• türkiye'de yapılması mümkün olmayandır.

    neden mümkün değil? öncelikle, akademik sistem modern değerler üzerinden yapılmaktadır. türkiye'de gerek fen bilimleri, gerek sosyal bilimler batı dünyasının ilerlediği yolda emeklemeye çalışmaktadır. kısacası hiçbir şey yapmamaktadır. biz de eğer bu yoldaysak, bir stanford, bir mit kadar iddia taşıyan birkaç üniversitemizin olması gerekirdi. en azından yarışta olmamız gerekirdi, ancak böyle bir şey herkes için hayal, kimse de sorgulamıyor neden diye. sonuç olarak türkiye'de bilime değer verilmez, onun yerine bakkal manav açmak daha mantıklıdır (bkz: kime göre neye göre). hal böyle olunca türkiye'de bilimin olduğu söylenemez, bilimin olmadığı yerde haliyle akademik kariyer yapılmaz, dolayısıyla akademik kariyerin sadece mini demosu yapılır. yine de, bu yola baş koymak isteyen veya neden bu kadar durumun içler acısı olduğunu öğrenmek isteyenler için gözlemlerimi paylaşmak istedim. işin eğitim kısmından çok,özellikle çalışma kısmına yani akademisyenliğe değineceğim.

    elimizdekilere kabaca bir bakarsak:

    - fen bilimleri: bugün tıp, fizik, matematik, mimarlık vb. alanlarda akademik anlamda türkiye'nin yönlendirdiği herhangi bir akım, yöntem yok. mesela cern üyeliğimizden vazgeçiliyor, dolayısıyla bu gelişme bir fizik bölümü mezununun türkiye'de maddi manevi tatmin sağlayan bir iş bulmasını oldukça zora sokmaktadır. bir mimar bugün archdaily, archello gibi sitelerde gördüğü modern akıma yönelik, küresel sermayenin beğeneceği türden binalar yapmayı doğru yol olarak görmektedir (burada post kolonyalist bir bakış açısı ve dolayısıyla aslında bir yerde eski türk mimari örneklerinin primitif kaldığı hissiyatı var gibi sanki, dolayısıyla modernizm temelli oto-oryantalizm olduğunu düşünmekteyim). bunun dışında, laboratuvar şartları gelişmemiş, hocalarının fi tarihinden kalma bilgilerle öğrencileri ileri götürmek yerine geri ittiği, yenilenmesi gereken laboratuvar ekipmanlarının, bilgisayarların bir üst merci tarafından gereksiz harcama diye nitelendirildiği bir yerde, itinayla araştırma görevlilerinin, istekli öğrencilerin hevesleri söndürülür ve üzerlerine ölü toprağı serpilir. sektörle çalışmayan, devlet memuru gibi maaşını alıp başını sallayan, kendini veya öğrencilerini geliştirmeye yönelik bir istek barındırmayan kişiler sayesinde, sahip olunan en ufak umut dahi kaybolmaktadır.

    - sosyal bilimler: şahsen, türkiye için en başta geliştirilmesi en uygun alan budur diye bir düşünceye sahibim. bunun nedeni, mesela bir psikoloji veya bir sosyoloji çalışma alanında türkiye'de çok geniş bir yelpaze olması, özellikle interdisipliner olarak. yine de, bu alanda yapılan çalışmalar, değerli akademisyenlerimizin ingilizce literatür taramayı bilmemesi, indexing nedir bir fikri olmaması ve dolayısıyla makalelerin aslında tek bir doğrultuda çıkması yüzünden oldukça kısır kalmaktadır. yeni bir şey söylemek, özgün olmaktır akademisyenlikte olay. ancak intihal korkusuyla herkes birbirine iyi kötü atıfta bulunur; o paragrafı olduğu gibi kopyala yapıştır yapmak halbuki intihal değildir bu arkadaşlar için. bu durum biraz demirbaş listesine kayıtlı eşyayı kullanamama sendromudur: hem kullanmaya korkarsın, hem nasıl doğru kullanacağını bilmezsin. bir de, liseden bu yana "akıllı çocuklar fen seçer, sosyal ve tm alanlarını ise tembel ve aptallar" kıvamında laflar edildiği için, sosyal bilimlerin bir şekilde geri kalmasının esas temelini bu tarz söylemler oluşturmaktadır diye düşünmekteyim.

