    milliyet gazetesi muhabirlerinden, ergin konuksever de gazetenin satışına ilişkin tanıklıklarını anlatıyor:

    “ercüment bey gelir, gazetenin ziyan ettiğinden yakınır, istihbarat servisinde uluorta konuşur, ‘burayı halı sarayı yaparsak daha çok para kazanmamız mümkün olur’ diye söylediği zaman, ilk tepkiyi abdi bey’den alırdı. hatta birkaç defasında da şahit oldum. ‘ercüment, o ne biçim söz? yani, sen şu anda bir gazete patronusun, o zaman bir halıcı dükkanının mı patronu olacaksın, öyle mi olmak istersin?’ dediğini duymuşumdur.

    her gün bir laf çıkardı, ‘milliyet satıldı, satılıyor, falan aldı, filan aldı’ gibi, abdi bey de, bunlara hep gülerek cevap verirdi. sorardık ‘abdi bey satılır mı?’, o da, ‘bugün de kim aldı acaba, kim alıyor, kaç para veriyor’ gibi laflar ederdi.

    onun döneminde böyle bir satılma olayı olmadı. sonra, abdi bey’in, işte bu kötü olaydan, öldürülmesinden sonra, gazete bugünkü sahiplerine satılmış oldu.

    fakat bu satıştan evvel, ercüment bey gazeteyi satacağını söylediği zamanlar, koç holding’den rahmi koç’un sekreteri olan filiz hanım (ofluoğlu) gazeteye geldi. ercüment bey’in koordinatörü veya baş sekreteri oldu. bir sekreteri daha vardı çünkü ercüment bey’in. filiz hanım, abdi bey’in ölümünden bir süre sonra ayrıldığında, gazete satıldı. koç holding’in aldığı söylendi. fakat koç holding almamıştı. gazeteyi, şimdiki sahibi olan, o zaman gümüşhane’de aygaz bayiliği ve aynı zamanda sirkeci de tofaş bayiliği olan kişi, yani koç holding’in bayii olan aydın doğan aldı.”

    ipekçi’nin sekreteri

    cinayetin işlendiği gün, ipekçi’nin sekreteri melek beler gazetede bulunmuyor. “ben kendisini son gün göremedim. bodrum’a beni bir iş için göndermişti. bugün admm verildiği abdi ipekçi sitesinin alımı için gitmiştim. o gün gazeteye gitmemiştim. abdi bey’in de 16:30 uçağıyla geleceğini öğrenince, ercüment karacan bey’in sekreteri, arkadaşım zeynep hanıma telefon ederek, masamdaki dosyayı abdi bey’in masasın bırakmasını rica ettim” diye o günü anlatıyor melek beler, bodrum’dan gelmiş ve o gün gazeteye gitmemesine rağmen masasının üzerinde bir dosya olduğundan haberdar!

    ipekçi’nin sekreteri melek beler de, diğerleri gibi gazetenin satışını, gerçekleştikten bir süre sonra öğreniyor. “gazetenin satıldığından bizim bir süre sonra haberimiz oldu. benim tanıdığım, çok önceden tanıdığım bir beyefendi aldı gazeteyi aydın doğan bey. ben koç holding’de can kıraç bey’le çalışırken tanımıştım kendini, bir koç bayii olarak. ay dm bey’den önce çok talipleri vardı, ama olmayacak kişilerdi.

    gazete satılmadan önce, gene benim, eskiden koç grubu’ndan tanıdığım filiz ofluoğlu, danışman olarak milliyet’te göreve başladı. daha sonra daha büyük değişiklikler oldu.”

    koç, milliyet ve düşündürdükleri

    - melek beler, abdi ipekçi’nin sekreteri

    - milliyet’ten önce koç grubunda can kıraç ile çalışmış.

    - ipekçi öldürülmeden kısa bir süre önce, telefon defteri kayboluyor ve olaydan bir hafta sonra kendi odasındaki dolabın arkasında içi boşaltılmış olarak bulunuyor.

    - cinayetin işlendiği gün melek beler gazeteye gitmiyor, ama masasının üzerinde ki bir dosyayı telefonla, ipekçi’nin masasına gönderiyor. ama cinayetten sonra hemen gazeteye gittiklerinde, odasında dosyaya rastlamadığım belirtiyor melek beler.

    - ipekçi’nin öldürülmesinden kısa bir süre melek beler, gazeteden ayrılıyor.

    - koç grubundan gelen filiz ofluoğlu, ercüment karacan’a danışmanlık yapıyor.

    - ofluoğlu, gazete satıldıktan sonra da milliyet’ten ayrılıyor.

    - ofluoğlu kendisinin yönetim kurulunda olduğunu, ipekçi öldürülmeden önce çalışmaya başladığını söylüyor.

    - ağca’nın cebinden çıkan isim listesinde, koç grubu’nun yöneticilerinden can kıraç’in ismi ve adresi çıkıyor.

    - ipekçi’nin öldürülmesinden sonra da gazeteyi, koç bayii aydın doğan satın alıyor.

