• george'nin sokakta neredeyse çarpıştığı bisikletli siyahi çocuğun sahnesine uğur vardan'ın getirdiği yorumu ('george'un içindeki ırkçıyı ortaya çıkarıyor' demiş) yanlış ve yüzeysel buluyorum. zira george ve çocuk arasındaki tartışma george'un bisikletin hızından tırsıp küfrü basması ile başlıyor, çocuğun siyahmı beyazmı olduğunu görme fırsatı olmuyor o anda. ardından çocuk george'un üstüne yürüyüp 'ne diyon bilader bidaha söyle sıkıyosa' tarzında şeyler söylüyor ve olay böyle gelişiyor.. haneke eğer birinin ırkçılığını gösterecekse bunu o kişinin bir siyaha haklı bir şekilde (çocuk ters yönde gidiyor. evet, avrupada bisikletlerde kurallara uymak zorunda) çatmasını göstererek yapmaz, bilinmeyen kod'da yaptığı gibi siyahi çocuğun haklı olduğu halde aşşağlandığını göstererek yapar. kaldı ki filmde george'un ırkçı duygularının olduğuna dair hiç kanıtlar yok ve george ırkçı olsa bile bunun film içerisinde ne bir etkisi ne de bir anlamı var.
  • benim hanekem kılıflara takılı iş yapmaz.

    --- spoiler ---

    georges denilen anlamsız adamın majid'e olan kininin ardında yatan sebepleri -varsa eğer- keşfetmek açısından adamın ırkçı olup olmadığı film içinde önemli bir bilgi. ya da adamın ırkçılığının kaynağı macit ile yaşadıkları olabilir. ırkçılıkla zerre kadar alakası olmayabilir, küçükken şimarıklığından, büyüdüğünde de modern toplumun çarklarına, kurallarına, kutsallarına olan bağımlılığından çatmıştır heriflere, yabancı yahut fransız olmaları bunda yan unsur bile değildir belki. zaten zenci bisikletliyle çarpışma sahnesiyle haneke'nin bize önerdiği de bu görüş, georges yalnızca hedefinin önündeki engellere tahammülsüz, renkleri ne olursa olsun diyor. öte yandan evlerinde akşam yemeği sahnesinde bir zenci kadın var, ırkçıysa onu nereye koyacağız? haneke hiçbir şeyi ya da kimseyi rastgele serpiştirmez sağa sola. bu çatışmaların ve dahi birbirinden rahatsız olup mümkün olduğunca yok saymaların kaynağında ırkçılık filan olmadığını söylüyor olmalı. ırkçılık kullanılan kılıflardan biri en fazla. mesele daha büyük bir yalnızlık.

    --- spoiler ---
  • literatürde ön bellek diye gecer.
  • yabancılaşmayı konu alan haneke filmi, yabancılaştıran film, yabancılaşmanın ta kendisi.
  • izleyicisi tarafından bu kadar abartılan başka bir film izlemedim. filmin sikimsonik etkisi az geldi üstüne onca yorum okudum ''acaba gerçekten çok komplikeydi de ben mi bi şeyleri kaçırdım'' diye lakin, insanların ucundan tuttukları detayların, bu filmi nasıl olup da harika gösterebildiği beni filmden fazla etkiledi.

    haneke lavuğunun, fransa gibi bir devletin dolabında da iskeletlerinin olduğunu yeniden hatırlatma gereği duymuş olmasını yada hala devam eden ve etmeye de mecbur olan ayrımcılığa, vicdan mastürbasyonu yaptırarak dem vurmasını alkışa layık, naif düşünceler olarak kabul ettim, bitti. ancak bu denli boktan bir anlatımla, bu eserine film diyebilmemi de imkansız kıldı.

