hesabın var mı? giriş yap

  • dinlenme tesisinde otobüs yıkanırken tüm oyuncuları indirip otobüsün fırçalarla yıkanmasını izletsinler. insan orada hayatı sorguluyor, ertesi hafta köpek gibi koşarlar. garanti veriyorum.

  • servisi var, yemeği var, maaşı da diğer yerlerden biraz daha iyi diye kabul edersiniz. yalnız yaşıyorsunuzdur ve çalışmak zorundasınızdır.

    sabah 6'da çalan alarmı erteleme lüksünüz yoktur. 30 dk. içinde elinizi yüzünüzü yıkayıp, ne giyeceğinize karar verip yola çıkmalısınızdır çünkü 10 dk. uzaklıkta olan servisi bekletme lüksünüz yoktur.
    servise binersiniz, günaydın dersiniz ama kimse cevap vermez. yeni olduğunuz için nezaket, henüz bünyelerinde filizlenmemiştir. birkaç karşılıksız girişim çabasından sonra artık siz de suratsız bir şekilde güne başlarsınız.

    işe gelirsiniz. sizden birkaç yaş küçük direktörünüzün aslında uzmanlık alanı bambaşkadır ama "dışarıdan adam almayalım" milliyetçiliği yüzünden sizin yıllardır yaptığınız iş için artık yöneticinizdir. emin olduğunuz şeyleri bilmediği yetmiyormuş gibi, öyle olmadığı iddia eder. çünkü size karşı küçük düşmek istemez. aynı şekilde aynı işi yaptığınız insanlara da yardım etme çabanız kötü karşılanır. "olupta" diye bir kelimenin var olduğunu iddia eden insanlarla daha fazla savaşamazsınız.

    12.30'da yenecek öğle yemeği için 10 dakika önceden sıraya girmeniz gerekir. 100'den fazla kişinin çalıştığı firmada geç kalırsanız size yemek kalmaz çünkü. 10 dakika önceden sıraya girerseniz direktörünüz işi aksattığınızı düşünür. 10 dakikada dünyayı kurtarmak yerine aç karnınızı doyurmayı istemişsinizdir. yemek asla 12.25'te verilmez bu arada, kuraldır. 12.30 olduğu an dağıtım başlar. iki ana yemek, iki yardımcı yemek seçeneğinden azar azar da olsa iki ana yemekten yeme lüksünüz yoktur. birini seçmek zorundasınızdır ama bu sadece sizin için geçerli. yıllardır orada çalışan insanlar iki ana yemekten yiyebilir, çünkü onlar hak etmiştir... toplamda 1 saat olan yemek için "bari biraz nefes alayım" diye dışarı çıkarsınız. 2 dk. geç kalsanız direktörünüz şakayla karışık(!) geç kaldığınızı size hatırlatır. sigara içmezsiniz mesela ama sigara içen insanlar günde 5 kere sigaraya iner. o göze batmaz. o normaldir çünkü ama sizin gecikmeniz çok ayıptır. olmayacak iştir. delirip sigaraya başlamanıza ramak kalmıştır.

    gün içinde diğer çalışanların sürekli tacizine maruz kalırsınız. yeni kız olarak, bütün eski çalışan hatunlar size bakmaya yüzünüzden değil ayakkabılarınızdan başlar. sizi süzüp sonra yanındaki arkadaşının kulağına fısıldar ve gülüşürler. çalışma arkadaşlarınız hırslıdır. sürekli açığınızı ararlar. ayağınızı kaydırmak için ellerinden geleni yaparlar. hele bir de başarılıysanız boku yediniz. her türlü pamuk ipliğine bağlısınızdır. çünkü kariyerinizi iş arkadaşlarınız belirler. onlar sizi sevmiyorsa başarınızın zerre önemi yoktur. bu arada başarı için çok basit "tebrikler" kelimesini bile duyamazsınız. hele bi hata yapın, dünyayı başınıza yıkarlar.

    içinize kapanık olma lüksünüz(!) yoktur. sürekli insanlarla iletişim kurmaya çalışmak için bir bahaneniz olmalıdır. karşınızdakiyle gerekiyorsa demet akalın'ın yeni çıkan şarkısının ne kadar güzel olduğunu, victoria secret'ta indirim olduğunu konuşacak kadar kadın olmalısınızdır. böyle şeyleri sevmiyor olmanız sizi suratsız yapar. kimseye kendinizi sevdiremezsiniz.