    “gazetenin temeli yıkıldı”

    ipekçi’nin öldürülmesini gazetenin temelinin yıkılması olarak değerlendiren dış haberler şefi ve ipekçi’nin çok yakın arkadaşı sami kohen, karacan için satışın kaçınılmaz olduğunu belirtiyor:

    “şimdi abdi’nin öldürülmesinden sonra, bu, bu şoku hepimiz yaşadık. fakat en büyük şok tabii ercüment karacan için oldu. çünkü, gazetenin temeli yıkıldı. bu temeli yıkıldıktan sonra işte gazetenin geleceği ne olacak? kim yönetecek? ercüment karacan bununla pek meşgul olacak durumda değildi. hem sağlık, hem de ailevi sebeplerden, dışarıda yaşadığı için. o zaman iyice aklına koydu, ‘artık bu gazetenin satılması zamanı geldi’ dedi. bir de hedef olan bir gazete. yani bu hedef olan, yerde kendisidir. yani zaman zaman kendisinin de bazı tehdit mektupları ve telefonlar aldığı biliniyor. yani bir yerde, ercüment karacan rahmetli, artık bıktı, yıldı. ‘bu iş abdi’siz yürümeyecek’ gibi bir kanaati de vardı. onun için de işte satmaya karar verdi”.

    koltuk kavgası

    ipekçi’nin öldürülmesinden sonra, milliyet gazetesini kimin çıkartacağı tartışmaları vardı. öyle de kolay değildi ipekçi’nin 25 yıldır başında olduğu gazeteyi yönetmek. gazete içinde tartışmalar başlar. bakın o dönem yazı işleri müdür olan hasan pulur bunu nasıl aktarıyor:

    “ölümünden sonra, gazetede bir çok teori ortaya atıldı. yani yürütme teorisi. işte kimisi, ankara bürosundan arkadaşlar gazeteyi çıkarmak istediler. bir takım teşebbüsleri oldu. turan aytul eksilmeyen ihtirasıyla, ‘gazetede birinci adam olacağım’ dedi.

    ben ercüment karacan’a, ‘arkadaşlar da bilir, abdi bey uzun gezilere giderdi. 2-3 ay kalır, dönerdi. mesela, uzun kanada gezileri vardı. afrika gezisi filan vardı. biz abdi ipekçi bir gezidey-miş gibi bu gazeteyi çıkaralım. olduğu gibi hiç statüyü bozmadan çıkaralım. belirli bir süre sonra, bakalım kim daha başarılıysa bu gazete içinde o kalsın. veya, dışardan birisi gelsin. ama şu anda gazetede bir değişiklik yapmaya gerek yok’ dedim. ama ercüment karacan benim görüşüme itibar etmedi. doğru bulmadı herhalde ki, yetkileri turan aytul’a verdi. aytul’a yetkiyi verdiği gün, ben de istifa ettim. 22 yıl çalıştığım milliyet’ten 1979'un nisan ayı itibariyle ayrıldım ve hürriyet’te çalışmaya başladım.”

    gazete satılıyor

    ve ipekçi’nin ısrarla engellediği, milliyet gazetesinin satışı, abdi ipekçi’nin öldürülmesinden kısa bir süre sonra gerçekleşiyor. gazetenin birinci sayfasını bağlayan genç gazeteci tufan türenç’de gazetenin satışının, haberleri olmadan geçekleştiğini söylüyor. “zaten satıştan bizlerin, kadro olarak haberi olmadı. yani pazarlıklardan filan kesinlikle haberimiz olmadı. sonra bir gün baktık, duyduk ki, milliyet’in yüzde 25'ini aydın doğan diye birisi almış. kim? işte işadamıymış. ‘sirkecide otomobil satı-yormuş, işleri varmış, çok zenginmiş’ filan diye böyle duyduk. sonra yüzde 25, yüzde 45 oldu. sonra yüzde 75'i… tamamı oldu.

    ve bir gün aydın bey geldi, oturdu. o geçiş süreci, yavaş yavaş, çok akıllıca yaşandı. türkiye’de ilk defa oluyordu. satıldıktan sonra, ‘gazete tepe takla olur mu olmaz mı’ diye herkeste bir kuşku vardı. aydın bey, 42 yaşındaydı milliyet’i satın aldığında. ve o yaşının çok üstünde bir olgunlukla, bu işi çok yumuşak geçirdi ve çok hızlı iyi bir gazete patronu oldu. aydın bey’in burada, büyük başarısı vardı, kolay değil. yani abdi ipekçi’nin milliyet’ine geleceksiniz, abdi ipekçi’siz sahip olacaksınız ve babıali sizi kabul edecek. çünkü o güne kadar, babıali de, babıali dışından patron yok. yok böyle bir gelenek, kimsenin aklı almıyor. yani bu aydın bey’in başarısıdır.

    “kasanın sahibiyim”

    milliyet’in ankara bürosu, merakla beklemektedir yeni patronlarını. “yüzde yirmi beşinin aydın doğan bey’in aldığı söylendi. ben bilmiyorum aydın doğan beyi, tanımıyorum da. sonra bir gün, ercüment bey telefon etti, ‘aydın bey oraya gelecek, gereken ihtimamı göster, gereken ağırlamayı yap’ dedi. ben de, ortak diye ankara oteli’ne gittim. yemekler yedik. en nihayet bir gece, aydın beyi büroya davet ettim, gazetenin diğer personeliyle tanışsın diye. yemek yiyoruz, mümtaz soysal da var, bir ara ‘hayırlı olsun yüzde yirmi beşini de almışsınız’ dedim. ‘hayır kardeşim, ben yüzde yetmiş beşini aldım gazetenin. kalan yüzde yirmi beş, bir arkadaşta, onu da alacağım. kasanın sahibiyim’ dedi. biz de, gerçek patronu gördük artık orda” diye gazetenin el de-ğiştirişi anlatıyor milliyet’in ankara temsilcisi orhan tokatlı.

