• amerika'nın kastı abd, avantajların nispeti de türkiye'ye ise, sayıca fazla olanlardır. basit yaşadığımızı düşünelim, vasıfsız bir işçi olarak haftada 40 saat, saati 9 dolardan çalışalım. bir ayda vergisi kesintisi elimize geçecek olan net para aşağı yukarı 1400 dolar. türkiye'de vasıfsız bir işçi olarak haftada 5 gün 8 saat çalışıp bugünkü kura göre 2500 tl kazanabileceğimiz bir iş bulma ihtimali dersek temiz bir dayak yeriz o yüzden demiyoruz. kaldı ki bu tarz bir iş abd'de eli yüzü düzgün oturma ve çalışma izni olan geçmişinde hapse girmemiş dünya vatandaşının kapıdan girip bulabileceği işler. bilgisi, yeteneği olan kişinin 1-2 sene içinde çıkacağı saatlik ücretlerden bahsetmeye gerek yok şu aşamada.

    diyorlar ki hayat pahalı ama orda. en son depoyu doldurduğumda benzinin galonu 3.52 dolardı. yaz başında $3.23 civarında olduğunu hatırlıyorum. tabii eyaletten eyalete değişiyor şu an $3.77 olduğum yerde mesela, düşecek diyorlar düşmezse isyan çıkarmış. basit bir hesap yapalım. 1 galon 3.79 litreye tekabül ediyordu yanlış hatırlamıyorsam. 3.77/3.79=0.99 benzinin litresi dolar cinsinden. ünlü benzin pompacısı shell diyor ki memleketim izmir'de benzinin litresi 4.38tl. neydi, 0.99 yapar 1.78tl, 4.38/1.78=2.46 yuvarlak hesap benzin 2.5 kat daha pahalı canım vatanımda. yani pompayı abd'den çeksem izmir-fethiye tek gidiş yapacağım paraya gidiş dönüşü çıkarır üzerine bir daha izmir'den bodrum'a giderdim.

    hayat pahalıymış, bugün vitesi motoru kliması radyosu tam takır çalışan 8-9 yaşında iyi bir honda'yı 2000 dolar civarına bulmak mümkün. 5-6 bin dolarlara çıktığımızda audi tt alabiliyoruz. araba fiyatlarını zaten türkiye ile hiç kıyaslamayacağım, çünkü burada 2 aylık maaşından artırıp altına cillop gibi araba çekebilme olayını uygulamada görünce ülkeye geri dönecek olmam sinirlerimi çok bozdu. ulan bari arabamı sokmama izin verin ülkeye! yok, illa yıllarca çalışıp kredi senet dövdüreceğiz arkamızı.

    ne diyorduk, hayat pahalı. yalan arkadaş pahalı falan değil, taze kesilip köpük jelatin paketlenmiş kaliteli etin pound'u $4.58-$5.98 arasında değişiyor. öyle yağlı yağlı dandik et değil, bildiğin kasaptan aldığın antrikot falan işte, isimleri gelmiyor aklıma ama tavadaki tadı şahane, bufalonun dananın en güzel yerleri hep. kuş başı et de $3.98 mesela. neyse 1 pound 0.45kg, 100/45=2.22 4.58x2.22=10.17 dolar o da 18.28 tl yapıyor mesela etin kilosu. tr'de benzer etin fiyatları 25-35 tl arası değişiyordu mangal zamanlarından hatırladığım kadarıyla, ithal et davasına düştüyse bilemeyeceğim. tavuk falan sudan ucuz ayrıca, ha alkol de sudan ucuz olabiliyor yer yer. su da ucuz hatta bedava, musluk suyundan içilebiliyor, isteyen 1 dolara 5 galon su doldurabiliyor o da bizim bir damacanaya tekabül ediyor. bizden daha pahalı olan bir şey yok yani anasını sattığımın ülkesinde. hayatın neresi pahalıymış ben anlamadım. hayır anlamadığım şey biz türkiye'de daha az kazanıp her şeye daha çok para harcayarak nasıl yaşıyoruz? gerçi pek çoğumuzun ailesi kredi kartlarına borçlu durumda ama hakikatten anlaşılması güç bir durum