    --- spoiler ---

    senaryonun çıkış noktası olan ve bütün olayları tetikleyen kasetlerin akibetinin, ''anlatılmak istenen alt metin uğruna önemsiz kabul edilebileceği/edilmesi gerekliliği'' fikrini kim ortaya atmış merak ediyorum. georges herifinin, majid'in evine ilk gelişinde yapılan çekimin, majid veya oğlu dışında başka kim tarafından çekilebileceğini birinin bana açıklamasını da rica edicem. eğer bu kasetler 9 yaşında maruz kaldığı bir yamuk nedeniyle majid tarafından provokasyon amacıyla yollandıysa, gerorges'in film boyunca verdiği agresif tepkilere nasıl olup da siktirlan çekilebildiğini de anlayamıyorum. sanırım gerçekten berbat bir ahlaki tutuma sahipmişim; yaşamı nedense tıpkı o burjuva züppe gibi algılıyorum. çocukluğumu bir kenara bıraktım hayatımın hangi safhasında olursa olsun, yaptığım şey bir hata da olsa, birisi çocuğumu/karımı yada beni tehdit edebiliyorsa ve ben bu tehlikenin kaynağını aksi kanıtlanamayacak şekilde bulduğumu düşünüyorsam, neden ona bir zamanlar göstermeyerek borçlandığım saygıyı sunmam gereksin? çözemedim. o kasetlerin majid'in intikam oyunuyla bir alakası olmadığını bile varsaysak(ki bunu kanıtlayabilecek hiç bir unsur yok) koca bir hikayenin başlamasını ve şekillenmesini sağlayan bu denli büyük bir detayın, ''sanat filmi konseptine uysun, entelliğimizin namı yürüsün'' diye seyircinin aklını bulandırma aparatı olarak kullanılması bence andavallıktır, götlüktür.

    filmin çatırdadığı noktalar yönetmen tarafından georges karakterinin kilit noktalarda verdiği iğrenç tepkiler ile oluşturulmaya çalışılmış. eğer georges, ''majid çok üzgünüm 6 yaşımda bir bok yedim ve seni sevemediğim için yanımda istemedim ve bir yalan söyleyip senden kurtuldum'' dese ve sonra onu tehdit etseydi yada majid'in oğluna ''baban başarısız herifin tekiydi?'' demek yerine, zorlama puştluk çizgisinden çıkarak ''onun için üzgünüm'' diyebilseydi burda vicdan hakkında ahkam kesmek olanaksız olacaktı. şimdi bu denli kapalı kutu ahlak göndermelerinin gırla olduğu düşündürülmeye çalışılan bir film için, bir kaç sahnedeki, bir iki davranış değişikliğiyle atmosferin kökünden değiştirilebilir olması basitlik değil de nedir?

    gelelim ayrımcılık konusuna.. georges iki önemli yerde majidi adamdan saymayarak koca bir fransız toplumunun burjuvazi yavşaklığına ve fransa devletinin konuyla alakalı ibnetor tutumuna örnek teşkil etti diyelim. ilki 6 yaşında majid'i evden şutlamasını sağlayan yalanı. ancak filmde majid'in ayrımcılık yüzünden evden şutlandığına dair hiç bir bilgi yok. ismi majid değil pierre de olsa georges o çocuğu sırf kıllık adına kardeşi olarak istemeyebilirdi(bunu yalanlayan bir tutum veya bir kanıt yoktu). söylenen yalan sonucu ebeveynlerin, majid'i bağırta bağırta evden şutlamasını, salt ayrımcı bir davranış olarak nasıl görebiliriz anlayamadım.
    ikincisi ise yıllar sonraki karşılaşmada majid'in sahip olduğu şeyleri tehdit eden kişi olduğunu sanması nedeniyle kapıldığı öfke sonucundaki agresif tavrı. peki georges, kapıyı açan kişi majid değil de jean claude isminde zengin bir fransız olsaydı o tavrından vaz mı geçecekti? hayır. o halde filmde bahsedilen ''fransa tarihindeki ayrımcılık, karakterlerin tavırlarında da etkilidir'' anlayışı, zayıf bir argümanın güvenilir olduğuna dair yemin etmek kadar eğlenceli geliyor bana, şairane. ya zaten bu haneke adamı bile, la haine gibi başarılı bir filmden sonra, aynı kulvarda bir film çekmeye çalışacak kadar densiz değildir diye düşünüyorum, olmasın da zaten.

    gelelim majid lavuğuna. ya bir insan da çıkıp kıl herifin tekine hayat dersi vericem diye kendini doğrayan bu herifin yaptığı şeyin gereksizliğini sorgulamamış. henüz bir çocukken hayata götünden başlamış diye içinde yer eden ezikliğin, duygu sömürüsü yapılarak bir sanat filmine meze olması haneke gibi bir yönetmen için eşsiz bir materyal olmuş. mutsuz ve güvensiz fransız aile yapısı tasviri de böyle bir toplumun anlatıldığı bir filmde olmazsa olmazmış.