    “bu ticari bir cinayettir”

    orhan tokatlı, o denemler turan feyzioğlu ile yaptığı bir konuşmayı da eklemeden edemiyor. “turan feyzioğlu’nun abdi ipekçi’nin ölümünden sonra söylediği şuydu, ‘bu bir ideolojik cinayet değil, bu ticari bir cinayettir. bu gazetenin satışıyla ilgilidir’. yani turan feyzioğlu’nun bana söylediği, abdi beyin ideolojik bir nedenle öldürülmediği, gazetenin satışıyla ilgili olduydu. yani sonra aydın doğan’la ilgili başka birileri de araya girmiş, onları söyledi turan bey.”

    ikinci ipekçi davası

    ipekçi cinayeti ve ağca olayının üzerine yıllarca giden ve bir çok bağlantıyı ortaya koyan uğur mumcu’nun gerek gazetede gerekse de kitabında ortaya attığı iddialar, ağca’nm roma’da verdiği ifadelere de dayandırılınca, ikinci ipekçi davası açılır. mumcu kendisi de davaları yalandan takip eder.

    mumcu’ nun iddiaları

    “uğur mumcu, bir gün, yazdığı bir yazı nedeniyle istanbul sıkıyönetim mahkemesinde ifade vermeye gelmişti. yolu şaşırmıştı. onu alıp savcıya götürdüm. sonra ankara’ya döndüğümde beni aradı. ‘ipekçi dosyasında, milliyet gazetesinin satışıyla ilgili bir ifade var. gazetenin satışını engellediği için abdi ipekçi’yi öldürmüşler’ dedi. böyle bir bulguya, sahip olmadığımı, ama dosyayla ilgili ifadeleri gönderebileceğimi söyledim. dosyadan, o güne kadar ağca’nın verdiği tüm ifadeleri ve diğer sanıkların ifadelerini, uğur mumcu’ya gönderdim. o da ‘papa mafya ağca’ kitabında, milliyet’in satışıyla ilgili olaya, küçük bir bölüm şeklinde yer verdi. milliyet’in satışını engellediği için abdi ipekçi’nin öldürüldüğü iddiasını orada ortaya koydu” diye anlatıyor ipekçi davalarını yakından takip eden hürriyet gazetesi polis adliye muhabiri özkan altuntaş.

    ifadelerde somut bir şey olmamasına rağmen, uğur mumcu bu iddiayı başka kaynaklardan doğrulattırmış olduğuna inandığını da söylüyor altuntaş. “nitekim biz uğur mumcu, örsan öymen’le birlikte, roma’da papa davasını iki ay boyunca beraber izledik. orada da bunu tartıştık, konuştuk. onun başka kaynakları olduğu belliydi”.

    aydın doğan mahkemede

    uğur mumcu’nun, 12 aralık 1982 ve 14 ocak 1983 tarihli yazılarını ihbar sayarak, istanbul sıkıyönetim komutanlığı askeri savcılığı, 14 mart 1983'de ikinci ipekçi davasını açıyor.

    uğur mumcu’nun gazete satışıyla ilgili iddiaları, mahkemece dikkate almıyor. milliyet gazetesinin polis adliye muhabiri vasfiye özkoçak, bu iddialar üzerine açılan davada milliyet’in yeni patronu aydm doğan ile birlikte gidiyor duruşmaya.

    vasfiye özkoçak anlatıyor:

    “bazı iddialar vardı uğur mumcu’nun da kitabında. ‘abdi bey’den sonra, hiç gazeteci olmayan bir kişiye satıldı gazete…’ bana, ‘o kitabı okudunuz mu?’ dediklerinde okuduğumu ama değerlendiremeyeceğimi söyledim. adeta zımni bir suçlama vardı. bu suçlama için de, ‘aydın doğan beyi de dinleyeceğiz. davayı açmak zorundayız’ dediler ve ikinci davayı açtılar. ben o duruşmada, aydın doğan beyle beraberdim.

    uğur mumcu’yu uzun uzun dinlediler. tabi kendisine nakledilenleri, telefonla yapılan konuşmaları, imzasız mektupları dahi anlatmıştı. bu hakimlerin hoşuna gitmedi, ‘delil değil bunlar. siz bize burada açıklama yapacaksınız diye sizi çağırdık’ dediler. mumcu’da, ‘ben gazeteciyim her şeyin değerlendirilmesini bilirim. geldi, ben öyle değerlendirdim, yazdım. siz de, emniyet güçleri de bunu arayıp bulacaklardır. ben, bana iletileni bildirdim, bana, benim ismim şudur demediler ki, ben de onun ismi şudur diye size vereyim’ dedi.

    uğur mumcu’yu yaklaşık dört saat, uzun uzun dinlediler. sonra, bizim işverenimiz aydın doğan bey dinlendi. sonra hakimler, hiçbir delil olmadığı gerekçesiyle davayı 3, 4 celsede bitirdiler. belki, o kadar bile değil”.

    soruşturma gizli tutuldu

    milliyet gazetesi’nin satışı konusunda, tercüman gazetesinin sahibi kemal ilıcak’ın da milliyet’e gidip geldiğinin görüldüğünü anlatan, cumhuriyet gazetesi polis adliye muhabiri doğan katırcıoğlu, gazetenin satışını kendi adına mı, başkası adına mı konuştuğunu bilmediğini söylüyor:

    “eğer abdi ipekçi öldürülmemiş olsaydı milliyet gazetesi satılmazdı. daha evvel gazetenin satılması için, o da rahmetli olan kemal ilıcak’m gidip geldiği görüldü gazeteye. fakat. ipekçi buna maniydi. ipekçi’nin vurulduğu günün sabahında ankara’dayken de, kemal ilıcak gelerek ercüment bey’le konuşmuştu.

    şimdi, gazetenin satışındaki iddialar ile ilgili soruşturmayı yürüten, sıkıyönetim askeri savcısı, hakim albay refik karaa bu duruma da el koymuştu. fakat yapılan soruşturma neticesini biz anlayamadık, bir açıklama yapılmadı. bu sorgulamalar gizli tutuldu, neticesini öğrenemedik”.

    aydin doğan yargilamayi doğruluyor…

    evet,ipekçi’nin öldürülmesiyle ilgili olarak sıkıyönetim mahkemesi’nde sorgulanan aydın doğan da, olayla ilgili ifade verdiğini aynen doğruluyor. işte yine bir kitaptan alıntılar eşliğinde o itiraf:

    (kitap: milliyet olayı, sayfa: 272, yazar: emin karaca, yayınevi: altın kitaplar, basım tarihi: mayıs 1995.)