    gün biter. uzak bir noktada oturduğunuz için servisin kalkış saatinden 5 dk. önce aşağıda olmak istersiniz. kaçırma lüksünüz yoktur. çünkü kaçırırsanız şirket size bunun için ödeme de yapmaz. 5 dk. önce indiğiniz için iş arkadaşlarınız şikayet eder, işten erken çıkıyorsunuz diye. daha sonra geç çıkarsınız, iki kez servisi kaçırırsınız. paşa paşa toplu taşımayla saatler sonra eve varırsınız. kaçırmadığınız günler için ise artık kural değişmiştir. kadıköy'de oturduğunuz halde, servis sizi acıbadem'de bırakmaya başlar. çünkü 5 yıldır orada çalışan kişi "ben onun yüzünden evime 10 dk. geç kalıyorum" diye şikayet etmiştir. siz de deneme sürecinde olduğunuz için elbette(!) onun sözü geçer. sizi başka bir semtte bırakırlar. çünkü o kişi evine geç kalmamalıdır. siz diğer insanlar bırakılırken evinize 1 saat geç kalırsınız, o bir kriter değildir. deneme süreniz bitse bile bu değişmez.

    bundan sıkılıp artık işe daha yakın oturan sevgilinizde kalmaya başlarsınız. işteki mutsuzluğunuz ilişkinize de yansır. rahatladınız mı sanıyorsunuz? hayır. bütün gün karşı karşıya oturduğunuz direktörünüz iş çıkışı iş konuşmak için "bira içelim" der. iş arkadaşlarınızla sosyalleşmeyi sevmemeniz sizin asosyalliğinizdir. birkaç kez reddedersiniz, sonra da akşamları aramaya başlar. bütün gün tek kelime konuşmaz, akşamları dakikalarca iş konuşur. artık sevgilinizin "yeter ya bu ne akşam akşam" bağrışları itibariyle, direktörünüzün "tamam ya yarın konuşuruz" diyerek telefonu kapatmasını sağlarsınız. direktörünüzün sizden hoşlantısına cilveyle karşılık verememişsinizdir ve artık sizinle çalışmak da istemiyordur.

    hafta sonu çalışmamak üzere işe girmişsinizdir ama orada sürekli değişen görev tanımınız gibi bu da değişir. hafta sonu işe gelmek rutindir. iş hep vardır. işini seviyorsan gelmek durumundasındır. konsere gitmek, içmeye çıkmak, sosyal aktiviteler falan mı? saçmalıktır.

    memur değilim. bana "işi çok kafana takıyorsun, salla başını al maaşını" diyorlar. 24 saatimin 14 saatini alıp, bir de bu saatler süresince beni mutsuz eden bir yer için fazla mı duygusalım? bana sadece uyumaya fırsat verip, onun dışında at kadar stres yükleyen bir yeri çok mu kafama takıyorum? tüm bunların içinde bir de "yaratıcı" olmamı bekleyen bir yer için fazla mı yetersizim yoksa?

    edit: yeni mezun değilim, ilk iş deneyimim de değil. 11 yıldır çalışıyorum. yaptığım işte ödüller almış bir insanım. bu sadece başıma gelen talihsiz bir olay.

  • siparişimi verdim ama teslim adresi giremedim.

    19 osmangazi köprüsü
    5 otoyol
    4 havalimanı
    34 gemicik

    aldım, yine 10,000,000usd kaldı anasını satayım.

    onunla da çay alıp seçmenin kafasına atayım dedim ama kalmamış sanırım

  • kızının gözlerini gülümsetmiş ailenin, içimi sızlatan duyarlılığı.
    ailenin ve fotoğrafta, videoda görünen herkesin yüreğinden öperim.

