hesabın var mı? giriş yap

  • bu tarz paylaşımların kocişimin bana soktuğu sik noktasına gelmesi yakındır.

    ek 2.1: mesaj ile beni terbiyeye davet eden arkadaşlar oldu, ama ben bazı konularda çirkinleşmeden kendimi ifade edemiyorum, idare edin.

  • başlık: delikanlıysan bu başlığa

    1. adını soyadını yazarsın

    2. adını soyadını

    3. adını soyadını

    4. adını soyadını

    5. adını soyadını

    .

    .

    .

    diye girilen entry'ler silsilesi.

  • biriyle tanışmıştım zamanın birinde... 16 yaşındaki bir kız babasıyla birlikte annesini terketmişti. sebebi de babası kansere yakalanmış, hastaneye gitmiş bir sürü tetkik vs. kısır olduğunu, hiç çocuğu olamayacağını öğrenmiş. annesi de itiraf etmiş kızın başkasından olduğunu.

    yani istediğin kadar sakla, ilahi adalete inanıyorum ben ve er ya da geç hiç şaşmıyor...

  • şimdi yaklaşın buraya ibretlik tespit geliyor.

    bu adamların forması kayseri erciyesspor'a benziyor mu ? benziyor.

    sezonun ilk yarısında öne geçtiğimiz maçta erciyes bizi tek farkla yendi mi ? yendi.

    brugge ilk maçta öne geçmemize rağmen bizi yendi mi ? yendi.

    yani bu maç ne olur ? 5-1 olur. ve beşiktaş'ın 112. yılı kutlu olsun.

    edit: * beşiktaş ömrümden 1 sene yedin dün gece.

    * tolga'nın suçu varsa, onu kadroya alan bilic 2 misli kabahatli

    * dünkü taraftar kuru kalabalık. dakika 70'de takım ıslıklanır mı amk ? beyni evde mi bıraktınız ? ayıptır.

    * hakem o verdiğin ve vermediğin kırmızı kart .ötüne girsin.

    * demba ba 'ya 10 milyon veriyorlarsa direk satın. aldıktan sonra hasar kaydı öğrenilen araba gibi soğudum.

    * brugge senin takım gibi amk. insan azmanları domuz pastırması yiye yiye semirmiş hepsi

  • açlık oyunları serisinin son kitabının yayımlanmasından 10 yıl sonra gelen ve yakında beyaz perdeye uyarlanacak olan suzanne collins kitabı.

    kitap incelemesine geçmeden önce filme değinmek gerekirse, çekileceği onaylandı ancak henüz oyuncu seçimleri başlamadı. serinin son üç filminin yönetmeni francis lawrence bu filmin de yönetmeni olacak. senarist olarak ise karşımıza ateşi yakalamak filminden tanıdığımız michael arndt çıkıyor. ilk üç kitabın haklarını satın alan lionsgate bu kitabın haklarını da aldı.

    the ballad of songbirds and snakes ya da türkçeye çevrilen adıyla kuşların ve yılanların şarkısı, açlık oyunları evreninin 65 yıl öncesini ve başkan coriolanus snow'un gençliğini anlatıyor. ilk üç kitaptaki birinci tekil şahıs bakış açısının aksine üçüncü tekil şahıs bakış açısıyla kaleme alınan kitapta bu kez başkent capitol ve onların dünyası merkezde.

    açlık oyunları'nda aşina olduğumuz kahramanlık hikayesinin aksine bu kitap bir anti-kahramanın hikayesi. dahası, ilk üç kitaptan aşina olduğumuz haklı ve mücadeleci mıntıkalar yerine zenginliği ve acımasızlığıyla tanıdığımız capitol'e odaklanıyor. bu bakımdan ele alındığında bazı okuyucular kitabı sevmeyebilir. kötü kahramanın başrolde olduğu eserleri okumak kolay değildir. okuyucular "katarsis" dediğimiz o rahatlama hissine aşinadır. kahramanın başına ne gelirse gelsin, sonunda adaletin sağlandığı hikayeleri severler. oysa bu romanda siz kötü kahramanın nasıl kötülükler yaparak kötü emellerini gerçekleştirip kötülüğü yücelttiğini okuyacaksınız. o yüzden fanların en sevdiği kitap olmayacak. ancak bu demek değil ki bu kitap gereksiz. kuşların ve yılanların şarkısı size capitol ve açlık oyunları'nın zihniyetini, buz dağının görünmeyen kısmını, madalyonun öteki yüzünü gösteriyor. ilk üç kitabın aksine maceradan ziyade küçük ayrıntı ve felsefi konuşmalarla dolu olmasının nedeni de bu.

    seriye filmlerden aşina olanların pek ilgisini çekmese de kitapları okuyanların bazı parçaları birleştirmesine yardım edecektir bu kitap.

    bundan sonrası spoiler.