    “başka taliplilerin olup olmadığı konusunda hiçbir şey bilmiyorum. sonradan abdi ipekçi’nin öldürülmesiyle ilgili olarak sıkıyönetim mahkemesi’nde yeniden açılan davada da bu soru soruldu. rahmetli uğur mumcu da bu işin üstüne gitmişti. “başka talipliler var mıydı?” sorusunu ortaya atmıştı. bunun üzerine sıkıyönetim’de yeniden dava açıldı. bana orada da sordular. bir zatı göstererek, «bu beyi tanıyor musun?» dediler. «tanımıyorum,» dedim. o kişinin, kemal derinkök olduğunu söylediler. o da talipliymiş meğer. ben kemal derinkök’ü orada, sıkıyönetim mahkemesinde gördüm.

    uğur mumcu’nun gündeme getirdiği…

    …ve de tabii ki türkiye’nin en büyük araştırmacı gazetecisi uğur mumcu’nun, bir kitabından alıntılarla abdi ipekçi’nin öldürülmesiyle ilgili düşünceleri:

    (kitap:papa-mafya-ağca, sayfa:175, yazar: uğur mumcu, yayınevi: tekin, basım tarihi: haziran 1984)

    mehmet ali ağca’nın, istanbul sıkıyönetim komutanlığı adli müşaviri hava yargıç binbaşı önder ayhan ve sivil savcı tunç okan’a 17 haziran 1983 günü, roma’da verdiği ifadeden:

    “…kemal derinkök’ün milliyet gazetesi’ni satın almak niyetinde olduğunu biliyordum. bir başka şahıs daha, yani gazetenin şimdiki sahibi aydın doğan da o zamanlar gazeteyi satın almak istiyordu. ipekçi, gazetenin her ikisine de satılmasına şiddetle karşıydı.”

    parçaları birleştirmek size düşüyor…

    kolay gelsin…

    --- spoiler ---

    (kitap: çarmıhtaki ülkücü, sayfa: 165-172, yazar:tamaşa f. tural, yayıneve: sorun yayınları, basım tarihi: ağustos 2000. aşağıdaki satırlar kitabın dokuzuncu bölümünden aynen alınmıştır.) link
  • kendisini katleden mehmet ali ağca'nın kahraman oluşunun bugün 32. yıldönümüdür. işte öyle bir ülke.
  • yamulmuyorsam, kore savaşına katılmıştır.
  • maalesef öldürülüşünün 33. yıl dönümünde de kendisinden çok, katili mehmet ali ağca'nın saygıyla anıldığı güzide, cesur bir adam.
  • baris manco ile ayni olum gunune sahip gazeteci. bir insanin iyice unutulmasi icin 30 yil gerekiyor galiba. unutulmak icin baris manco'nun daha 17 yili var anlasilan.

    allah rahmet eylesin.
  • abdi ipekçi 9 ağustos 1929'da cevdet-vesime çiftinin 6. çocuğu olarak dünyaya geldi. iki kızkardeşinin verem olması nedeniyle anaokuluna erken başladı. babası cevdet ipekçi film ithalatı ile uğraşıyordu. ilkokula evlerinin karşısındaki ışık okulu'nda başladı. 1940 yılında ablasının ölümünden bir yıl sonra galatasaray lisesi'ne kaydedildi. yeni sabah'ta murat sertoğlu'nun yanında gazeteciliğe muhabir olarak başladı. daha sonra yeni istanbul gazetesinin kendisine daha uygun olduğunu düşünerek burada çalışmaya başladı. yeni istanbul'un başarısı gün geçtikçe arttı. ancak gazetenin sahibi habip edip törehan almanya'da öğrendiği gazetecilik disiplini uygulamaya başlayınca bazı gazeteciler buradan ayrılmak zorunda kaldılar. bu sırada abdi'yi işe alan mithat perin de gazeteden ayrıldı ve abdi'yi kendi kurduğu istanbul ekspres davet etti. yeni istanbul'la özgürlük sorunları yüzünden çatışma yaşamış olab abdi, istanbul ekspres'e katıldı. hukuk fakültesi'nde okumayı sürdüren abdi bir yandan da mesleğine devam ediyordu. daha sonraları askere gitti ve okulu bitirdi. ilk nişanlısından ayrılmak zorunda kalan abdi kore savaşı'na katıldı. milliyet gazetesi'nin müdür koltuğuna abdi ipekçi uygun görüldü ve mektupla bildirildi. 24 yaşındaki abdi'nin bu işi yapabileceklerinden pek emin değillerdi. 19 ocak 1956'da sibel dilber ile evlendi. 1959 yılında milliyet 100 tirajı olan bir gazete haline gelmişti. 1960 yılında gelindiğinde ihtilalden etkilenen gazetenin görüşü sosyal demokratlığa abdi ipekçi tarafından kaydırıldı. birkaç farklı gazete denemesi olsa da tutunamadı. 1 şubat 1979 akşamında eşi sibel üç el silah sesi duydu. olay yerinde 9 mermi kovanı bulundu. yazılarında atatürkçülüğü, barışı, düşünce özgürlüğünü, ülkenin bağımsızlık ve bütünlüğünü savundu. eldeki verilere bakıldığında ekonomik bir cinayettir. ipekci gazeteyi satmak isteyen karacan'a her zaman karsi çıktı. milliyet o dönemde 160 bin tiraja yaklaşmıştı. suikastten hemen sonra da aydın doğan tarafından alınmıştı.
  • karanlık güçlerce öldürülüşünün üzerinden tamda bugün 33 yıl geçmiştir. kendisini saygıyla anmayalım da n'abalım ?
  • wikipedia'da dönme orijinli oldugu söylenen gazeteci.