    --- spoiler ---

    keşke bir film çekileceğine, irdelenmek istenen konular seçilerek bir kaç paragraftan oluşan tutarlı bir röportajla egolar tatmin edilebilseydi. inanıyorum ki çok çok daha başarılı olabilirmiş. (bu da film için en olumlu yorumumdur)

    nedir benim bu denyo yönetmenlerden çektiğim yahu, bu iki oldu. zamanın ötesine yollayacak bir cengaver beni bi aydınlatsın, pliz..
  • filmin kilit noktası kesinlikle, kafamızın takıldığı, anlam veremediğimiz ve bu yüzden canımızı sıkan bizi rahatsız edip onu mutlu edeceğine emin olduğum küfürleri duyumsayarak motive olan haneke'nin belirsiz kamerası. kim çekiyor o görüntüleri ve neden aydınlatmıyor kameranın sahibini, bizden ne istiyor bu manyak adam.

    işte ben haneke'yi bu yüzden seviyorum; çözmemizi istemiyor aslında, ya da doğrusu çözülmesi gerekenin kendi beyni olduğunu düşünmüyor. çözüm için uğraşmanı istiyor, çünkü sadece bu yolla; sana verilen hazır lokmalarla değil, dahil olarak, üzerinde düşünerek, benzer bir süreçle olmasa da ancak onun gibi irdeleyerek sonuçlara ulaşacağımızın farkında. haneke mi izliyorsun, tarkovski ya da kubrick falan mı dedin, dostum o zaman edilgenliği bir kenara bırakacaksın. üzgünüm ama madem böyle bir karar verdin o halde thomas mann ya da hadi neyse dostoyevksi okuyacak kadar kendini hazırlamalısın. benim yıldızım pek barışmasa da egzistansiyalizmin yuvası romanlardır elbette ve aslına bakılırsa söylemek yerine işaret etmenin yüceliğine ulaşmış gerçek sanatın kendini bu yöntemle en iyi ifade ettiği mecra roman da olsa ve mesela hayatımı değiştirmese de bakış açımı incelten yapıt vebadır ve stalker da en az bir veba eder o incelttiğimi düşündüğüm bakış açıma göre. bu da demek oluyor ki sinema da hiç de hafife alınacak bir okuma biçimi değildir. fakat burada değindiğim bilmece ya da polisiye bir anlayış değil, grange her ne kadar başarılı işler de çıkarsa bahsettiğim o değil...

    şimdi gelelim hanekenin bizden istediği okuma metninin ne olduğuna; o belirsiz, kaba bir bakış açısıyla nedensiz ve filmin bütünlüğü içinde önemli olmasına rağmen alt metin açısından anlamsız görünen kamera; insanlığın vicdanı! zira o bildiğimiz bütün metinlerin de altında. bütün dünyanın yaşadığı sorunların temeli. yabancılaşmanın kaynağı.

    bu yüzden o kadar önemsiz, polis bile umursamıyor. filmin sonunda ölen öldüğüyle kalırken kamera ise geçiştiriliyor ve yönetmen sana diyor ki 'kuduruyorsun değil mi, hahahah. sana kameranın sahibini göstermedim, açıklamadım sonunda. çünkü seni siklemiyorum. canını sıkan ve filme bok atmana olanak sağladığım korkunç detay benimaçımdan en az senin kadar önemsiz ve gördün ya kamera hakkında filmde yapılan sorgulamalarda da kimse gerektiği biçimde bir üstelemeye dahi girişmiyor, hiçbir karakter seni doyuma ulaştıracak kadar üzerine gitmiyor. aynı cezayir'de olanlar gibi, keza bugün ırak'ta, afganistan'da... çünkü senin bu filmde merak ettiğin o tek şey sen daha doğmadan önce kaybedilen bir kavram, objektivite ya da nesnellik, akıl ve sevginin zirvesi, belki de bütün halinde henüz hiç mi hiç elde edemediğimiz, tanımadığımız bir insani ve toplumsal değer. işte senin kudurarak aradığın şey o ve inan bana onu ben de göremedim'

