hesabın var mı? giriş yap

  • bu konu ile alakalı en son fikir beyan etmesi gereken iktidar stepnesi de yorumunu yapmış.

    " erdoğan'ın kaportası delinmiş, şanzımanı dağılmış, aküsü bitmiştir"
    "zürriyetsiz"
    "şerefsizsin alçaksın"
    "kandan beslenen kafatasçı"
    "senden hesap sormazsam namussuzum"
    "erdoğan klinik bir vaka haline gelmiştir"
    "erdoğan aklı ile arasını açmıştır"
    "erdoğan kandilin yetiştirmesidir"
    "haramzade rüşvetçi"
    "be hey densiz, be hey kanun tanımaz, ahlak bilmez"

    gibi cümlelerle en büyük hakaretleri eden sen ne zaman adalet karşısına çıkacaksın?

  • insanoğlu, var olduğu andan itibaren farkında olmasa da zamanı ölçmüştür. kimi zaman yaşayacağı mağaradan dışarı çıkacağı anı, kimi zaman da mahsullerini toplayacağı zamanı bilmek için. fakat bu soyut zaman kavramını, somut nesnelere evirilmesi sırayla güneş ve kum saatleriyle başlamıştır. şu an binlerce insanın kolunda, duvarında veya masasında tamamen soyut bir kavramı somutlaştıran saatleri kullanarak neredeyse tüm hayatını planlaması, insanoğlunu farkında olmadan zamanın kölesi haline getirmiştir. horoloji ise bu köleliği en sanatsal bir şekilde mekanizmalara ve dokunulabilir matematiğe çevirmektir.

    peki bu horoloji tam olarak nedir?

    horolojinin türkçe'de tam bir karşılğı olmasa da, kısaca zaman gösteren alet üretme sanatı olarak özetleyebiliriz. insanoğlunun mö 4000’lerde güneş sayesinde ölçmeye başladığı zaman, 1500’lü yıllarda elle tutulur makinelere dönüşmüştü. almanlar ve fransızlar öncülüğünde başlayan horoloji fırtınası, dönemin zenginleri tarafından aksesuar ve takı olarak görülüyordu. bilinen en eski kol saatine ise ingiltere ve irlanda kraliçesi 1. elizabeth sahip olmuştu. fakat 1800’lü yılların sonunda, askerlerin savaş esnasında köstekli cep saatlerini kullanması zorluk çıkardığı için kol saatlerini kullanmaya başlaması, aksesuar olarak görülen kol saatlerini bir ihtiyaç haline getirmişti. bu senelerde ordular için üretime öncelik veren başta isviçreli üreticiler olmak üzere neredeyse tüm milletler, saatleri her türlü isteğe yanıt verebilir hale getirmeye başladı. fakat savaş dönemi geçtikten sonra bile, popülaritesini kaybetmeyen bu araçlar, bir savaş malzemesi olmaktan çok, prestij belirten nesnelere dönüştü. bu yüzden kullanılan mekanizmalar gittikçe çok işlemeli ve karışık olmaya, saatlerin kasaları ise çeşitli mücevherler ve değerli taşlarla süslenmeye başladı.

    tabii bu her alanda böyle değildi, insanoğlu sürekli olduğu yerde yaşamayı sevmiyordu, dağlara tırmanmak ve okyanusların derinliklerini keşfetmek istiyordu. işte bu yüzden 3000 metre derinlikteki basınca dayanacak saatlerden, dondurucu soğuklarla baş edebilecek saatlere kadar her türlü ihtiyaca cevap verebilecek mekanizmalar üretilmeye başlandı. soğuk savaş sırasında da insanoğlunun uzay macerasında ona eşlik edecek saatler de lazımdı, bu yüzden saat biliminin sınırları tamamen zorlandı ve ortaya çıkabilecek en hassas ölçümleri yapan aletler ortaya çıktı. hatta, apollo 13 görevinde anlık bir aksaklık sonucu uzay mekiğinin tüm sisteminin çökmesi yüzünden, astronotun atmosfere giriş zamanını ayarlamak için kolundaki saate güvenmesi, ve bu güveninin omega speedmaster sayesinde boşa çıkmaması, saat teknolojisinin insan hayatı için ne kadar önemli olduğunu da ortaya koymuştur.

    horolojiye yapılan en büyük darbe ise, ne kadar şaşırtıcı olsa da bir saat üreticisi tarafından yapılmıştır. 1970’lerde japon saat üreticisi seiko tarafından bulunan ve pil gücüyle çalışan saatlerin üretilmesi, yüzyıllardır ulaşılmaya çalışılan maksimum dakikliği olabilecek en ucuz ve dayanıklı şekilde müşterilere sunmuştu. bu teknolojiyle birlikte 10 birim paraya alabileceğiniz bir quartz kol saati, 10.000 birim paraya alabileceğiniz bir mekanik saatten daha iyi zaman tutabiliyordu.

    1980’lere doğru pil gücüyle çalışan dijital saatlerin de piyasaya sürülmesiyle bir daha kimsenin ağır ve pahalı mekanik saatlerin yüzüne bakmayacağı düşünülüyordu. fakat unutulan şey ise bu yeni nesil ucuz ve pilli saatlerin asla bir prestij nesnesi olarak görülmeyeceğiydi. en köklü saat firmaları yaptıkları muhteşem atılımlarla çoğu ünlüyle kendi saatlerini kullanmaları için anlaşıyorlardı. hatta bu atılım o kadar iyi işlemişti ki fiyatlar bile pilli saat krizi öncesinin 2, hatta 3 katına çıkmıştı.

    horolojide tarih tekerrür etmişti. aksesuar olarak kullanılan saatler, sırayla onlarca savaş atlatmış, derinlere inmiş, uzaya gitmiş, aklınıza gelebilecek her türlü görevde kullanılmış ve tekrar aksesuar haline gelmişti. ve insanlar teknoloji ne kadar gelişirse gelişsin, mekanik saat sanatının hiç bitmeyeceğini anlamıştı.