    ha mal gibi öğrenci hayatı diyip her gün arby'slerden mcdonald'slardan, little caesar'dan diner'lardan yemek yersen para yetiştiremezsin, ama normal yaşam her halükarda daha ucuza geliyor. temel denebilecek ihtiyaçlar et, ekmek, süt, yumurta, yağ, kola ne bileyim hiç biri pahalı değil işte. ha pahalı olan ne var, domates mesela, salatalık, şeftali, elma, karpuz falan. onların da bir şekilde alternatifleriyle yerini dolduruyoruz papaya, ananas, muz gibi şeyler de ucuz mesela burada. karpuzsuz yapamam demeyin kavga çıkar şimdi, öyle çok da pahalı değil zaten, sadece bizdekinden pahalı. ha ucuz olan onca şeyin yanında yine lafı geçmez, her gün yesen yine amortiler ucuz olanlar. ama hayat pahalı ya burada, ucuzundan gitmek lazım, öyle aşılanmış bize.

    çok uzadı, elektrik direkt daha ucuz, gaz su zaten ucuz. bunların hesabını yapmayacağım. şehrin gürültüsünde konaklamak saçmalık zaten burada, altınızda her halükarda arabanız olacağı veya evinizin dibinde mutlaka sizi gideceğiniz yere 10-15 dakikada ulaştıracak bir metro durağı olduğu için şehrin az dışında, bildiğin yayla gibi harika, havası tertemiz, yeşil çimlerin üzerine döşenmiş biblo gibi evlerden birine 50-60bin dolara sahip olabilirsiniz (philadelphia). bulursun ama hadi bulamadın 100bin 200bin dolar olsun küfrettirmeyin beni, bu evler türkiye'de olsa en aşağı 500bin tl'den gider.

    yani iki kişi olsan, çalışıp ilk iki ayda altına arabanı çekebilme kolaylığı, 4-5 senede, türkiye'de ancak hayallerinde satın alabileceğin bir eve sahip olabilme olasılığı, işini gücünü oturtup evini barkını yürütmeye başladıktan sonra 1-2 aylık maaşından artan miktarla türkiye'ye gelip 1 ay krallar gibi tatil yapabilme olayı falan müthiş yani.

    gel gelelim öyle bir sistem var ki burada, özellikle bizim türk milleti gibi uçkuruna ve eğlencesine düşkün adamı yiyip bitiriyor. ya da para hırsından gözünü bürüyüp hayatını karartıyor, adam koca şirket sahibi olmuş ama 10 senedir kafasını kaldırıp tatile çıkamamış, gerizekalı diye buna denir. eğlence sektörü gereksiz para harcamayı seven andavalları yolmak için birebir, cebinde 5 kuruşu kalana kadar sömürür sonra atar, çünkü her şey var. ha kötü bir şey mi, aksine mükemmel bir şey, paran varken eğlenebilmek kadar müthiş bir şey yok, ama akıllı olmak lazım. saçma salak bir bara gidip iki karı kız gördü diye 2-3 aylık birikimini masaya vuran beyinsiz abazalar her halükarda doğal seleksiyona kurban gidecektir zaten.