    az evvel bir yarışma programında ölüm tarihi soruldu, ben de emin olmak icin hemen gugılladım tabi. adını ilk kez duyan bir yabancının girecegi ilk site olan http://en.wikipedia.org/wiki/abdi_İpekçi adresinde gerçekten böyle bir tanımlama varmış gibi dönme oldugu iddia edilmiş. yanlış biliyorsam biri beni aydınlatsın lutfen, bana cok ayıp gorundu.
  • abdi ipekçi’nin öldürülmesi, aldo moro suikastının türkiye’deki mütekabilidir

    milliyet gazetesi başyazarı ve genel yayın yönetmeni abdi ipekçi’nin öldürülmesi, yakın siyasal tarihimizin önemli kırılma noktalarından birisidir. zira bu suikast, merkez sağ adalet partisi ve merkez sol cumhuriyet halk partisinin, demokratik parlamenter düzen içinde anlaşmalarını ve uzlaşmalarını neredeyse imkânsızlaştıran bir dizi politik şiddet temelli provokasyonun, sembolik değeri ve mesaj içeriği en kuvvetli olanlarından birisiydi.

    bu yüzden de, bu suikast, aldo moro’nun öldürülmesine eş düzeyde bir meydan okuma olarak ele alıp değerlendirilmesi icap eden bir politik şiddet tezahürüdür. söz konusu cinayeti, parçası olduğu 1977 – 1980 iç savaş sürecini ve hemen akabinde gerçekleşen 12 eylül askeri darbesini; soğuk savaş, gladio ve avrupa komünizmi üzerinden kuşatmaya çalışan analizlerimi paylaşmadan önce, ipekçi’nin hayatının, mesleki kariyerinin, kişiliğinin ve politik duruşunun bazı satırbaşlarını mercek altına almanın faydalı olduğuna inanmaktayım.

    gazetecilik kariyerinde hakkıyla yükselen biriydi

    9 ağustos 1929’da doğan abdi ipekçi, galatasaray lisesini bitirdikten sonra, bir süre devam ettiği hukuk eğitimini yarıda bırakarak gazeteciliğe başlamıştır. yeni sabah, yeni istanbul ve istanbul ekspres gazetelerinin çeşitli servislerinde, bir diğer yaklaşımla, haberciliğin ‘mutfağının’ neredeyse her görev ve pozisyonunda çalışıp iyice piştikten sonra, milliyet gazetesine giren ipekçi, kısa bir süre sonra, başta çalışkanlık ve dürüstlük olmak üzere, temel insani meziyetleri ve mesleki yetenekleri sayesinde önce yazı işleri müdürü, arkasından da genel yayın müdürü oldu. 1961 yılında, gazetesinin başyazarlığını da üstlenen ipekçi, bu önemli misyonu, öldürüldüğü 1979 şubat ayına kadar aralıksız 18 yıl sürdürdü.

    kişilik özellikleri, mesleki ve politik duruşu

    abdi ipekçi, onu mesleğinde ve türkiye toplumsal formasyonunda zirveye taşıyan; sevilen, sayılan bir kişi kılan şahsi özellikleri ve titzlikle uyguladığı prensipleri yüzünden öldürüldü. bir diğer deyişle, onu başarılı, sevilen, aranan ve makbul insan kılan hassaları, aynı zamanda, cellatlarının ipini çekme nedenidir. benzer dinamikler, yazımın ilerleyen bölümlerinde ayrıntılı olarak dillendireceğim üzere, ipekçi suikastından sadece birkaç ay önce gerçekleştirilen aldo moro suikastının arka plânında da hükmünü icra etmişti. bu analizime dair argümanlarımı paylaştığımda, dilemma ya da paradoks gibi duran bahse konu tespitin, aslında bir fantezi, ya da mantıksız bir yaklaşım olmadığını, aksine, hakikatle mutabık bir betimleme olduğunu dikkatli okurun teslim edeceğine inanıyorum.

    ipekçi siyaseten sosyal demokrat; kişisel özellikleri açısından ise hümanist, uzlaşmacı, akılcı, medeni, ılımlı ve diyalogdan yana birisiydi. milliyet’i, türkiye’nin en saygın gazetesi mevkiine yerleştirmekle kalmamış; yanı sıra, verdiği demokrasi mücadelesiyle de, abdi ipekçi isminin adeta markalaşmasına ve bu suretle de, ülkenin politik yelpazesinin her noktasındaki kanaat önderlerinin saygı duyduğu, sözüne itibar ettiği önemli bir toplumsal aktörü olarak algılanmasınıa yol açmıştı. bu profildeki bir aydının, 1977’den itibaren tırmanmaya ve giderek de bir iç savaş görünümüne bürünmeye başlayan sağ – sol çatışmasını durdurmak için ciddi çaba sarf etmesi ve kendisini ortaya koyması beklenirdi. nitekim, ipekçi’nin, ülkesinde yaşananlara verdiği tepki tam da bu türdendi.

    ap ile chp’nin yapacakları bir büyük koalisyonun türkiye’nin kurtuluşu olacağına dair inancı ipekçi’nin akıbetini belirledi

    o, türkiye’nin yaşadığı bu büyük kaostan, ancak, 2 kitle partisinin, seçmen tabanının en mütevazi ihtimalle % 80’ini temsil eden ap ile chp’nin kuracakları bir büyük koalisyonun yaratacağı uzlaşma iklimiyle çıkacağına inanıyordu. lâkin, 1977 – 1980 döneminin türkiye’sinde, bırakın bir büyük ap – chp koalisyonu kurulabilmesini, bu partilerin liderleri olan demirel ve ecevit’in bir araya gelerek konuşmaları dahi mümkün olamıyordu. abdi ipekçi, işte böylesi bir atmosferde yazdığı yazılarda ve toplumun önde gelen aktörleriyle yaptığı görüşmelerde, sürekli olarak bir 'olmazı oldurmaya' çalışıyor, bir büyük toplumsal uzlaşmaya olan ihtiyaca vurgu yapıyordu. üstlendiği bu demokratik ve barışçı misyon yüzünden, ipekçi, akıbetinin, italya’nın eski başbakanlarından aldo moro’nun trajik sonuyla örtüşebileceğini hiç düşünmüş müydü, bilinmez. öte yandan, aldo moro’nun kızıl tugaylar örgütü tarafından öldürülmesiyle sonuçlanan sürecin arka plânı doğru okunduğunda, bunun, abdi ipekçi suikastının doğru anlamlandırılmasına yardımcı olacak argümanlarla örülü olduğu görülecektir.