    polisin o noktada umursamadığı kamera bir fransızın işine yarayacak bilgileri barındırıyor ama burada önemli olan sınıfsal ve etnik aidiyet de değil, önemli olan herkesin ortak bakış açısından uzak bireysel kamerasının kutsallığı. mide bulandıcı bu kutsallık. yanımızda savaşlar yaşanırken ve fransız burjuvası sıcak evinde kitap okuyarak entelektüel sohbetlere girişirken televizyonda gördüğümüz vahşetler yerine bize gösterilen simülasyon ve hiç de kıçımızı kıpırdatmaya hazır olmadan anı yaşayarak siktir olup giderken bu dünyadan yaşadığımız sürece eksik etmediğimiz bu iğrenç bireyselliğimiz. ırkçılığın ya da sınıf çatışmasının önemsiz görülmesi söz konusu değil sadece bu problemlerin de çözümünü engelleyen bu vicdansızlığımızdır.

    haneke esas oğlanın ırkçı olmadığını gösteriyor bizlere -her ne kadar toplumsal bütün sorunların temelinde yatanın kendilerine öğretildiği biçimde ırkçılığa dayandığını sanan kişiler olsa da ve bu hastalıklı bakış açısıyla topyekün bir ırkçıya dönüşerek herkesi buna göre kategorilendirip filmi anlamdıklarını ispat etseler de- ve bu yolla çocukken yaptığı işlerin de ırkçılıktan kaynaklanmadığını, sadece kendi götünü düşünen diğer bireylerden biri olduğunu işaret ediyor. ve eminim buna macit de aynı şeyi yapardı o yaşta.

    burada önemli olan ırkçılık değil bireycilik vurgusudur kanımca. bu noktada dikkate değer şeylerden biri de salt kendini düşünmenin bir çocukluk davranışı olduğunu, aynı burjuva çocuğunun annesine davranışlarında olduğu gibi ve eğer büyüdüğünde de aynı durumdaysan, mesela burjuva babada gördüğümüz gibi, hiç çekinmeden yüzleşmen gerekenin bu dünyanın yaşayan herhangi bir pisliğinden ibaret olduğun ve kendine bahşedebileceğin tek huzurlu işin karanlık odana girip gözlerini kapatmak olduğu gerçeğidir...
  • izledikten sonra daniel auteuil yerinde olmak istemeyeceğiniz filmdir. her an tedirginlik, her an endişe, her an kendini sorgulama yaratacak, korkutmayan ama içine huzursuzluk enjekte eden bir film. prospektüsüne dikkatle bakınca aşırı dozda tedirginlik içerdiğini göreceksiniz.
  • haneke filmi. ödüllü film. sanat filmi. oldukça tırt bir sinema izleyicisi olarak en korktuğum 3 (yazıyla üç) faktörün bir araya gelmesiyle ortaya çıkmış filmdir. filmi izleyip 21. dakika gözleri kapanmayan her seyirciye özel ödül verilmesi gerektiğini düşünüyorum. filmin başında aynı sabit görüntü ekranda o kadar süre durdu ki birkaç kere kontrol ettik "bsplayer bize oyun mu oynuyor, takıldı mı film" diye. ayrıca filmin sonunu arkadaştan öğrendiğim zaman o harcadığım 20 dakika için bile kederlendim.

    ama derdi, tasayı unutturup aylardır özlemini çektiğim huzurlu uykuyu bana uyutturduğu için haneke abimize teşekkürü borç bilirim, saygılarımı sunar, başarılarının devamını dilerim. sakalına kurban...
  • benim için bir feel good movie olmuştur. böyle filmler izledikçe aslında düşündüğüm kadar fena biri olmadığımın farkına varıyorum.

    bastır haneke! vicdanımın okşayıcısı.
  • bir michael haneke filmidir.. filmi izlemek tabi ki sabır ister,ama üstünde durulmak istenen konular güzelce,inceden inceye işlenmiştir. en beklenmedik anda olan olayla şok olur izleyici..mükemmel burjuva ailesi de çok güzel yansıtılmıştır. izlenesidir.
hesabın var mı? giriş yap