135 entry daha
  • atatürk'ün en sevdiği türküymüş bu. ben de bir selanikli torunu olarak bu türküyü ne zaman dinlesem, ne zaman müziğini duysam gözlerim doluyor ve ben şimdi "bizimkiler" dizisinden bozma bir mahallede, örgülü saçlarımla bir pencere kenarına oturmuş, çok eski zamanlarda yaşamış bir kadının acısını duyuyorum. çiçeğim öldü, yine beceremedim yaşatmayı. https://youtu.be/m4voa2dv9f4

    çocukken sevmezdim türkü dinlemeyi, ergenken de pek sevmezdim ama dedemle anneannemin en sevdiği iki türküyü bilir söylerdim, en çok da onlara söyletirdim. çünkü insan sevmediği bir şeyi bile sevdiği kişi sevdiği için seviyor. anneannemle dedem canımdır benim, işte bu yüzden onların dilinden her şey güzel geliyordu bana, hala da öyle. ama büyüdükçe, dünyanın ne kadar kirli bir yer olduğunu her geçen gün daha fazla fark ettikçe ben de türkü dinlemeye, türküleri sevmeye başladım. onların masumiyetine sığındım. sevdiğim türküleri her dinlediğimde kendi kendime dedim ki: bunları yazanlar yaşamış; ben değil, biz değil. biz yaşamamışız, hissetmemişiz.

    bana eski kafalı diyorlar. öyleydim de ama değiştim. günlerdir hafızamdan silemediğim, beni rahatsız eden, oldukça üzen bir cümle var: "sen benim tanıdığım o eski zzgg... değilsin, ben sana melek diyordum." üzerine düşündükçe kendimi hatırladım, kim olduğumu... bilmem bilir misiniz, aziz nesin'in soyadının neden "nesin" olduğunu. ben bunun üzerine hiç düşünmemiştim, ta ki bir abim sayesinde anlamını fark edene kadar. beni çok etkilemişti çünkü bu yıllardan beri kendime yönelttiğim bir soruydu. bir gün psikoloğum da bana "önce kendini tanı" dedi, "kim olduğunu keşfet. zzgg kim? ne ister zzgg...?" bilmem. düşünüp duruyorum tüm bu cümleleri, ben kötü bir insan mı oldum? hak etmiyor muyum artık bu türküleri dinlemeyi? ağlamayacağım dedikçe daha çok ağlıyorum, keşke hayat bu türkülerdeki kadar saf olsa... hiç bana göre olmayan bir çağ bu. çünkü altın da olsa kafes kafestir işte...

    • hikayesi:

    melike, teyzesi ile köy çeşmesinin oradan geçerken su içmek ister. su içmeye indiğinde çiçeklerden yapılmış olan tacı görür. tacı başına taktığı anda yusuf’la karşı karşıya kalır ve çok utanır. o, yusuf’un tacı sevdiği kıza yaptığını düşünür ama gerçekte yusuf da ondan etkilenmiştir ve tacı melike’ye vermek ister. bu bakışmalar sırasında melike’nin babasının isteğiyle sözlü olduğu hüseyin oradan geçmektedir ve bu yakınlaşmayı görür. tepkisini yusuf’a yumruk atarak verir ve kavga etmeye başlarlar. teyzesi melike’yi alıp oradan uzaklaştırır. hüseyin bu olaydan sonra vakit kaybetmeden evlenmek ister ve babası rıza ağa’yı alıp şevket bey’lerin yani melike’lerin evine ziyarete gider. melike’ye hediye olarak altından ayna götürürler ama melike’nin gözü çiçekten yapılmış tacından başka bir şey görmemektedir. melike bir gün yusuf’la dere kenarında konuşurken hüseyin’in arkadaşlarından biri onları görür ve hüseyin’e söyler. hüseyin çılgına dönmüştür ve bu olanların hesabını şevket bey’den sorar. melike yıllardır gördüğü rüyadaki delikanlının hüseyin değil yusuf olduğunu anlamıştır. hüseyin ise melike’nin kalbini kazanmak için onu hediyelere boğar. melike’ye en son altın kafeste bir bülbül getirir ama melike’nin yine de umurunda olmaz. kendini de o bülbül gibi kafese kapatacaklarını bilir. nitekim hüseyin melike’yi kendi evlerine götürme zamanının geldiğini düşünerek genç kızı alır ve kendi evlerine götürür. melike burada hastalanır. günden güne eriyen genç kızın haline hüseyin’in babası da artık dur demek ister ama oğluyla başa çıkamaz.
39 entry daha
hesabın var mı? giriş yap