hesabın var mı? giriş yap

  • --- ahmet çakar mod on ---
    şimdi sedat kapatın ışıkları. kapat, kapat.
    kanzuk beni dinle evladım...
    bakın genşler çok açık ve net söylüyorum. bakın bunlar boş işler.
    kazandığınız para helali hoş olsun, emeğiniz var, alnınızın teri var.
    her ne kadar astronomik olsa da, ananızın ak sütü gibi helal olsun. o parayı veren varsa.
    ..şimdi, şimdi benim söyleyeceklerim çok önemli.
    bak arda evladım sana söylüyorum, burak yılmaz, caner, sabri ve diğerleri bakın gençlerrrr!!!!
    tonla para kazanıyorsunuz, evleriniz son model arabalarınız var. dünyalığınız cebinizde.
    saçma sapan reklamlarda, göstermelik kamu spotlarında oynayıp,
    bir cekete 30.000 bak, ertem iyi dinle eski parayla 30 milyar'a, bir ceket alıyorsunuz,
    eşleriniz layla'da disko'da gösteriş yapsın diye son model araba alıyorsunuz...
    toplanıp memlekete 2-3 okul yaptırın desek yoksunuz...
    gençlerrrr!!!!!!
    bu yaşlar bir daha gelmez, bu paralar bir daha kazanılmaz.
    rabbena hep banayla bu işler gitmez..
    şimdi oturun, şapkanızı önünüze koyun iyi düşünün.
    o kadar parayı memleket için de güzel şeylere harcayın

    --- ahmet çakar mod off ---

    edit: hoyyydaaaa

    ciddi edit: ne demiştik ahmet çakar sesimizle; `o kadar parayı memleket için de güzel şeylere harcayınalın işte size harcayacak yerlerden bir tanesi;otizmli çocuklara öğretmen kampanyasıbu kampanyanın mimarı,suskonusmagelburaya` arkadaşımızı verdiği emeklerden dolayı, tebrik ederim. meselenin para değil gönül olduğunu niyet olduğunu bir kez daha gösterdiği için.
    milyonluk hayatlarınızda mutsuzluklar dilerim.

  • bilimsel çalışmalara başlayacağı zaman yapacağı ilk gözlem hedefi belirlenmiş olan teleskop.

    james webb uzay teleskobu göreve başlayacağı ilk haftalarda 55 canri e ve lhs 3844 b isimli ötegezegenleri inceleyecek.

    55 canri e ötegezegeni:

    - dünyadan uzaklığı 41 ışık yılı
    - 1.9 dünya çapında,
    - yüzey sıcaklığı: güneşe bakan tarafta 1700 derece,
    - güneşine uzaklığı: 0,015 astronomik birim yani merkür'den daha yakın (1 astronomik birim= dünya ile güneş arasındaki mesafe)
    - yörünge süresi: 18 saat

    hızlı yörüngesi ve yüzey sıcaklığı nedeniyle lav denizleri bulunacak bir yapısı var. * bazı teorilere göre yüzeyi aşırı sıcaktan buharlaşıp kalın bir atmosfer oluşturuyor. bu atmosfer ve içindeki bulutlar güneş görmeyen bölgelere geldiğinde soğuyup lav damlacıkları şeklinde yüzeye yağıyor.

    james webb termal frekanstaki kameraları ile gezegenin varsa atmosferini ve ısı dağılımını gözlemleyecek ve üretilen teorilerin doğruluğunu gözlemleri ile destekleyecek ya da çürütüp yeni teorilerin ortaya çıkmasına neden olacak.

    lhs 3844 b ötegezegeni:

    - dünyadan 60 ışık yılı uzakta
    - 1,3 dünya çapında,
    - yüzey sıcaklığı: 525 derece,
    - yıldızına uzaklığı: 0,005 astronomik birim (güneşinden sadece 748 bin km uzakta. yıldızın yüzeyine ay'ın iki katı mesafede yani )
    - yörünge süresi: 11 saat

    bu gezegen astronomik ölçekte yıldızına "dibinin dibi" mesafesinde yakın bir gezegen. gezegenin başka yerde eriyip yıldıza karışması gerekirken etrafında döndüğü yıldız bir kırmızı cüce olduğu için hayatta kalabilmiş. kırmızı cüce yıldızlar güneşimiz gibi yıldızlara göre son derece küçük ve "soğuk" yıldızlardır. bu nedenle yanmadan daha yakınında gezegenler dolanabiliyor.