    --- spoiler ---

    bilirsiniz, kötülerin bir özellikleri vardır. kendilerine kötü demezler. bunu genellikle "büyük balığın küçük balığı yutması" ya da doğada "güçlü olanın hayatta kalması" olarak tanımlarlar. bu kitapta da bu var. capitol'ün önde gelenleri ve coriolanus snow kendilerini "kötü olarak tanımlamıyorlar. tam tersine açlık oyunları başta olmak üzere uyguladıkları baskıcı yönetimi kaos, kontrol ve kontrat adı altında üç kavramla açıklıyorlar ve düzenin sağlanması için (kaosun önlenmesi için) kontrolün şart olduğunu, bunu da ancak kontrat imzalanırsa sağlanabileceğini öne sürüyorlar. onlara göre savaş asla bitmez, bu insanın doğasında vardır. ancak kontrol altına alınabilir. bu sebeple savaş (yani kaos ortamı) sonsuza kadar kontrol altına alınmalıdır. bu bağlamda, açlık oyunları kontratı temsil ediyor. oyunlar, capitol'ün mıntıkaları kontrol ettiğinin bir göstergesi, onlarla imzalanan anlaşmasının en somut kanıtı. dahası, açlık oyunları neden herkesin kontrol altına alınması gerektiğinin en net örneği çünkü dünyanın "en masum" varlıkları olarak tanımlanan çocuklar arenaya bırakılınca vahşi hayvanlara dönüşüp birbirlerini öldürmeye başlıyorlar. dr. gaul, bunu insanların "özlerinin kötü olmasına" bağlıyor. insan özünde kötü bir varlıktır, bu sebeple medeniyete ve kontrole ihtiyaç duyar. bunu da capitol sağlar.

    dr. gaul ve coriolanus arasındaki konuşmalarla ilerleyen romanın genel olarak üzerinde durduğu felsefe bu. savaş anılarının asla unutulmaması ve sürekli hatırlatılması gerektiğini savunan ikilinin en önemli ortak noktası açlık oyunlarının gerekliliğine olan inançları. coriolanus, dr. gaul'den en nefret ettiği dönemlerde bile bu fikri sorgulamıyor.

    açlık oyunları'nın felsefenin yanı sıra bir savaşın sonucunu ve capiton'ün mıntıkalara bakış açısını da gösteriyor. çok meşhur bir laf vardır: savaşın kazananı yoktur. her iki taraf da yıkım yaşadığı için esasen bir kazanan olmaz. kimin haklı olduğundan bağımsız olarak iki taraf da birbirinden nefret ediyor çünkü karşı taraf yüzünden sevdiklerini, ailelerini kaybetmişler. savaş yüzünden ailesini kaybeden coriolanus doğal olarak mıntıkalardan nefret ediyor. üstelik böyle bir kayıp yaşamalarına bile gerek yok, capitol halkı genel olarak mıntıkaları vahşi ve insan dışı olarak görüyor, onlara hayvan muamelesi yapıyor. haraçların yük gibi capitol'e getirilmeleri, hayvanat bahçesinde tutulmaları ve yemek vermeye dahi değer bulunmamaları bunun bir örneği.

    bir başka nokta ise bu kitap bize adını sıklıkla duyduğumuz ama derinine hiç inmediğimiz bir kesimi tanıtıyor: barış muhfızları. coriolanus'un cezalandırılmasıyla birlikte onların hayatına girip aslında nasıl yaşadıklarını öğrenmiş oluyoruz. açlık oyunlarında acımasız olarak yansıtılan barış muhafızlarının kimlerden oluştuğunu, bu işi neden yaptıklarını görüyoruz. özünde aç mıntıka çocuklarından oluşuyor ve barış muhafızlığı onlar işin ailelerine para gönderebilmelerinin yanı sıra üç öğün bedava yemek, kıyafet ve güvenlik demek.

