• adını ilk olarak jean tardieu'nün gişe adlı oyununda ("aix-en-provence'a bir bilet") gördüğüm; alışveriş torbalarını yüklenmiş, eve dönerken ana caddesinde verilen konserin yol kestiği, sokak ortasında delilerin, çocukların, yüz yaşındaki amcaların, teyzelerin dans ettiği, ışıklı, yavaş ritmli paul cezanne kenti. sanırım mutluluktan ağlayacağım.
  • gerçekten pek bir sevimli, küçük, güzel şehir.. özellikle mirabeau'da kurulan minik minik tezgahlı pazarına bayıldım, çok güzel sabunlar satıyorlar -delirip sekiz tane sabun almamın tek sebebi çok güzel olmalarıdır-, geri kalan hediyelikler biraz fazla pahalı, turist işi yani, ama parası bol olan alabilir tabii..

    aynı cadde üzerinde piazza papa, hem uygun fiyatlı, hem müthiş lezzetli yemeklere sahipti, irish pub güzeldi lakin pina colada yapmayı beceremiyorlar, happy hour yazan yerlere ise sakın inanmayın, fena çakallık yapıyorlar söyleyeyim (bir bardağı siz içip diğer bardağı arkadaşınız içemiyor mesela, iikiniz de happy hour siparişi vermek zorundasınız, ikinize de ikişer bardak gelecek yani, "e iyi tamam zaten bir bardaktan fazla içecektim" deyip sipariş verseniz de, sonra bir bakıyorsunuz, bardaklar ufacık, iki bardağı birbirine ekleseniz anca bir bardak yapar, ama adam teknik olarak "yalan söylememiş" oluyor, çünkü sadece 1 alana bir bedava diyor, boyutlar hakkında bir şey belirtmemiş oluyor falan filan...)

    yalnııız, "aix'e gitmişken, şu lavanta tarlalı, portakal bahçeli, taş evli küçük köyleri de gezeyim" diyenlere başımızdan geçen örneği anlatmak, buradan üstüme düşen görevi yapmak isterim, zira anladım ki, bu fransızlar, söz konusu olan şey "tarihi eser, turizm" filan olunca fena göz boyuyorlar... buyrunuz örneğimiz aşağıda, hep beraber inceleyelim (moraliniz bozulsun istemiyorsanız okumayınız)

    --- spoiler ---

    aix'e gitmişken biz de (ben ve siriotica) böyle fransa kırsalı görelim istedik, hani şu kartpostallarda görülen tipik provence köy imajı vardır ya, taş evler, lavanta tarlaları, meyve bahçeleri filan... gittik harita aldık, tourist information'a sorduk, böyle bilmem kaçıncı yüzyıldan kalma şatosu, kilisesi falan var diye yazan bir yerde karar kıldık, bahsedilen yer chateauneuf-le-rouge oluyor. şehre 20 dakika uzaklıkta bi köy, ama 2 saatte bir otobüs gidiyo falan, "hah" dedik "tamam kırsal bu"..

    bindik otobüse gittik, turist bilgilendiricisi kız "zaten bütün köyler çok güzel" demiş, yörenin köylerini tanıtan kitapçıkta da böyle parkları bahçeleri var, ayrıyetten gurmelik açısından da güzel bi yer diye yazmış ya, bir böyle "aman tarla bahçe gezicez şarap peynir satın alıcaz" diye hayallerdeyiz... bi indik, kimsecikler yok! kelimenin tam anlamıyla ama! bir canlı yok! sorma üstelik biz de sabah çok az yemişiz "orda yeriz oh ne güzel yöresel yöresel" diye.. geze geze giderken şişemizdeki su da bitmiş, dilimiz bi karış dışarda yürüyoruz. girişte bir iki tarihi bina var, çok sallamadık hele bişiyler yiyelim de bakarız diye, yürü allah yürü hiç bir şey ve hiç bir insan yok (bu esnada otobana çıktık az kalsın yürüyerek bir sonraki köye gidiyorduk zor fark edip döndük o ayrı!)

    neyse en sonunda çarşı gibi bi yere ulaştık.. bir restoran var, kapalı. bir pastane var, kapalı. bi cafe gördük, sandalyeleri dizili duruyor önünde, ama kapalı. bi çeşme bulduk üstünde "suyu içilir" yazıyordu, allaaah nası sevindik "oh lan susuzluktan ölmicez" diye...