    bu gezegenin bir atmosferinin olmadığı düşünülüyor. bu sayede webb üzerindeki spektrometre cihazları ile yüzeyinin özellikleri (ne tür kayalar var, yapılar nelerdir ) hakkında bilgi edinilebilecek.

    james webb ile yapılacak olan gözlem programının ilk turunda gözlemlenecek olan bu iki gezegen sayesinde atmosferi olan ve olmayan ötegezegenlerin teleskop ile incelenmesi ile ne tür bilgilerin elde edilebileceği öğrenilecek. elde edilen bilgiler ile gelecekte yapılacak diğer gezegen gözlemlerinde nelere dikkat edilmesi gerektiği öğrenilecek.

    kaynak

    debe editi: beğenilerinize ve favorilerinize teşekkür ederiz efenim. uzay alanında meraklı insanları görmek şahsen beni çok mutlu ediyor*. uzay hakkında meraklı insanlar için şöyle bir türkçe kaynak var. daha önce denk gelmediyseniz bakabilirsiniz.

  • amerika birlesik devletleri ve dolayisi ile tum dunya tarihini toptan sekillendiren bir olaydir. her ne kadar thomas jefferson'a bu alisveris sebebi ile buyuk bir muhalefet olduysa da, siradan halkin gordugunden cok daha onemli getirileri olmasi ve muhtemelen su an bildigimiz durumdaki amerika birlesik devletleri'nin var olmasini sagladigi icin aslinda diplomatik bir basaridir.

    acaba oyle mi? tabii bunu thomas jefferson becermis olsa idi diplomatik basari diyebilirdik ama diyemiyoruz cunku bu alisveris icin napolyon'u asil ikna eden kendisi degildi. "kimdi peki?" sorusuna cevap vermezden evvel, "neden bu kadar onemli?" sorusuna cevap verelim.

    thomas jefferson'dan onceki baskan john adams yonetiminin son doneminde cikan quasi war sirasinda fransizlar zaten belini dogrultmaya calisan ve ingilizlerin elinden kendilerinin kurtardigi amerika birlesik devletleri'ne gunumuzdeki degeri ile yaklasik iki yuz milyon dolarlik zarar verdiler. tamami denizde gecen bu savaslar sirasinda amerika birlesik devletleri'nin ticaretinin bagli oldugu donanmasi buyuk zarar gordu. ustelik fransizlar hic kara savasina girismemislerdi, cok muhtemeldir ki boyle bir durumda amerika birlesik devletleri hikayesi ya tamamen sona erebilir ya da somurgelesmis siradan bir devlet haline gelebilirdi.

    thomas jefferson boyle bir olayin ertesinde fransa ile diplomatik iliskilerini iyilestirmeye karar verdi fakat ote yandan abd'nin, en onemli ticari partnerlerinden olan hispaniola adasi [gunumuzdeki haiti ve dominik cumhuriyeti] uzerinde fransa ile cikarlari catisiyordu.

    bu kosullarda, napolyon'un ilgisini doguya yonelmek yerine amerika kitasi cekse idi, basarili olmasi dusuk bir olasilik degildi ve bundan en cok zarar gorecek olan da abd olacakti. bu yuzden aslinda basitce napolyon ve fransa'nin tasi taragi toplayarak amerika kitasindan cekilmesi seklinde nitelendirilebilecek bu olay thomas jefferson'in arayip da bulamayacagi firsatti.

    peki napolyon'un bu hareketi yapmasinin sebebi neydi? napolyon'un doguya hareket isteginin yanisira louisiana'da bulunan aedes aegypti adli ve sari humma bulastiran sivrisinek.

    napolyon'un louisiana'daki personelinin %60'ini ayrica ust duzey generallerini olduren ve o donemde tedavisi bulunmayan bu hastalik, temiz su ve yiyecek bulma sorunu ile birlesince askeri gucune cok guvenen napolyon muhtemelen, "burasi ile ugrasacagima gider doguya dogru genislerim" diye [ve muhtemelen "oh nasil gecirdim amerikalilara, bok gibi yeri kakaladim" dusunerek avrupa'yi atese vermeye karar verdi.

    geride sorunlari gunumuzde hala cozulememis ve yolsuzluk, fakirlik ve aclik ile savasan, haiti ve dominik cumhuriyeti'ni birakarak.