  • savaş alanlarının gördüğü en saçma trollüklerden biridir.

    vietnam savaşı'nın hızla sürdüğü 1960'ların ortalarında amerikan hava kuvvetleri, uçuş hayatlarının sonuna yaklaşan ve yakında jetlerle değiştireceği a-1h skyraider uçaklarını, kara kuvvetlerinin operasyon yaptığı noktalarda ileri hava trafik kontrolörleri (fac) vasıtasıyla yakın hava-yer desteği görevlerinde kullanıyordu. tek motorlu olan ancak hem dayanıklılığı hem de taşıyabildiği oldukça fazla mühimmat ile a-1h skyraider, bu tip görevler için o anda amerikalıların elindeki en iyi seçenekti.

    4 kasım 1965 günü amerikan hava kuvvetleri için önemli bir gündü. o gün yapılacak görevde atılacak bombalar ile hava kuvvetleri vietnam'a toplam 6 milyon pound (yaklaşık 2721.5 ton) ağırlığındaki mühimmat atmış olacaktı ve bu özel gün kutlamayı hakediyordu. bu iş için seçilen uçak o zamanki adıyla va-25 filosuna bağlı ne/572 kuyruk/burun numaralı bir a-1h skyraider'dı ve paper tiger ii olarak adlandırılan uçağı kullanacak kişi de va-25'in komutanı clarence j. stoddard idi. amerikalılar bu güne özel olarak kuzey vietnam hedeflerine atılacak sıradan bombaların yanında bir de özel silah seçmişlerdi; eski bir klozet!

    klozet, filonun içinde olduğu uss midway uçak gemisinde kullanılan ama hasarlandığı için sökülen eski bir parçaydı. va-25'in pilotlarından biri atılmadan hemen önce klozeti görmüş ve aklına bunu vietnamlıların kafasına atmak gelmişti. gemideki silah teknisyenlerinin de yardımıyla önce klozetin etrafına uçağın kanat altındaki istasyona bağlanabilmesi için metal bir çerçeve yapıldı. ardından önüne gerçek bir bombaya benzemesi için aktif olmayan bir tapa, arka tarafına da yine gerçek bombalardakine benzer finli kuyruk eklendi ve bu şekilde "mühimmat haline getirilen" klozet ne/572'nin sağ kanadına takıldı. oluşan görüntü hem çok saçma hem de çok komikti ve olaydan haberi olmayan ama uçağın sağ kanadının altındaki garip şeyi gören geminin kontrol kulesindekiler, "572'nin sağ kanadının altındaki garip şey de ne?" diye sormak durumunda kaldı. gülüşmeler, şakalar sonrasında uçak havalandı ve bombanın atılmasını filme alacak olan kolundaki diğer uçakla birlikte mekong deltasındaki görev noktasına doğru ilerledi.

    görev bölgesine gelindiğinde pilot stoddard, standart uygulama gereğince yerdeki ileri hava kontrolörüne taşıdığı yükü saydı ve en sonunda ekledi: "sani-flush isimli özel bir bombamız da var!". yerdeki kontrolör şaşırdı ama şaşkınlığı kanat altındaki klozeti görünce daha da arttı. görevin ilerleyen dakikalarında, taşınan bu "özel mühimmat" kuzey vietnam hedeflerinin birinin üzerinde yere atıldı ve böylece klozet bombası tasarlanma amacına uygun şekilde kullanıldı.

    savaş alanlarının gördüğü bu büyük trollüğe imza atan pilot clarence j. stoddard ise bu olaydan birkaç ay sonra, ekim 1966'da yine 572 numarayla uçarken yerden atılan 3 adet hava savunma füzesi ile vurularak düşürüldü ve hayatını kaybetti.

    bu aslında amerikalılar için uçakla düşmana atılan ilk garip nesne değildi. bu olaydan çok önce, kore savaşı sırasında ağustos 1952'de uss princeton gemisindeki va-195 filosundakiler, kuzey koreliler için buna benzer bir şey hazırlamışlardı. bir ad-4 skyraider uçağının gövde altı paylonuna takılı olan bir bombaya eski bir lavabo taktılar ve uçağı uçuşa verdiler. bu durumu gören ve çok kızan filo komutanı 1 hafta boyunca o şekildeki bombanın atılmasına izin vermedi ancak basında çıkan haberler sonucu oluşan baskıya dayanamadı ve bu sürenin sonunda bombanın pyongyang'a atılmasına izin verdi.

  • istediği dili konuşmakta özgürdür. mahkemeye çıkıp kendi anadilinde savunma yapabilir. bunları ayrı bir not olarak yazalım. ancak;

    tbmm, resmi dili türkçe olan bir ülkenin meşru meclisidir. bu nedenle; vekillerin yeminlerini türkçe etmesi ve meclis konuşmalarını türkçe yapması gerekmektedir. ingiltere'nin lordlar kamarasına giren bir türk ablamız vardı. onun çıkıp türkçe konuşma yaptığını gören oldu mu?