    en beklenmedik kısımlardan biri the hanging tree şarkısının hikayesi oldu. bu şarkının hikayesinin snow'la bağlantılı olduğunu muhtemelen hiçbirimiz tahmin edemezdik. dahası, bu şarkı lucy gray’in mıntıkadaki etkisinin o gittikten sonra bile yıllarca devam ettiğini gösterir. ortadan kaybolmasından 65 yıl sonra bile insanlar onun şarkısını söylüyor ve farkında olmadan onun hikayesini anlatıyordu.

    lucy gray'in adı karda kaybolan ve hayalet olarak dolaşan birinden geliyordu ki onun hikayesi de bu şekilde bitti. snow yüzünden ortadan kayboldu ama adı şarkıları ve hikayesi aracılığıyla yaşamaya devam etti. bağlantı burada da bitmiyor. lucy gray, katniss (souko) bitkisi bahanesiyle coriolanus'u terk etti ve sonrasında (65 yıl sonra) katniss isyanın sembolü olarak lucy gray’in hesabını sordu.

    bunların haricinde çok önemli benzerlikler var. mesela haymitch gibi lighbottom da sürekli sarhoş. açlık oyunlarının vicdani boyutlarına maruz kalanların bunu kolay atlatamadığını yazar iki farklı dönemde iki benzer örnekle göstermiş.

    bir başka benzerlik lucy’nin coriolanus'u arkasında bıraktığı gibi katniss’in de gale'i aynı şekilde arkasında bırakması. her ikisinin ortak noktası da bu kişilerin masum insanları öldürmesi. snow kendi çıkarları için sejanus başta olmak üzere üç kişiyi öldürmüştü, gale ise prim dahil birçok çocuğun ölümüne neden olan silahtan sorumluydu. bu aynı zamanda katniss ile lucy’nin benzerliğini de gösteriyor. ikisi de hiçbir zaman tamamen masum olmadılar (ki arenada bunu gösterirler), ikisi de bağışlayıcı insanlar değiller.

    bunlardan bağımsız olarak kitabın cevapladığı bir soru vardı: mıntıka halkı capitol’e taşınabilir mi, böyle bir izni varsa bile orada nasıl yaşar? sejanus plinth ve ailesi bu soruların cevabıydı. evet, capitol’e taşınabilirler ama asla onlardan biri olarak kabul edilmezler. sürekli dışlanırlar. bu bile mıntıka ve capitol arasında tekrar savaş olacağının en sağlam kanıtıydı. kast sistemine varan bir sınıf ayrımı önünde sonunda savaşla sonuçlanacaktı.

    kitabın adına baktığımızda ilginç bir çelişki var. kuşlarla sürekli etkileşim halinde olan kişi coriolanus iken yılanlarla etkileşimde olan kişi lucy gray’di. hatta kitaptaki ilk sahnesi bile yılanla başlıyordu ama sonunda yılan unvanı sejanus’tan clemensia’ya kadar etrafındakilere zarar veren coriolanus’a kalırken kuşlar lucy’ye kaldı. gerek şarkı söylemesi gerekse onların savaş esnasında yardım ettiği gibi lucy’nin şarkılarının da 65 yıl sonra mıntıkaya yardım etmesi onu aslında katniss gibi bir alaycı kuş sembolü yapıyor.

    en kan dondurucu kısımlardan biri coriolanus’un açlık oyunlarına olan düşkünlüğü ve onu daha iyi hale getirmek için harcadığı çabaydı. 65 yıl sonraki açlık oyunlarının nasıl o günlere geldiğini okumuş olduk aslında. onuncu yılındayken çok ilkel olan oyunlar, snow’un çabalarıyla halkın en büyük milli eğlencesi haline gelmiş.

    snow’un kötülüğünün bir başka örneği ailesi dışında onu sevme mucizesi göstermiş iki kişiye yaptığı şeyler. hem sejanus’un hem lucy gray’in hayatını mahvetti.