  • istanbul dışında ikamet eden kuzenin anaokuluna giden kızına proje ödevi verilmiştir. projeye göre önce eldeki malzemelerle bir oyuncak bebek yapılacak ve bebek muhtelif yerlerde gezdirilip bir günlük tutulacaktır. fakat her nedense bebeğin şehir dışında bir yere gitmesi de şarttır. "nolucak yeaa, göndermiş gibi yaparız, günlüğe de döktürürüz bir güzel" desen de yemiyorlar. kanıt olarak fotoğraf sunmak lazım. hal böyle olunca da tek çare olarak bebeğin şehir dışı gezisi için istanbul seçilmiştir. bebek, günlüğüyle birlikte taa istanbul'a gönderilmiş ve dayı tarafından alınıp getirilmiştir.

    istanbul'da bulunan aile bireyleri tarafından proje son derece ciddiyetle karşılanmış, herkes canla başla çalışmış, bebek herkesin evinde yatıya kalmış(!), tüm ayrıntılar günlüğe yazılarak hepsiyle ilgili kuzene rapor verilmiştir. fakat dayımın yaptığı çalışmalar adeta projeyi başka bir boyuta taşımış, öğrendiğimde de beni kahkahalara boğmuştur.

    meğer benim koskoca dayım, bezden falan yapılmış bildiğimiz oyuncak bebeği de almış istanbul turuna çıkmış. beyazıt kapalıçarşı senin, eminönü benim dolaşmışlar bütün gün. öyle bir keyifle anlattı ki, sanırsın adam hayatının gezisini yapmış. geziyi ölümsüzleştirmek için çektiği hatıra fotoğraflarından sonrasını pek dinlemedim, dinleyemedim:

    http://i.hizliresim.com/jqvagy.jpg
    http://i.hizliresim.com/jqva9y.jpg
    http://i.hizliresim.com/o01j5m.jpg

    ya, 57 yaşında bir adam düşünün. oyuncak bebeği almış, oraya buraya koyup fotoğrafını çekiyor. "abi hayırdır?" diye soruyorlar, "hiiç, gezdirmeye çıktım" diye istifini bile bozmuyor. gülmeyeyim dedim, sonra kahkahalarımız birbirimizin suratında patladı. neyse ki dayım sayesinde ailece projeden alnımızın akıyla çıktık. fotoğrafları kuzenime mail attım, kahkaha atmaktan konuşamasalar da teşekkürlerini ilettiler. şimdi dayım diğer velilerden kendi bebekleri için gezi teklifi alıyor, mutluyuz gururluyuz.

  • mazhar alanson'a hak verenler olaya bardak yönünden bakmış. çocuk anladığım kadarıyla onları çiziyor yani süblimasyon bir baskı yapmıyor. özetle stüdyodan kovulan bardakçı genç değil ressam bir çocuk. tuvalinin bardak olması yaptığı sanatı niye alaşağı etsin ki?

    öte yandan şakayla karışık çocuğun kovulması oradaki izleyicilerde gülümseme ve alkışa neden oluyor hatta sunucu da kahkahayı patlatıyor. işin burası daha da enteresan bence. kovandan çok kovmasına izin verenlere kızdım ben. yazık.

  • anlatılmaz bir his, ama deneyeceğim.

    mezarına girdiğimde, kefenini ellerimle toprağa bıraktığımda doğmasına çok az kalan oğlumun da beni o toprağa bırakacağı anı düşündüm. 67 sinde öldü dedem. 65 inde babam. içimden 63 ümde ölür müyüm acaba diye geçirdim. 33 yaşındayım. oğlumun 30 unu görür müyüm dedim. dedem beni görmüştü. babam torununu göremedi. sağlığında en çok torun sevmek istediğini söylerdi. kısmet değilmiş. en çok ona üzülüyor insan. 2 ay daha dayansaydın be baba.

    bir arkadaşımın fikri rahatlattı sonra, belki de hepinizden önce gördü oğlunu, belki şimdi birlikteler dedi bana. umarım öyledir be sözlük. umarım.

  • konu olarak çok beğendiğim hoş bir izlanda yapımı dizi. bilimkurgu, gizem öğeleri olsa da dram ağırlıklı olduğunu söyleyebiliriz. benzer bir konusu olan glitch'i de izleyip sevmiştim ama bu dizinin havası çok farklı ve bence pek de alakaları olduğu söylenemez. katla derinliği de olan düşündürücü bence çok hoş işlenmiş bir dizi olmuş. izlanda'nın karamsar havasını sonuna kadar hissettirmesi ve ilk bölümlerin biraz daha ağır ilerlemesi nedeniyle bazılarını sıkabilir de. bence toplamda güzel bir netflix yapımı olmuş.