    burada yaşayan der ki amerika'ya gelme, türkiye çok güzel. bok güzel. hayır tamam doğasını insanının bazısını ismini cismini ben de seviyorum, ama dayatılan köle hayatını, buradaki yaşamı gördükten sonra siksen çekmem arkadaş. hele vizyonu dar bir şeyden haberi olmayan, hiç bir şeye tepkisi çıkmayan koyun halk aklıma geldikte tepem atıyor iyice. ne demek amerika'ya gelme yahu? sen gelmişsin 20 yıl önce, elinde ne bir diploman ne allah vergisi bir yeteneğin varken iş güç ev araba sahibi adam olmuşsun, yaşamını götürüyorsun belli bir lüks çerçevesinde, asıl türkiye'de kalsan bir bok olmayacaktı senden, baba parası yiyip babanın bulduğu işte çalışan gereksiz bir tip olarak yitip gidecektin, senin çocukların da aynı yolu izleyecekti. şimdi o çocuklar en azından bu ülkenin vatandaşı olup senden daha iyi şartlarda büyüyecek, daha büyük adam olacak. bu hayatı istemenin neresi kötü? doldum resmen ulan. sen sen ol amerika'ya gelme, türkiye'de kal. bi siktir git allahını seversen.
  • simdi ucuza elektronik esya, araba, benzin, marka kiyafet alma kliseleri zaten siralanmis. ben de su ana kadar bahsedilmeyen birkac noktaya parmak basacagim. abd ve kanada gelismis ulkeler icinde dunya'da nufus yogunlugunun en az oldugu ve kisi basina en fazla toprak dusen ulkelerinden ikisi. asya, avrupa ve afrika kitalari yani eski dunya tika basa insanla doluyken kuzey amerika bu konuda cok daha ferah. gelismis ulkelerin nufus yogunluguna yani kilometrekare basina dusen insan sayisina baktigimizda birinci sirada 507 ile guney kore var. ikinci sirada 411 ile hollanda geliyor ve onu da 336 ile japonya takip ediyor.

    avrupa'nin onde gelen ulkelerinden ingiltere'de kilometrekare basina 268 kisi duserken, almanya'da 230, italya'da 201 ve fransa'da 118 kisi dusuyor. turkiye'de de kilometrekare basina dusen insan sayisi 102 (istanbul: 2579, ankara: 207, izmir: 347). peki abd'de kilometrekareye kac kisi dusuyor? 33 (merak edenler icin oregon: 16, ki bana kalsa oregon bile fazla kalabalik). kanada'da isler daha da guzel, zira kilometrekare basina 4 kisi dusuyor (gerci kanada'nin onemli bir kismi yasanamayacak kadar soguk ve corak. ornegin yine %80'i col olan avustralya'da da nufus yogunlugu 3).

    iste abd ve kanadalilarin devasa bahceli evlere ve genis yol ve caddelere sahip olma sebebi de bu. toplamda 10 milyon kilometrekare topraga sahip olan abd'de toplam sehir alanlarinin ve imara acilan bolumlerin toplam topraklara orani %4. orman, tarim alanlari, col ve diger acik alanlarin toplama orani %96. ornegin oregon'un %98'i imara kapali ve imara izin verilen bolum %2'lik dilimde. nufus yogunlugunun daha az olmasi ve el degmemis topraklarin daha cok olmasi daha az gurultu, daha az trafik, daha cok kisisel hareket alani (personal space), daha buyuk evler, daha buyuk bahceler, daha temiz hava, daha temiz doga ve daha az kavga gurultu demek oluyor.

    abd'nin en kalabalik eyaleti olan 40 milyon nufuslu california'da bile nufus yogunlugu 97 yani avrupa'nin epeyce altindayken ikinci en kalabalik eyalet olan teksas'in nufus yogunlugu 41. yuzolcumu olarak turkiye'yle neredeyse ayni buyuklukte olan teksas'in nufusu 27 milyon.

    gerci abd nufusunun 3'te 2'lik bir bolumu dogu yakasi ve bati yakasi civarinda toplanmis ve bos olan yerler genelde ic taraflar ama yukarda verdigim oregon orneginden yola cikarsak okyanus kiyilarinda bile epeyce bos yer var. ornegin washington ve oregon eyaletlerinin toplam 650 km'lik sahil seridinde toplam 150 bin kadar insan yasiyor. hatta washington'dan san francisco'ya kadar olan 1200 km'lik sahil seridinde (karadeniz kiyilarinin toplami kadar alanda) toplam 200 bin kisi yasiyor.