    - güzel sanatlar: lise veya ortaokuldaki resim öğretmeni kadar işlevi var üniversitelerde gördüğüm üzere. sadece not yükseltici görevi görür, derslere girilmesine gerek yoktur, her hoca büyük sanatçı tribindedir, ancak kaçı dünya çapında tanınır, çeşitli ülkelerde davet alıp sergiler açar, kaçı yabancı dil bilir emin değilim.

    burada bir parantez açma hissiyatı içindeyim. istisnalar tabii ki var. değerli akademisyenler tabii ki var. ama bunu yüzdeye vurduğumuzda denizdeki bir su damlası kadar olduğunu fark ederiz.

    özetle, hangi alandan olursanız olun, gideceğiniz yol yıllar önce batı üniversitelerinin çoktan keşfettiği, sizin de kabaca simulasyonunu yapacağınız şeyler olacaktır. bologna süreci, tamamen batılı olmaya özenmektir, ancak bunu başarabilecek kaç üniversitemiz var bilemiyorum. işin daha da kritik sorusu, batılı olmak bizim için en doğru yol mudur, onu da bilemiyorum. konuya geri dönersek, türkiye'de inovatif hiçbir şey üretilmediği için, (örneğin bir fotoğraf makinesi çipsetini yapmayı küçümseriz ancak %100 kendimize ait patentlerle yapabilir miyiz?) herkes alttan alta bu durumun farkındadır ve dolayısıyla, bir iş olmadığından insanlar iş yerine birbirlerine sarmaya başlayacaktır. işte burada akademisyenlikte birbirinin altını oyma, kıskançlıklar, kaprisler, asistan sömürme gibi gerçek bir akademinin ruhuna ait olmayan şeyler görülmektedir.

    araştırma görevlileri, eğer vakıf üniversitelerindeyse %80 ihtimalle torpilli olabilir, eğer değilse %20lik kesimdedir ve %80'in yapmadığı işi de ayrıca yapmak zorundadır. eğer devlet üniversitesindeyse 50/d'li veya öyp'li araştırma görevlileri zaten topun ağzındadır, binbir türlü sıkıntıları vardır, ileride ise kendisine yardımcı doçentlik kadro açılması neredeyse imkansızdır. bunu bilen araştırma görevlisi, hiçbir şey yapamanın verdiği atıllıkla zaten psikolojik olarak çökmektedir.

    doktora öğrencisi olmak, zaten herkesin akademik kariyer başlığı altında sızlandığı en temel konudur. buna çok değinmek istemiyorum, çünkü yüksek lisans ve doktora yapmak zaten hayatta birçok şeyden fedakarlık etmeyi gerektiriyor, türkiye'de ise en az 3 katını. işlevliğini yitirmiş üniversitelerde, bilimselliği kalmamış hocalarla ve saçları gün geçtikçe ağaran eskiden hevesli, şimdilerde gelecekten umutsuz araştırma görevlileriyle aslında ilerlememektedir. yapılan tezler, çoğu ki vasat veya kötüdür, aslında hiç kimsenin umurunda değildir. ne oradaki jüri üyesinin, ne yök'ün, ne de batı dünyasının önemli üniversitelerinin. biz burada kendimizi az çok biliyoruz, onlar ise her türlü farkındalar. bu çıkmaz karşısında yine bizbizeyiz: bu amacını yitirmiş düzende kendi kendimizi kandırmakla yükümlüyüz.