    aldo moro cinayeti, tipik bir gladio operasyonuydu

    soğuk savaş (1945 – 1991) sırasında abd ve sscb (sovyetler birliği), hegemonya alanlarındaki (‘arka bahçeleri’ olarak da okunabilir) ülkelerin kamp değiştirmesini önleyen bir mutabakata varmışlar ve buna da umumiyetle sadık kalmışlardır. bu mutabakatın zemini, 2. dünya savaşı sonrasının küresel güçler ve jeo-stratejik akslar dengesini tayin eden iki temel koyucu anlaşmasına, yalta (şubat 1945) ve potsdam (ağustos 1945)antantlarına dayanmaktadır. abd ve sscb arasında tesis edilen bu büyük küresel hegemonik paylaşım dengesi, ilerleyen süreçte, çoğunlukla abd’nin liderliğini yaptığı kapitalist sistem aleyhine çalışan bir dizi gelişme yüzünden bozulmuştur. 1949’da çkp’nin iç savaşı kazanması üzerine çin halk cumhuriyetinin kurulması ve dünyanın en büyük pazarlarından birisinin kapitalizmin kontrolü dışına çıkması; 1950’lerde ve 1960’larda ise, latin amerika, afrika ve güney doğu asya’daki sömürge halklarının neredeyse tamamının istiklâllerine kavuşarak, kapitalizmin doğrudan sömürgecilik ilişkilerini kırmaları, bahse konu kapitalist pazar aleyhine olan gelişmelerin en önemlilerindendir.

    abd önderliğindeki kapitalist sistem, bu gelişmelerle kaybettiği pazarları 'bir şekilde' yeniden kontrol altına alabilmek ve yeni jeo-stratejik ve jeo-politik kayıplara maruz kalmamak adına, farklı sahalarda olan, ancak birbirini destekleyen ve besleyen iki yeni uygulamayı hayata geçirmiştir. bunlardan ilki, artık tasfiye olan klasik sömürgecilik ilişkileri yerine; sermaye transferi üzerinden yapılan yeni sömürgecilik ilişkilerine geçilmesidir. ikincisi ise, yerel unsurların yanı sıra; cia, pentagon ve (çok yakın zamana değin varlığı yetkililerce inkâr edilen) nsa’ın (national security agency) da katkı ve müktesebatıyla nato ülkelerinde kurulan gladio isimli yer altı örgütü eliyle gerçekleştirilen illegal para-militer, dezenformatif ve psikolojik harp operasyonlarıyla ‘arka bahçesi’ndeki ülkelerin sscb’nin kontrolüne geçmesi tehlikesini bertaraf etmeye çalışmaktır.

    avrupa komünizmi abd ve nato’yu niçin telaşlandırmıştı

    italyan hristiyan demokrat partisinin önemli figürlerinden, eski başbakan aldo moro, kıyasıya rekabet ettiği italyan komünist partisiyle yapmaya çalıştığı ‘tarihsel uzlaşma (compromesso storico)’ yüzünden gladio’nun hedefi olmuştu. peki, ne olmuştur, hangi meşum dinamikler hükmünü icra etmiştir de, gladio, esasen sıkı bir sscb karşıtı ve çok kaliteli bir entelektüel olan moro’nun, abd ve nato'nun ‘âlî menfaatları’nı haleldar edeceği kanısına kapılmıştır? bu sorunun sağlıklı bir biçimde cevaplanabilmesi için, ‘reel sosyalizm’in kimi dönemeçlerini hatırlamamız gerekir.

    sscb, stalin’i reddediyor

    sbkp’nin 1956’da yaptığı 20. kongresine damgasını basan kruşçef’le (1894 – 1971) birlikte, sscb’de büyük bir ‘de-stalinizasyon’ süreci başlatıldı. bolşevik rejiminin kurucu figürlerinden stalin’in (1878 – 1953) ideolojik izlerinin ve kuramsal katkılarının peyderpey tasfiye edilmesi demek olan bu sürecin, reel sosyalizm üzerindeki etkileri dramatik olmuştur. sovyetler birliğinin 1956 macaristan ve 1968 çekoslovakya müdahaleleriyle, kruşçev – brejnev (1906 – 1982) kliğinin genel politik hatları, epeydir bu ülkenin kontrolünden çıkmanın yolarını arayan ispanya, fransa ve italya’nın komünist partilerine ihtiyaç duydukları manevra kaaniliyetini ve imkânı sağlamıştır. ideolojik ve fiili öncülüğünü, italyan sosyalist kuramcısı antonio gramsci’den (1891 – 1937) aldığı teorik mirası iyi değerlendiren italyan komünist partisi ve lideri enrico berlinguer’in (1922 – 11 haziran 1984) yaptığı bu üç akdeniz ülkesinin komünist partisi, oldukça sancılı ve problemli olan bir teorik inşaa süresi sonunda, bolşevizmden ve reel sosyalizmden kesin bir kopuş anlamına gelen avrupa komünizminin strateji, hedef ve programını ortaya atmışlardır.