    bir baska avantaj her urunun sadece en ucuzunu degil ayni zamanda en kalitelisini alma sansina sahip olmaniz. su ana kadar bir cok entry'de marka urunleri abd'de daha ucuza alacaginizdan zaten bahsedilmis ama isin kalite kismi atlanmis. ayakkabi ve spor giyimleri ureticisi olan nike'i ornek vereyim. nike'in dunya'nin cesitli ulkelerinde uretim yapan 900 fabrikasi var. bu fabrikalardan hicbiri sirkete ait degil. sirket genelde cesitli ulkelerdeki tekstil ureticilerini taseron olarak kullaniyor ve fabrikalara kontrat veriyor. bu fabrikalar urettikleri urun kalitesine gore 5 kategoriye ayrilmis durumda. en ustteki kategori "gold" denilen altin kategori. bu fabrikalar en kaliteli urunleri ureten, en az defoya sahip olan, urunlerinin en az geri gonderildigi ve en efektif uretim yapan fabrikalar. bundan sonra "silver" ve "bronze" yani gumus ve bronz fabrikalar geliyor. bu fabrikalar en iyi olmamakla beraber "idare eder" kalitede urunler ureten ve performans sergileyen fabrikalar.

    son 2 kategori de sari ve kirmizi. buradaki fabrikalar eger durumlarini duzeltmezse taseron kontratlari iptal edilecek ve bunlara bir daha ihale verilmeyecek. peki bu 5 kategorinin amerika ile alakasi ne? onu anlatayim. genelde abd'de satilan nike urunleri "gold" fabrikalarindan geliyor. almanya, ingiltere gibi gelismis ulkelerde satilan nike'lar da genelde gold veya silver fabrikalardan geliyor. gelismekte olan ulkelerdeki ayakkabilar genelde silver ve bronze fabrikalardan geliyor. cakma marka olarak satilan veya defolu marketlerde satilanlar da genelde sari veya kirmizi fabrikalardan cikma urunler oluyor. iste bu yuzden atiyorum nike'in urettigi ayni model ayakkabiyi abd'den alinca 5 yil sapasaglam giderken ayni ayakkabinin ayni modeli baska bir ulkeden alininca 1 yilda bozulmaya baslayabiliyor.

    bunun en buyuk sebebi abd'deki tuketici haklarinin cok yuksek bir sekilde korunuyor olmasi. amerikali michael amca nike'dan ayakkabi alip 1 senede ayakkabi dagilirsa o ayakkabiyi magazaya yedirir ve parasini geri alir. o yuzden nike abd'ye gonderdigi ayakkabilari en kaliteli fabrikalardan seciyor ki iadelerle ve tamirlerle ugrasmasin. nike sadece bir ornekti ve uluslararasi bir cok sirket bu sekilde isliyor.

    tuketici haklari demisken kredi kartlarina deginmemek olmaz. american express basta olmak uzere bir cok amerikan kredi karti adeta sizin avukatinizdir ve hakkinizi soke soke almaktadir. hani bazen burada surekli rezalet basliklari aciliyor ya, o durumlarin cogu abd'de yasanmaz cunku kredi karti sirketinizi arayip rezaleti anlatir anlatmaz paranizi aynen geri alirsiniz. bugune kadar ne ornekler gordum.

    bir magazadan bir urun alip sonra 2-3 hafta icinde iade etmeye calisinca kabul etmezlerse (ki %95 ederler) kredi karti firmasi paranizi soke soke geri aliyor. bazi sirketler "biz sirket politikasi olarak iade kabul etmiyoruz" dese de farketmiyor. diyelim ki bir magazadan ayakkabi aldiniz ve ayakkabilar 1 ayda acilmaya basladi. ayakkabilari magazaya iade etmek icin goturdugunuzde "kullanici hatasi" deyip kabul etmediler. dukkandan cikmadan american express'i arayip durumu bildiriyorsunuz, size kibarca "o ayakkabilari geri kabul etseler de etmeseler de dukkanda birakip cik, parani geri alacagiz" derler. siz de magazadakilere "ayakkabiyi buraya birakiyorum haci, ister al ister alma" deyip eve donuyorsunuz ve en gec bir hafta sonra paraniz hesabiniza geri yatmistir.