  • çekilecek 25 metrelik çizgiyi askerlerin boyuyla ölçmek.

    bir gün sabah içtimasının hemen ardından bölüğe yeni gelen bi' uzman çavuş "gençler bana 1.80 ve 1.60 boyunda adamlar lazım. boyu 1.80 ve 1.60 olanlar beni şurada beklesin geliyorum ben şimdi" der ve gider.

    yaklaşık bi yarım saat sonra komutan gelip sadece 4-5 kişinin kenara ayrıldığını görünce "yok mu lan aranızda 1.80'lik adam. 13 kişi lazım bana. 13 tane 1.80, 1 tane de 1.60 arıyorum. tek tek boyunuzu ölçtürmeyin lan bana" diye söylenir. öndeki birkaç kişiye tek tek senin boy kaç diye sorup 170 komutanım, 1.76, 1.83 vs cevaplarını alınca memnuniyetsiz şekilde içeriye gider bir daha.

    allahım merak içindeyim ne olcak acaba, ne yapıyo bu herif falan derken bir daha gelip, beyler aranızda odtülü sinan varmış, gelsin bakayım yanıma deyip yanına çağırır

    uzman: sinan sen odtülüymüşsün kafan çalışır senin, benim gösterdiğim kişilerin boylarını topla tamam mı?
    sinan: emredersiniz komutanım.

    komutan kafasına göre 15-20 kişiyi yanıya çağırıp boylarını tek tek sorar, 1.73, 1.78, 1.84, 1.76... bu sırada sinan da toplamaya başlamıştır. sinan sırayla söylediklerini toplar ve 25.12 diye bağırınca komutan tamam dur fazla oldu, tam 25 olması lazım, 25 olması önemli, napcaz diye sorar ve sinan'ın teklifiyle 1.84lük arkadaşı çıkartıp 1.72lik adamı dahil eder gruba. toplamları tam 25 metre oldu dimi sinan diye de son kez teyit alır sinan'dan ve kenara ayrılan askerelere gelin benle çizgi çekmeye gidiyoruz der. meğer 25 metrelik çizgi çekilecekmiş ve herif bu adamları tek tek yere yatırıp mesafeyi ölçecekmiş.

    işin daha da komik tarafı, günün sonuna doğru çizgi çekilmiş, bölüğe geri dönülmüştür. uzman çavuş yanımıza gelerek odtü'lü sinan'a bu iyiliği karşısında jest yapıp çay ısmarlamıştır, tatlı tatlı çaylar içilip muhabbet edilirken sinan'dan o ölümcül soru gelir; komutanım botları çıkararak uzandılar değil mi?

    olm yaa ahahahahah

  • kardeşimin hattı türk telekom’dan vodafone’a hiç bir beyanı olmadan, bayiye gitmeden, imza atmadan maraş’tan bir adamın numara taşıma işleminde bir sayı farklı söylemesiyle kardeşimin hattı vodafone’a geçiriliyor.

    türk telekom’da faturalı olan kardeşimin tüm geri kalan aylarının ücretinide son faturasına aynen yansıtıyolar.

    durumla ilgili vodafone ve türk telekom müşteri hizmetleriyle görüştük. ikiside “bizlik bir durum yok karşı tarafla görüşün” deyip suçu birbirlerine atıyorlar.

    büyük bir mağdurluğumuz var ama çözüm yok kaldık ortada mal gibi. rezalet üstüne rezalet. skandal üstüne skandal. kimliksiz imzasız bu kadar kolay mı?

  • hazırlık sınıfı ingilizce dersinde aynen yaşanmıştır.
    sınıfta uğultulu bir ortam vardır. hoca, yanındakiyle konuşan ve dersten bihaber olan arkadaşı kızgın bir şekilde kaldırarak başlar sormaya

    + bla bla blaa... good idea or not ?

    - ..... ? ? ?

    + ( hoca daha bi' sinirle tekrar sorar parçayla ilgili sorusunu ) bla bla bla... ok or not ?

    - ...? ... ?

    + ( hoca dişlerini sıkarak ve tane tane ) okey ... or ... not ... ??

    - (ve arkadaş bir cevap vermesinin zorunluluğunu dibine kadar hissederek o tarihi cevabı verir ) or.

  • "bu millet" sevmemiş olabilir. yüce türk milleti sevdi ve eserine sahip çıkacaktır.

  • pilota "sanane be, sen işine bak" diyen arkadaşlar, siz daha otobüs içerisinde nefes almak için zıplamak zorunda kaldığınızda hala arkalara ilerleyin diyen otobüs şoförüne gıkınızı çıkartamıyorsunuz, o uçaktaki her açıdan tek yetkili adama mı akıl vereceksiniz?

    bunu türkiye'de değil de bir amerikan havalimanında yapsan, anında tutuklanırsın. bak uçaktan indirilirsin falan demiyorum, tutuklanırsın. amerikan vatandaşıysan 5 yıl uçuş yasağı yersin, vatandaşı değilsen sınırdışı edilirsin ve vizen iptal edilir.

    uçak lan bu uçak, dingonun ahırı değil. deplasman uçağı falan da değil, bildiğin tarifeli uçak. ne hostes senin bağırmanı dinlemek zorunda ne de diğer yolcular. ben uçakta tezahurat yapmak istiyorum diyorsan kiralarsın kendi özel uçağını, istersen uçakta halay çekersin.