    umarım günün birinde silkinip kendimize gelebiliriz.
  • sene 2008, mezun olmama ramak kalmış, arkadaşım tarot falı bakıyor: "iş konusunda önüne iki yol çıkacak ve sen salakça olanı yapacaksın" diyor suratıma. öncesinde yüksek lisans yapmayı kafaya koymuşum, çünkü laboratuvar işi keyifli, özgürce üretebiliyorsun imkanlarının ölçüsünde. okuyorsun, düşünüyorsun, üretiyorsun kendince birşeyler. kötü örnekler var önünde (bkz: #10551573) onlara inat akademisyen olacağım diyorsun. yanında çalıştığın bir hoca da var hazır. 2-3 güne kalmadan bir iş teklifi geliyor, pazara yeni girecek bir ilaç firmasında reprezantlık yapacaksın, anadolunun güzide illerinden birinde, sen cv gönder işi olmuş bil. "tamam izmire dönerim hemen" diyorum, "en az 5 sene kalacaksın" diyorlar, "yok o zaman kalsın" diyorum. ve hikayemiz başlıyor...

    yanında çalıştığım hoca "proje yazacağız kesin çıkacak" diyor. ne bileyim saflık işte o zaman kanıyorsun hemen. doğal olarak yazıyoruz ve proje çıkmıyor. tekrar gönderiyoruz projeyi "hocam bakın bu evrak eksik" diyorum hoca "olmaz bişey gönderin" diyor ve proje tekrardan o evrak yüzünden reddediliyor. sonrasında danışmanın idari görevi başlıyor. danışman bilimsel mevzulara zaman ayıramıyor ve tezimin başında beni başka bir hocayla çalışmaya yönlendiriyor. sözü geçen hocaların hiç birinin evladı olmadığım için çalışma konusunda peşlerinden koşmama rağmen sürekli kıvırıyorlar... tam o dönemde danışmanımın hastalığı nüksediyor ve zaten sallantıda olan işlerimiz iyice sallanıyor. o dönemde bir grup kuralım en azından birbirimize destek oluruz yaklaşımım başımızda bir yönetici olmadığı için her seferinde duvara tosluyor.
    sonrasında kendi imkanlarım ile bir fırsat yaratıp hayaller ülkesi amerikaya gidiyorum. hayal edemediğim sistemler görüyorum, ufkum bir anda on katına çıkıyor ve diyorum ki "ben bir akademisyen olarak kendi işimi kuracağım; bilim ve teknoloji yönetimi alanında uzmanlaşarak sonrasında bilim ve teknoloji politikalarını değiştireceğim". bu arada bir kadro sınavına giriyorum ve cidden çok daha hak eden biri alıyor, diğerine de amerikaya gitmek istediğim için girmiyorum (pişman değilim ikisi için de).

    akademik kariyer yapan insanların bir çoğunun dışarıyı camdan izleyen teyzelerden farkı olmadığından dolayı bu hedeflerimi kimseye anlatamıyorum bir süre malum metabolik yolar çok daha mühim...