    her ne kadar bize arka planın hikayesini anlatsa da eksik olan bir nokta var. koskoca capitol'de hiç kimse ikinci bir fikirle gelmiyor. "intikam" ve "açlık oyunları" kavramları dışında isyanın sebebini tartışan ya da mıntıkalarla uzlaşılması gerektiğini söyleyen hiç kimse yok. esas barışın ancak bu şekilde sağlanabileceğini, baskı ve kontrolün sonsuza kadar sürmesinin mümkün olmayacağını, illa ki bir noktada patlak vereceğini söyleyen tek bir kişi bile çıkmadı. kitap boyunca isyancıların capitol'e zarar verip halkı nasıl sefalete sürüklediğini dinleyip durduk. biri de çıkıp "isyan bu nedenle çıkmıştı" dedi mi? demedi. hiç kimse isyanın sebebini sorgulayıp esas meseleye inmedi. kitap boyunca süregelen birçok felsefe var ama hepsi esas konunun yanından dolandı, esas konuyu hedef almadı. bence kitabın en büyük eksisi buydu. bunu görmezden gelmek kolaydır. esas zor olan buna karşı teori üretebilmektir.

    iki hikaye paralel olsa da sonu bakımından son derece farklı. kuşların ve yılanların şarkısı'nda capitol sorunun ne olduğunu çözemiyor. bir tarafın üstünlüğü devam ediyor. oysa alaycı kuş'ta katniss sorunun tam olarak ne olduğunu anlıyor. eğer sadece snow'u öldürseydi eski sistem devam edecekti. gerçek bir barış sağlanamayacak, sadece iktidarı elinde tutan taraf değişecekti. panem halkının bir geleceğinin olması için snow'la birlikte başkan coin'in de öldürülmesi gerekiyordu. katniss de bunu yaptı.

    --- spoiler ---

    son olarak, fanlar katniss’in anne tarafından lucy gray’in torunu olduğunu iddia ediyor ama suzanne collins bunu doğrulayan bir açıklama yapmadı. filme bakmak gerekir. yapımcılar fanların böyle bir beklentisi olduğunu fark ederlerse hemen kullanmak isteyeceklerdir.

  • 15 yıllık bas gitaristlik hayatımda geçen yıl doğruluğunu anladığım durumdur. şöyle ki, taksim (bkz: dorock) barda düzenli sahne aldığımız zamanlardan birinde, judas priest'ten painkiller çalıyoruz. baya da iyi yardırıyoruz parçayı normalde. ancak alkolün etkisiyle sanırım, bu sefer ben parçanın daha girişinde mavi ekran verdim. parçanın hangi nota ile başladığı konusunda bile bir fikrim yok. beyin olmuş tabula rasa. lan dedim bittik. sonra aklıma geldi, olm rezil olacağına kapat potanstan gitarın sesini, çalıyormuş gibi yap. ama nasılım a dostlar, görmeniz lazım...yılların air guitarcılarına taş çıkaracak hareketler yapıyorum. bir davulcuya gidiyorum şekil yapıyorum, bir seyirciye gidiyorum gitarı biralarla tokuşturuyorum falan. insanlar gazdan ölecek.

    arkadaş, grup arkadaşlarım da dahil, biri de çıkıp demedi ki aga bu nedir? lan bildiğin çalmadım parçayı, kimse anlamadı. tebrik falan aldım hatta milletten. orada anladım ki, boş işler bunlar. o zamandan beri jamiroquai falan çalıyorum daha çok lan. nasıl travma yarattıysa artık...

    denizin buz gibi sularından gelen edit: işittiğim laflar sebebiyle illa "ironiden anlamayan nesle aşina değiliz" diye not düşüreceksiniz adama. hayatımın yarısını verdiğim bir enstruman için nasıl "boş işler bunlar" diyebilirim ki?

  • babamdan gelen yorum kendisi hakkında:

    tayyip için herşeyi yapar bunlar. şuna bak nasıl yırtıyor kendini. altına bile yatar bunlar tayyip'in. şerefsizler. kapat şunu oğlum sesine tahammül edemiyorum bu zavallının.

    edit: gelen mesajlar üzerine söylemek isterim ki; gg olacak diye babama otosansür uygulayacak değilim. gg olacaksa önce sözlükte troll adı altında yazan neidüğü belirsiz hesaplar olsunlar. bu entry de gg oluyorsa olsun anasını satayım. olacaksa bu olsun. hala özür dilemem diyor tipini s..min kadını.

    debe editi: gg olur derken debe olması şaşırtıcı oldu. cidden beklemiyordum. her ne kadar bir sinir harbini barındırsa da böyle hakaret içerikli bir entry'min debe oluşu beni çok da mutlu etmedi sözlük. yine de aynı şeyleri düşündüğümüz insanların olduğunu bilmek çok güzel. hepinize selam olsun.