  • platon'un devlet'inde, thomas more'un utopia'sında, tommaso campanella'nın civitas solis'inde, francis bacon'un nova atlantis'inde, lois lowry'nin the giver'inde dinmğsel, ekonomik ve felsefi açıdan "mükemmel düzen" betimlenir. insanlığın gerçek algısı bu şekilde değildir. günümüz dünyası distopya'nın olduğunu ve olmaya devam edeceğini gösteriyor.

    h. g. wells- the time machine (1895)

    "insanlığın başına neler gelmişti? ya zulüm ortak bir tutku olmuşsa? ya bu arada ırk gelişip insanlığını kaybetmiş ve insanlık dışı, merhametsiz ve karşı konulamaz derecede güçlü bir yaratık haline gelmişse?"

    jack london - the iron heel(1904)

    "lanet olsun sana demir ökçe! çiğneyip geçtiğin insanlık çok yakın bir zamanda silkinip seni sırtından atacak. işaret verildiğinde, tüm dünyadaki emekçiler ayaklanacak. emekçiler tam bir dayanışma içinde ve tarihte ilk defa tüm ulusları içine alan, tüm dünyaya yayılan bir devrim gerçekleştirilecektir."

    yevgeni zamyatin - we (1921)

    "-tatlım sen matematikçisin. hatta daha da fazlası, sen bir matematik filozofusun. şimdi bana en son sayıyı söyle bakalım.
    -yani? ben... ben neyin sonuncusu olduğunu anlamıyorum.
    -bilirsin işte, sonuncu, en üst, en büyük.
    -ama ı, bu çok saçma. bir kere, sayıların sayısı sonsuzdur, sen hangi sonuncuyu istiyorsun?
    -peki sen hangi son devrimi istiyorsun? sonuncu diye bir şey yok, devrimler sonsuzdur."

    franz kafka - der prozess(1925)

    "kadın eli her şeye sessizce çeki düzen verir."

    "oysa geleceğe, olgunlaşmaya ve ilerlemeye yönelik bir umut olmadan anlamlı bir yaşamdan söz edilemez."

    aldous huxley - brave new world (1932)

    "takip edilen bir adam gibiydi, düşmanları, düşündüğünden daha düşmanca davranmadıkça, ya da kendisi daha suçlu ve daha da iflah olmaz bir biçimde yalnız hissetmek zorunda bırakılmadıkça görmek istemeyeceği düşmanlar tarafından kovalanan bir adam gibiydi."

    george orwell - nineteen eighty-four (1984) (1949)

    "en iyi kitaplar; bize bilmediklerimizi söyleyenlerdir."

    "bilinçleninceye kadar asla başkaldıramayacaklar, ama başkaldırmadıkça da bilinçlenemezler."

    ray bradbury - fahrenheit 451 (1953)

    "diğerlerine benzemiyorsunuz. birkaçını görmüştüm, biliyorum. konuştuğum zaman bana bakıyorsunuz. ay hakkında bir şey söylediğim zaman aya bakıyordunuz dün akşam. diğerleri hiç böyle yapmazlar. diğerleri beni bırakıp giderler, konuşmamdan sıkılırlar. ya da beni tehdit ederler. artık kimsenin başkası için ayıracak zamanı olmuyor. beni olduğum gibi kabul edenlerden biri de sizsiniz. bu sebeple itfaiyeci olmanızı garip karşılıyorum. her nasılsa bu iş size hiç uymuyor."

    "kitaplar bize ne tür eşekler ve aptallar olduğumuzu hatırlatmak içindir."

    william golding - lord of the flies (1954)

    "birinden korkunca ondan nefret edersiniz ama boyuna da düşünüp durursunuz onu. kendi kendinizi aldatırsınız; aslında kötü değildir dersiniz. ama onu görünce, tıpkı nefes darlığına tutulmuş gibi olursunuz, soluk alamazsınız."

    "yapabileceğimiz en doğru şey, bizi kurtarmalarını sağlamak."

    anthony burgess - a clockwork orange (1962)

    "koltuk altında kitaplar taşıdığını görüyorum kardeşim. bugünlerde hâlâ kitap okuyan birine rastlamak gerçekten nadide bir zevk kardeşim."