    neyse bir şekilde bölümümüze yeni gelen bir hocaya paslıyor danışmanım beni, kendisi tez konumda hiç çalışmadığı için. bir yandan hedefim doğrultusunda kendimi geliştirmekle beraber, tezimi hazırlıyorum. bu arada danışmanım benden 2 saat içerisinde doktoraya devam edip etmeyeceğime yönelik bir karar bekliyor. 2 saat içinde ailem ve paslandığım hoca ile görüşüp "yapacağım ama sizinle değil, beni pasladığınız hoca ile" diyorum. sonrasında bu karar süresi başka arkadaşlar için 2 güne uzuyor. tezimi danışmana her göstermeye gittiğimde "olmuş" diyor ve postalıyor sürekli. tezin teslimine bir hafta kala "bu ne biçim tez otur baştan yaz" diyor. bir haftada deneme tekrarları ve yazımı ile birlikte gözümü kırpmadan, şu anda bana ait olduğu için utandığım, bir tez yazıp teslim ediyorum. 45 dakikalık tez savunmamın 35 dakikasında ağzıma sıçılıyor ve isyan edeceğim anda "tamam hadi geçtin" diyorlar... eyvallah... aynı gün apar topar doktora başvurusu yapıyorum 3-4 gün "bilimsel sınav" yapılacağı söyleniyor uzun zamandan sonra ilk kez. "nasıl çalışayım 3-4 günde, bölümdeki herkes durumumu biliyor" diyorum 5 kişi başvuruyor. kötü geçiyor doğal olarak sınavım, uykusuzluk, yorgunluk, gerginlik diz boyu. "bilimsel sınav" sonucunda 2 kişi kabul ediliyor, reddedilenlerin arasında yerimi alıyorum... ilginçtir o dönem doktoraya alınan 2 kişi de kadro alıyor... neyse sonrasında yine bilimsel sınav kalkıyor. ertesi dönem başka bir anabilimdalından başlıyorum doktoraya. yapmam gerektiği üzere eşşek gibi çalışıyorum; bir yandan yeni laboratuvar kurma çalışmaları bir yandan denemeler bir yandan kendi hedeflerim doğrultusunda ilerleme çabalarım, hocanın verdiği ve kim ne kadar angarya derse desin bana tecrübe kattığına inandığım işler, dersler vs... yaş oluyor 26 bu arada tabi hala 5 kuruş kazanç yok, proje desen yok. yayınlarım çıkıyor ama yayındaki isim karın doyurmuyor ki... neyse ki o esnada laboratuvara giren bir proje bursunu 4 kişi paylaşılıyor "hiç yoktan iyidir" diyoruz hep beraber. hı o projenin çalışmaları kim yapıyor? tabi ki ben (şikayetçi değilim, tam tersine mutluyum hala hepimiz eşit olduğumuz için). akademik hayatı bir iş/meslekten ziyade öğrencilik olarak görmekten kaynaklı olayların seyri değişiyor ve kişiler arası sıkıntılar çıkmaya başlıyor zaman içerisinde. bu olaylara bağlı kişisel olarak zor zamanlar geçirdiğimde çevrede hiç kimseyi bulamıyorum eski dostlardan başka... bu sıkıntı olduğu dönemde doktora tez önerimi hazırlıyorum, projeyi teslim edip tatile çıkıyorum.

    tatilde bir e-posta: "projenin tüm bütçesi ile tezin sonunda kullanacağın cihazı aldım sevgiler, danışmanın."

    proje bütçeleri açıklanıyor, önerdiğimiz bütçeden az bütçe gelmiş, hesaplar açık veriyor. cihaz geliyor sadece cihaz, kullanılacak asıl parçası yok... sipariş yanlış verilmiş... e teze başlayacak kimyasallar? onlar da yok bu durumda para yok ki...

    bu arada 2008 yılında reprezant olarak gitmediğim anadolunun o güzel ilinde öğretim görevlisi kadrosu açılıyor ve başvuruyorum, lisans ortalamamın bok gibi olması nedeniyle 5. sırada kalıyorum ilk 4 e girmem gerekirken.

    yurtdışını araştırıyorum bir yandan, tez konumdan farklı proje konusu belirleyip yurt dışındaki türk bir hocaya gönderiyorum, sıcak bakıyor "ben buradaki burs olanaklarını araştırayım, danışmanınla görüşüp halledelim" diyor ve o proje danışman ile hoca arasında bir yerde kaybolup gidiyor... sorduğumda laf kalabalığı ile cevap alıyorum...

    yok yok diyorum. olacak... oturup hızlı destek projesi yazıyoruz en acilinden. bir red cevabı geliyor ki evlere şenlik. projeyi okumamışlar bile... çalışma grubumdan gönderilen diğer projelere gelen cevaplar farklı mıydı? hayır. bir önceki cümlede olur denilen şeye bir sonraki cümlede böyle şey olmaz deniliyor falan... "itiraz dilekçesi yazalım" diyorum. tamam diyor hoca, sen yaz ben imzalarım. ertesi güne altını çize çize, referansları ile beraber karşılaştırmalı bir yazı hazırlıyorum. hocaya veriyorum imzalanması için, "hemen gönderiyorum" diyor... herkese anlatılıyor bu durumu hoca "şöyle yazdık, böyle gönderdik" diye. 3 hafta sonra ise hoca bu yazıları göndermediğini söylüyor. tekrar çıktı alıp bu sefer gönderilene kadar bekliyorum başında. bu arada farklı kurumlara daha geniş kapsamlı 3 proje daha hazırlıyorum bir tanesinin de yazımına yardımcı oluyorum, hadi bir umut diyerek. hala bekliyoruz bir umut...