    o sırada bi adam gördük resmen saldırdık adama, "yaa biz beele beele şato görücez kilise görücez nerde bunlar acep?" diye, adam bi' bıyık altından güldü "otobüsten indiğiniz yer var ya, onlar işte onlar" dedi... "hööö?" diye kaldık. adam arabasına bindi gitti, biz oha oha oha diye duruyoruz. neyse geri yürüdük, şato dedikleri yer otel yapılmış, ama şatodan çok köşk yani, ne bileyim şato deyince benim aklıma dört tarafı kuleli, hayvani büyüklükte surlu murlu şato gelir, o ne lan öyle evden hallice! zaten o da kapalı ağustos diye, tarihi eserler müzesi var o da kapalı ağustos diye, şatonun yanında bahçe var, onun da kapısında hop "ağustos sebebiyle kapalıyız", kilise zaten küçücük kapalı bir kilise ve bu 4 şey dışında, ortam tamamen yazlıkçılardan, havuzlu yazlık sitelerden oluşuyor (yanında deniz olmayan, araba dışında nerdeyse ulaşım olmayan, yapılacak hiç bir şey, gezilecek hiç bir yer olmayan bir yerde insan niye yazlık alır bilemedim zaten!) ve gördüğümüz tek insan da balkonlarında oturan bir kaç yazlıkçı oldu... resmen küfrede küfrede ilk otobüsle döndük.. güya başka köylere de gidecektik ama, "aman" dedim "kalsın onlar da böyledir!". ve ilk defa hayatımda fransızlara gıcık oldum, ulan yuh be yani, bu kadar allanır pullanır, bu kadar parlatılır olmayan bir şey, yok gurmetikmiş, vay efendim manzaralar varmış, katedraller şatolar kiliseler haçlar, aman müzeler parklar... lan yürü git! duyan da antik şehir var sanıcak! 2-3 şey var, zaten onlar da kapalı! bu nasıl bir milletçenek tatil yapma hastalığı lan, ölüyorum desen ağustosta açık hiç bir yer yok, e be gerizekalı, sen tatil yapıyorsun ağustosta da, biz ne yapıyoruz? biz de gezecez, ama gezdirmiyorsun.

    cık cık cık, resmen sinirlendim, adamlar pazarlama olayını çözmüşler, bu mantıkla edirne'deki, urfa'daki, mardin'deki her bir yolu, taşı, köprüyü, camiyi, çeşmeyi kataloglamak mümkün!

    --- spoiler ---

    eh tabii bahsedilen örnekten sonra aix-en-provence'a varınca, iyice bir güzel gözüküyor şehir insanın gözüne, ohh buz gibi kokteyller, aman da yemek, ohh serin serin püfür püfür, yollar zaten daracık ve sepya tonlarında, küçük küçük bir sürü mağaza var birbirinden ilginç şeyler satıyorlar, hayalinizdeki taş evli lavanta tarlalı görüntüleri içeren kartpostallar da satıyorlar (ulan acaba onları nereden çektiler, photoshop mu yoksa?), zaten saat 6 sonrasında o sıcak geçiyor hava limonata tadına kavuşuyor, otur iç, geleni geçeni izle muhabbet et yanındakiyle, zaten bir insan daha ne ister? mis mis!

    aix-en-provence, sen çok iyisin de, çevren kötüymüş anacım!
  • bu muhtesem yerin dunyaya sadece cezanne'i kazandirmasi sasirticidir cunku bu yerde yasayip sanat yapmamak, sanatci olmamak icin odun olmak gerekir.

    monaco hanedan uyelerinin de sikca ziyaret ettigi sehir-kasabadir.
  • bi de lavanta tarlalari, cezanne in dagi ve daracik arnavut kaldirimli sokaklariyla unludur bu sehir.
  • fransızlar hakkındaki ukela fikrimi biraz olsun değiştiren yüce şahsiyetin yaşadığı,bir zamanlar gitmek için hayaller kurup para biriktirdiğim,marsilyaya yarım saatlik ufak kasaba...
  • akşam vakti saint espirit kilisesinin meydanındaki çeşmenin önünde takılırsanız biraz, birazdan biri gelip sigara kağıdınız olup olmadığını sorar. eğer tipiniz çok yamuk değilse muhtemelen size ot satacak bir elemandır bu. eğer tipiniz yamuksa sizde torbacı tipi görmüş bir genç de olabilir bu soruyu soran.
  • tam bir gourmet mekani sehir. paris'ten tgv ile 3 saatte varilabilen, geceleri civil civil olan kucuk ama sempatik bir guney fransa kasabasi. marsilya'ya cok yakin bir yer.
  • fransa'nın güneydoğusunda yer alır. dolayısı ile italyan mimairisinden hayli etkilenmiştir. daracık sokaklarında dolaşırken her an tarihi bir güzellikle karşılaşabilirsiniz. ayrıca bolca turist gelir. fransızca dil okulu da bulunmaktadır ki kanadalı ve amerikalı öğrenciler şehrin her yerindedirler. sabaha karşı eve dönerken dünyanın en güvenli şehrinde olduğunuzu düşünerek rahatlayabilirsiniz. ayrıca ülkenin yalnızca bir kaç şehrinde gösterime giren filmler burada da gösterilir, öyle ki "iklimler"i fransızca altyazılı izleyebilir nuri bilge ceylan'ı tanımayan bir fransızla karşılaşmayabilirsiniz.
  • karizmatik coğrafi isimlerdendir.. -r'si genizden, ''ex an provans'' diye havalı bir okunması vardır.
  • sokaklarinda dunyanin en guzelleri arasinda gosterilebilecek universiteli kizlariyla birlikte yan apartmana giden fareleri de gorebileceginiz, ergun bey ve ortaginin islettigi topkapida cingene muzisyenlerin esliginde doner yiyebileceginiz, marsilyaya kiyasla kesi bol hirsizi az guvenlik endisenizin olmayacagi cinarlarin ve guvercinlerin ev sahipligini yaptigi, asil muzik, lezzet ve sosyal yasamin sokaklarda, lokanta ve cafelerde degil o dar sokaklarda yukselen eski binalarin teraslarinda bulundugu guzide keske istanbulda olsa dedirten sanatci yuvasi harika ilcecik.
hesabın var mı? giriş yap