    "yetişkinlerin savaştığı, bombalar attığı, birbirini kesip doğradığı, acımasızlığın kol gezdiği bir dünyada gençlerin yurtsever, dine bağlı, uslu terbiyeli olmaları söz konusu değildir."

    ursula k. le guin - the dispossessed (1974)

    "parfümler, saatler, lambalar, heykeller, makyaj malzemeleri, mumlar, resimler, fotoğraf makineleri, oyunlar, vazolar, yataklar, çaydanlıklar, bilmeceler, yastıklar, taşbebekler, süzgeçler, minderler, mücevherler, halılar, kürdanlar, takvimler, kristal saplı, platinden yapılmış bir bebek çıngırağı, elmastan rakamları olan bir kol saati, küçük heykelcikler, elektrikli bir kalem açacağı, hediyeler, çerezler, andaçlar, cicili bicili biblolar ve antikalar, hepsi zaten ya kullanışsız ya da kullanılışını gizleyecek kadar süslü; metrelerce lüks, metrelerce dışkı..."

    stephen king - the running man (1982)

    "yoksullar her zaman yanında olacak!
    kendi kendine, doğru, dedi. ben bile ölüm makinesi için bir kurbanın dünyaya gelmesine neden oldum.
    yoksullar er geç yaşama ayak uyduracaklar. değişecekler. on bin ya da elli bin yıl sonra akciğerleri kendi
    filtrelerini oluşturacak. o zaman ayaklanacak ve suni filtreleri çekip çıkaracaklar. onların oksijenin pek
    önemsiz bir rol oynadığı havada sarsılıp tepinerek boğulduklarım görecekler. benim için gelecek nedir ki?
    sadece bir yakınma.
    bir süre acı çekeceğim. bunu tahmin edecek ve gerekli önlemleri alacaklar. belki bazen öfkelenecek, isyan
    edeceğim. acaba havaya bilerek zehir yaydıklarını gizlice açıklamaya çalışacak mıyım? belki. ama onlar bu
    sorunu halledecekler. beni de temizleyecekler, ileride bir gün benim onları temizleyeceğimi
    bildikleri için. sezgilerim bana bu işi başarabileceğimi söylüyor. hatta belki bu bakımdan bazı dâhice
    yeteneklerim bile var. onlar bana yardım edecekler. beni iyileştirecekler. dlaçlar ve doktorlar. ben de o
    zaman fikrimi değiştireceğim.
    sonra... huzur.
    kavgacılığım yaban otları gibi sökülüp atılacak. "

    alan moore ve david lloyd - v for vendetta (1982-1988)

    "size hep hayrandım. ama uzaktan. çocukken, aşağıdaki sokaklardan size bakardım. babama sormuştum ''bu hanımefendi kim?'' diye. o da ''adalet hanım!'' demişti. ben de ''ne güzel değil mi?'' demiştim. "

    margaret atwood - the handmaid's tale (1985)

    "bir şey sadece kıt ve ulaşılması güçse değerlidir."

    "insanoğlu her şeye alışır, derdi annem. yerini dolduracak birkaç şey bulduğu sürece, insanların nelere alışabildikleri gerçekten şaşırtıcı."

    paul auster - in the country of last things (1987)

    "açlık duygusu olmasa, yaşamayı sürdüremezdim. insan olabildiğince az şeyle yetinmeye alışmak zorunda. ne kadar az şey istersen o kadar azla yetinebilirsin. gereksinimlerin ne kadar sınırlıysa o kadar iyi. kent insanı bu duruma getiriyor. düşüncelerini tersyüz ediyor. yaşama isteği yaratıyor, aynı zamanda da yaşamını elinden almaya çalışıyor. bundan kurtuluş yok. ya becerirsin ya beceremezsin. becerirsen gelecek defaya gene becerebileceğine güvenemezsin. beceremezsen bir daha asla beceremeyeceksindir."

    jose saramago - ensaio sobre a cegueira (1995)

    "zorunluluklar insana mucizeler yarattırır."

    "yapacağımız her hareketten önce ciddi olarak düşünmeye başlasak, vereceği sonuçları önceden kestirmeye çalışsak, önce kesin sonuçları, sonra olası sonuçları, sonra raslantısal sonuçları, daha sonra da ortaya çıkması düşünülebilecek sonuçları düşünmeye kalksak, aklımıza bir şey geldiğinde, bulunduğumuz yerde çakılır, hangi yöne olursa olsun bir adım bile atamazdık.""