    bu arada gönüllü olarak derslere giriyorum, aldığım formasyon derslerini sıcağı sıcağına uyguluyorum. gençler o kadar ezbere alışmışlar ki yeni bir eğitim metodu gördüklerinde ne yapacaklarını şaşırıyorlar ama hayatlarından çok mutlular. üniversiteye geldiklerini fark ediyorlar, fikirlerini söylüyorlar, tartışıyorlar ben sadece yol gösteriyorum. istismar edenler tabi ki var ama eğitim bu bir anda olmuyor, ilkokuldan bu yana bedava geçmeye alışmış insanları bir anda eğitemiyorsun... manevi olarak karşılığını alıyorum, ilk dönem ders alıp bu dönem kredi sıkıntısında alamayan elemanın "hocam valla dersinizi özledim" demesi mutlu ediyor insanı mesela... maddi karşılık var mı? tabi ki hayır.

    danışman faktörü önemli tabi akademik kariyerde. akademik açıdan baktığımda güzel çalışmaları var, yayın ve atıf sayısında türkiye ortalamasının çok çok üstünde, vizyonu geniş. kişilik olarak eğlenceli, keyifli ama bir dediği diğerini tutmuyor, unutuyor, söylemedim ben öyle bir şey diyor şahitler olmasına rağmen, kendisine derdinizi anlatmaya çalıştığınız zaman top çevirip taca atıyor sürekli... maddi sıkıntım olacağını önceden söylememe rağmen hep "uzun vadede kazanacaksın" dedi... vardır bir bildiği, idare etmek saygıdandır diyordum bu duruma. ta ki en üst idari amir ile arasında kalana ve hiç alakasız insanlardan bir kamyon laf yiyene kadar...

    tak dediği nokta orası oluyor.

    yaşıtlarımın hatta benden küçüklerin kendi işini, kendi hayatını kurduğu yaşlarda aslında mesleğimi icra ettiğim halde kadrom ve maaşım olmadığı için hala öğrenci muamelesi görmekten yorulduğumdan,

    uzun vadeli hedeflerim (vizyonu geniş, farklı çalışmalar yapmış, farklı üniversiteler ve şirketler ile çalışabilen, üniversiteyi yüksekokul kıvamında olmaktan çıkarıp tartışılan, ve topluma yararlı bilgi üretir hale getiren biri olmak gibi...) için kısa vadeli tüm hedeflerimden (para kazanmak dahil) vazgeçmekten sıkıldığımdan,

    türkiye'de çok okumuş insana ihtiyaç olmamasından; araştırma yapan, araziye çıkan adamlardan ziyade evinde türkçe-matematik çalışarak kadro alan araştırma görevlileri olmasından dolayı bir süre askıya aldığım kariyerimdir kendisi...

    uzun vadedeki hedeflerimi unuttum mu? hayır! bu kariyer yolunda kendimden başka kimse olmadığını net olarak görmemden dolayı 30 yaşına geldiğimde "doktor" ancak sadece üniversite akvaryumunu bilen, akademiden kopmamak için askerliğini yapmamış, ailesinden harçlık alan biri olmak istemediğimden ve nice "bilim doktorlarının" bilgi ve teknoloji üretmekten ziyade hazıra konduğu ülkede "hazır" nasıl olur ve nasıl satılır öğrenmek ve öğrencilerime anlatacak hikayeler biriktirmek için biraz mola...

    evet bildiniz, yurt dışından ürün ithal eden bir firmada reprezant olarak işe başlıyorum...
  • kendisi hemen hemen şuna benzemektedir: http://phdstress.com/…rospect-of-an-academic-career
  • kesinlikle kişilik problemleri çözüldükten ve ego kontrolü gerçekleştirildikten sonra adım atılması gereken yol. yoksa allah muhafaza varacağınız nokta: (bkz: akademik troll)
  • tez yazıp savunmaktan ibaret olmayan faaliyet.
  • öldürmez süründürür.

    hem araştırma yapıp, hem ders veriyorsanız, sürekli zamanla yarışırsınız ki bu ikisini aynı zamanda yapmak zorundasınızdır, sadece ders verip araştırma yapmazsanız körelirsiniz, sadece araştırma yaparsanız, özel olarak araştırmanız için ayrılmış bir bütçe yoksa düzenli geliriniz olmaz...