    avrupa komünizmi de leninist – stalinist mirası reddediyor

    ortodoks leninizm –stalinizm’den ‘proletarya diktatörlüğünü, devrimci politik şiddeti ve proletarya devrimini reddetmek; gelişmiş kapitalist ülkelerde ciddi bir güç halini alan yeni orta sınıfları devrimci bir kuvvet olarak analiz ederek onları müttefik addetmek; burjuva parlamenter demokrasisinde hür seçimlerle iktidara gelmeyi ve seçimi kaybettiğinde de muhalefete geçmeyi kabul etmek; ekoloji, feminizm ve eşcinsel hakları gibi mücadele alanlarını sosyalist mücadelenin bir parçası olarak görmek; sscb ve çhc’nin pratikleri başta olmak üzere, reel sosyalizmin her veçhesini ve görüngüsünü, yeri geldikçe ağır şekilde eleştirerek, onlarla arasına aşılması güç barikatlar örmek’ gibi kritik ve hayati noktalarda temelden ayrılan avrupa komünizmi; eylül 1973’de, abd, şili’nin seçilmiş sosyalist başkanı allende’ye karşı darbe yaptıktan sonra, bir önemli ideolojik dönüşüm daha geçirdi. buna göre, sosyalistler / komünistler, ülkelerinin merkez sağ kitle partileriyle de ittifaklar kurabilecek (tarihsel uzlaşma - compromesso storico) ve bunun üzerinden de, barışçıl bir şekilde, sosyalizmin inşasına giden süreci kurabileceklerdi.

    tarihsel uzlaşma (compromesso storico) ve kızıl tugaylar

    berlinguer ve italyan komünist partisi, avrupa komünizmi çerçevesinde ‘tarihsel uzlaşma (compromesso storico)’ teorisini ve politikasını ortaya atıp, italyan hristiyan demokrat partisine ‘büyük koalisyon’ önerdiğinde, bunun yankıları hem çok yaygın (küresel ölçekte) ve hem de çok derin (şiddetli ve dramatik) olmuştu. sscb ve yandaşları, bunu, sosyalizme ve sscb’ye ihanet olarak nitelerken, abd ve nato çevreleri ise, 'sovyetler birliğinin maşası ve ‘5. kolu’ olan kesimlerin hür dünyaya karşı giriştikleri çok tehlikeli ve yıkıcı bir ‘truva atı’ operasyonu' şeklinde değerlendirdiler. kızıl tugaylar ve raf gibi extremist fukocu yapılanmaların da avrupa komünizmine bakışları çok olumsuzdu. onlara göre bu akım ‘emperyalizmin ajanlığına soyunmuş karşı-devrimci bir dalgaydı’.

    aldo moro, berlinguer’in uzattiği eli tutmaya kalkınca ‘kalemi kırıldı’

    1963 – 1968 ve 1974 – 1976 dönmelerinde başbakanlık yapan aldo moro (1916 – 9 mayıs 1978), sadece ülkesinin değil, avrupa’nın da önde gelen hristiyan demokrat liderlerindendi. italyan siyasetinin istikrara kavuşması için girdiği entelektüel, politik ve stratejik arayışlar sırasında, berlinguer’in ortaya attığı ‘tarihsel uzlaşma’ ona ciddi bir çıkış yolu olarak gözükmüş olacak ki, komünistlerle hristiyan demokratların büyük uzlaşmasına (koalisyonuna) olumlu yaklaştı. italya kamuoyu, siyaseti ve kanaat önderleri bu koalisyon ihtimalini hararetle tartışırken, 16 mart 1978 günü ajansların geçtiği bir haber gündeme adeta bomba gibi düşmüştü: kızıl tugaylar aldo moro’yu kaçırmışlardı. 9 mayıs 1978’de cesedi bulunan moro’nun kurtarılabilmesi mümkünken, italyan gladio’sunun eylemlerindeki sorumluluğunun deşifre olmasından korkan (derin) devletin, onu taammüden ölüme terk ettiği, sonradan yapılan soruşturmaların ortak sonucudur.

    abd ve nato’nun illegal aparatı gladio, öyle anlaşılıyor ki, bu olayda da, benzeri diğer birçok gelişmede olduğu gibi, paranoyasının esiri olmuştu. söz konusu yer altı yapılanması; avrupa komünizminin ‘tarihsel uzlaşma’ projesinin, kıtadaki bazı önemli kapitalist ülkeleri ‘hür dünya’dan koparacağına, bunun da, akabinde domino tesiri yaratarak, bütün avrupa’yı sscb’nin pençesine düşürebileceğine ciddi ciddi inanmış olmalıydı. bu patolojik ruh hali, kapitalist sistemin ‘derin operatör’ünün, sistemin en kaliteli ve faydalı (işlevsel) evlâtlarından birisinin hayatına kastetmesine neden olmuştu.

    abdi ipekçi ve aldo moro suikastları ‘tek yumurta ikizidir’

    ipekçi’nin ve moro’nun, öldürülmeden önce sergiledikleri politik duruşları büyük bir benzerlik arz etmektedir. her ikisi de, ülkelerindeki istikrarsızlığın daha da derinleşerek iyice içinden çıkılamaz bir faza girmemesi için, merkez sağın ve merkez solun büyük bir uzlaşmaya ve fiili bir koalisyona gitmesini şart görmekteydiler. uzlaşmacı, medeni, ılımlı, liberal, meşruiyetçi, demokrat ve saygın kimlikleri sayesinde, toplumun her kesimiyle konuşabilen ve söylediklerini de dinletebilen moro ve ipekçi, şayet ömürleri yetseydi, angaje oldukları o büyük uzlaşmayı, o kapsamlı koalisyonu gerçekleştirecek dinamikleri belki de harekete geçirebileceklerdi.

    bir diğer deyişle; yazımın önceki bir bölümde vurgu yaptığım ve önemine binaen de burada tekrarlayacağım üzere, hem ipekçi ve hem de moro, kendilerini mesleki yaşamlarında ve toplumsal hiyerarşide zirveye taşıyan; sevilen, sayılan bir kişi kılan kişilik özellikleri ve prensipleri yüzünden öldürüldüler. anlayacağınız; onları başarılı, sevilen, aranan ve makbul insan kılan hassaları, aynı zamanda, cellatlarının iplerini çekme nedeni olmuştu.