    sirf kredi karti beni koruyup kolladigi ve tum harcamalarim kayit altinda tutuldugu icin alisverislerde nakit para kullanmayi biraktim. amerika'da yasamanin bir baska avantajina gelince, bunu da uzun uzun su entry'de anlatmistim: (bkz: #53858461).
  • ortadogu'ya uzak olmasi.
  • televizyonu actiginda bas bas bagiran tayyip yerine normal konusan insanlar olmasi. internetten takip etmezsen, dunyada tayyip erdogan isimli biri hic yokmus gibi yasayabilirsin. sadece o mu? tayfasindan da bihaber olmak ekstra bonus.
  • en onemlilerinden biri, sansuru gectim, otosansurden muaf olmak.
  • yeme-içme (özellikle alkollü içecekler), internet, elektrik, su, doğalgaz ucuz. şu kitabı bulamadım okuyamadım diye bir şey yok. spor yapmak istersen her türlü sporun kralını yapma şansın var. gürültü patırtı yok, yeşillik var. bahçen var, hayvan besle. daha saydırmayın bana şimdi.
  • bir uzayli istilasi durumunda gotunuzu kurtaracak bir kahraman, amerika'da mutlaka vardir.

    belki de bu kosmosun size sundugu bir sans, o kahraman siz olabilirsiniz!!

    i want you
  • amerika'da yasamanin en buyuk avantaji amerikalilarin kompleks ve zahmetli olan hicbir seyden hoslanmamalari bana kalirsa. sirf bu yuzden adamlar azicik zahmet gerektiren, azicik karmasik her seyi elimine etmisler hayattan. en ince detaylar dahi dusunulmus insanin rahati icin.
    ayrica ikinci en buyuk avantaji bedava su. her yerde ucretsiz su. lokantalar masaya oturur oturmaz bir surahi suyla gelip bardaklari dolduruyorlar zaten. fast foodcularda "a cup for water" dediginizde size plastik bardak veriliyor, fountainden istediginiz kadar su doldurup iciyorsunuz. starbuckslarda siparisinizin yaninda su istediginizde hemen bir bardak su veriyorlar yaninda. hatta koca sulugunuzu uzatip bunu doldurur musun diyorsunuz, doldurup veriyorlar. onun haricinde alisveris merkezleri, kamusal alanlar vs gibi neredeyse her yerde zaten sebiller var. yani susuz kalmak neredeyse imkansiz. kac senedir burdayim suya para vermedim dogru duzgun. her gittigim isletmede sulugu doldurtuyorum buzlu suyla. zaten okulun koridorlari sebillerle dolu. icmek icin ayri, suluk doldurmak icin ayri sebiller. kafani cevirsen ayri sebil. velhasili kelam, tr deki universite hayatimi hatirliyorum, kantinden aldigimiz 75 kurusluk 500 ml lik sulara az para dokmemisiz. bi de plastik sise dolardi her yer tabii. copu ayri masrafi ayri. evet. tekrar dusundum de, amerika'da yasamanin en buyuk avantaji bence suya erisim. kesinlikle.

    edit: bir de temiz, parasiz tuvaletler. her zaman tuvalet kagidinin, sabunun, kagit havlu/el kurutma cihazinin oldugu tuvaletler. temiz kokan tuvaletler. alaturka tuvaletlerin olmadigi tuvaletler. hallelujah.
  • günün en güzel saatlerini market alışverişine harcamak zorunda kalmamak. gece 02:00 de uyku tutmayınca 'gideyim de alışveriş yapayım' diyebilmek.
hesabın var mı? giriş yap