    bir de kendi anadiliniz de yapmıyorsanız bunları daha da zor gelir. ama imkansız değildir, sürekli olarak kendinize önemli olan bilgi transferi, tartışmalar, öğrencileri düşünmeye sevk etmek diye motive ederseniz güzel olur böylece dille ilgili basit hatalar yüzünden kendinizi kahretmezsiniz.

    araştırmanız süresince karşınıza çıkan epistemolojik engeller bir yana bir de insan faktörü var ki of ki ne of. tabi akademisyenler arasındaki sidik yarışını saymıyorum bile, en azından bundan yırtmış biri olarak (zira bulunduğum yerde sonsuza kadar kalmayı düşünmüyorum.) insanlar arasında geçen bu yarışı esefle izliyorum.

    akademik kariyer yapmak isteyenlere tavsiyem şu : iyi düşünün, konunuzu, alanınızı çok iyi seçin. yaptığınız işe karşılık yeterli para kazanamayacağınızı kabul edin. sonra her şey daha kolaylaşır...

    bir de şu var çevremdeki bir çok insan zaman zaman akademik kariyeri bırakmaya niyetlenir, bu çok normaldir, çünkü uzun süren araştırmalarınızın sonunda tükenebilirsiniz. böyle durumlarda size tavsiyem: bırakın 2 hafta çalışmayı. hiç düşünmeyin, imkanınız varsa bir yere gidin, ne bileyim bir arkadaşınızın, ailenizin yanına filan, sonra her şey daha pozitif gözükmeye başlayacak...
  • uzay boşluğundaki kara deliktir.
  • neredeyse idol olarak görülebilecek bir kaç akademisyen sayesinde ilk başta uzaktan çok karizmatik görünen, işin içine girdikçe zorluğu anlaşılan, bir süre sonra herkesin birbirinden nefret edip arkasından konuştuğu bir ortamda türlü engellere karşı çile içinde yapılan kariyerdir. %95'i ne maddi ne de manevi açıdan tatmin olmaktadır. tabii bu durum türkiye için geçerli.

    yurt dışında da maaşlar yine yetersiz olsa da, en azından ortam kaliteli ve saygın, saçma sapan cadı kazanı gibi bir ortam bulunmuyor.

    bir dönem yanılıp şaşıp da heveslenmiştim, neyse ki bir şekilde başka etmenler nedeniyle vazgeçtim.

    hiç unutmam, unutmam mümkün değil, yurt dışında katıldığım bir kongrede mezun olduğum okulun eski dekanı ve 2 öğretim üyesi ile karşılaşmıştım. yanlarına gidip selam vermek istedim. mezun olduğum yılı ve dönemi söyledim, sonra oturup sohbet etmeye başladık ve 2 dakika sonra bana okuldaki başka bir hocayı fena halde kötülemeye başlamışlardı, öğrencilerin onu neden sevdiklerini anlamadıklarını söyleyip bana ciddi ciddi sordular, "söyle söyle çekinme, nasıl olsa mezun oldun, neyini seviyordunuz onun? " diye.. sonra başka hocalar hakkında ne düşündüğümü sordular. akademik ortamın nasıl bir hale gelebileceğini gözler önüne seren, benim için ise son derece çarpıcı ve mide bulandırıcı etki yaratan bir olaydı.

    ve bu yalnızca bir örnek değil maalesef.. tabii ki çok kaliteli insanlar da yer alıyor üniversitelerde ve onlar da bu ortamdan muzdarip olmaktan kurtulamıyor.

    nitekim, okulda kalmadan yüksek lisans yapın, doktora da yapabilirsiniz, en az yıpranarak yapılabilecek akademik kariyer şekli budur.
  • buradan özel sektöre geçiş yaparsanız yanarsınız, ama tersinde hapisten kurtulmuş hissi yaşatabilir.
  • kendisi beni bırakmadığı sürece asla yarıda bırakmayacağım kariyer.
hesabın var mı? giriş yap