    our boys have done it!

    ipekçi’yi öldürten türk gladio’su da, aynen moro’yu ortadan kaldı(rt)an italyan refikleri gibi, mesnetsiz bir korkunun, marazi bir paranoyanın esiri olmuşa benzemektedir. abdi ipekçi’nin, gerçekleşmesi için ciddi manada çabaladığı ap – chp büyük uzlaşması ve koalisyonunun, türkiye’nin abd ve nato’dan koparak sovyetler birliği’nin yörüngesine girmesine neden olacak bir süreci tetiklemesinden korkan zamanın derin devletinin, italya’dakine benzer psiko-dinamiklerin ve ideolojik bagajların tesiri altında bu işe giriştiğine hükmetmek için ortalıkta yeterince argüman var gibi gözükmektedir.

    küresel derin devletin (global gladio) ve onun türkiye'deki aparatının, abd'nin orta doğu'daki en önemli müttefiği olan ülkemizi kaybetmemek için, askeri bir müdahaleye ve sivil siyasetin askıya alınmasına karar vermesi, bunun sonucu olarak da, eylül 1973'de şili'de tezgâhlanan faşist darbe sonrasında uygulananları pervasızca replika ederek türkiye toplumsal formasyonuna dayatması, 12 eylül 1980 askeri darbesiyle ipekçi ve aldo moro suikastleri arasındaki, (kırılgan bir arkaik parşömene görülmez bir mürekkeple yazılmış izlenimi veren), o koparılamaz içsel bağlantıların görünür kılınması bakımından adeta bir kripto çözücü işlevini görmüştür.

    fail, fiil ve fikir; ya da tarihsel aktörlere kukla muamelesi yapmanın dayanılmaz basitliği

    dikkat edilirse, kapsamlıca sayılabilecek analizlerim boyunca, aldo moro cinayetinin zanlısı olan kızıl tugaylar ve abdi ipekçi suikastının faili olan ülkücü – milliyetçi yapılanma hakkında yorum ve tespit yapmaktan özenle ve ısrarla kaçındım. bunun sebebi, tarihsel olayları değerlendirirken, ‘fail – fiil – fikir’ saç ayağının ‘fikir’ basamağı üzerinde durmanın, bahse konu olguyu, onun özgün hakikatine en mutabık bir şekilde, kuşatıp analiz etmeye elverişli olmasındandır. bu analiz penceresinden bakıldığında; belirli bir fikri kalkış noktasından hareketle, belirli bir fikri sonuç ve psiko-sosyal atmosfer (yukarıdaki olaylarda, türkiye ve italya’nın batı ittifakı içinde tutulması) oluşmasını istiyorsanız, ihtiyaç duyduğunuz herhangi bir fiili (yukarıdaki olaylarda siyasal cinayetler) işleyecek elverişli bir faili (yukarıdaki olaylarda kızıl tugaylar ve ülkücü gençlik mensupları şeklinde somutlaşan tetikçiler) bulmakta zorluk çekmezsiniz.

    ancak, bu analizleri yaptıktan sonra, sakın ola ki benim ‘tetikçiler, kuklacının oynattığı basit kuklalardır. onların bağımsız iradeleri ve karar alma yetileri yoktur. bütün tarihsel süreçlerin gerçek özneleri, perde gerisine saklanmış gizli sujelerdir. ortalıkta dolaşan, ramp ışıklarının altında arz-ı endam eden kamuoyunca malum faillere gelince, bunlar, gerçekleşen olayların zahiri aktörleri, sahte özneleridir. aslında onlar, kullandıkları silahtan nitelikçe farklı olmayan nesnelerdir, iradesiz objelerdir’ dediğim hükmüne de varılmasın. bu satırların yazarı; bir şekilde bir şeyler eyleyen herkesin, şu yada bu oranda bir farkındalığa ve şu ya da bu nispette de bir özgür iradeye sahip olduğuna prim veren bir duruşa sahiptir. bir diğer ifadeyle; gerek 12 eylül 1980 öncesi iç savaş ortamında 'sağda ve solda pozisyon alanların', gerekse de son zamanların en popüler kitle eylemlerinden olan ‘arap baharı’nın ve ‘wall street’i işgal et’ eylemlerinin milyonlarca katılımcısının her birinin, ‘bir şekilde’ özne olduğunu teslim etmek gerektiğine inananlardanım. bu perspektif, haliyle, 'tarihsel dönüşümlere neden olan bireysel ya da kitlesel eylemlerin arkasında, onların iplerini tutan bir avuç komplocu gizli özne' saklı olduğunu teşhis eden conspiratif (komplocu) yaklaşımlara prim vermeyen bir yakalşaıma referans verir.

    öte yandan bilir ve inanırım ki, dünyada yaşayan her erkek ve kadın teki, benliğinin içinde, tarihsel olayları kökten değiştirmeye ehil ve mümeyyiz bir potansiyel özneyi besler ve gizler.

    o iki suikasttan 34 yıl sonra bugün

    birbirinin ruh ikizi ve karbon kopyası olduklarını iddia ettiğim abdi ipekçi ve aldo moro cinayetlerinin üzerinden tam 33 yıl geçti. insanlık bu zaman zarfında kendisini, çevresini ve dünyayı ciddi manalarda değiştirdi. bütün bu süreçte, değişmeyen az sayıdaki şeyin arasında, ne yazık ki, bu cinayetlerin gerçek azmettiricilerinin yakalanamamış olmasını da saymak mümkündür. bahse konu suikastlerin gerçek faillerinin yakalanacağı ve benzerlerinin de bir daha asla işlenmeyeceği bir dünya mümkün olmalı.
hesabın var mı? giriş yap