• 1958 yılında çorum’da dünyaya geldi. ilk ve ortaokul eğitimini çorum’da tamamladı. 1975 yılında harp okuluna girdi ve 1979 yılında jandarma teğmen olarak harp okulundan mezun oldu. midyat, ceylanpınar, ığdır, iskenderun gibi büyük ilçelerde ilçe jandarma komutanlığı yaptıktan sonra ağustos 1993’de cizre ilçe jandarma komutanı olarak atandı. ağustos 1995’e kadar bu görevini sürdürdü. cizre ilçe jandarma komutanlığı sırasında canını dahi sakınmadan terörle mücadeledeki azmi sebebi ile kendisine silahlı kuvvetler üstün cesaret ve feragat madalyası verildi. cumhuriyet tarihinde verilmiş 310 numaralı `silahlı kuvvetler üstün cesaret ve feragat madalyası`na sahiptir. 1995’ten sonra çeşitli görevlerde çalıştıktan sonra 2000 yılında jandarma istihbarat okulunun ilk kurucu komutanı olarak atandı. 2002 yılında henüz yarbay rütbesinde iken tekirdağ il jandarma alay komutanı olarak atandı, ardından denizli ve kayseri il jandarma alay komutanlıkları yaptı. 8 yıl kesintisiz il jandarma alay komutanlığı yapmış olan nadir subaylardandır.

    not: pkk tarafından ölüm listesine alınarak defalarca suikast girişimine maruz kalmıştır. işin trajik olan kısmı terör örgütünün icraatlarına çomak sokan bu subay pkk ile aynı cezaevinde tutulmaktadır.

    edit: imla
  • yargılanma nedeni bellidir, askerleri arasına sızıp sahte belgeler hazırlayan bir ekibi deşifre etmeye çalışmasıdır.
  • pkk'nın nasıl korunduğunun şifrelerini ve türk silahlı kuvvetlerinin etkisizleştirme operasyonlarının perde arkasını anlatan, "kuruluşu, infazları katliamlarıyla siyasallaşan pkk terörü" adlı kitabı kaleme almış emekli ve tutuklu albaydır.
  • insani namzetlerinden dolayı şemdin sakık'ın komutanım olarak hitap ettiği, bir de mektup yazdığı eski tsk'nin albayı.
  • diyarbakır cumhuriyet başsavcılığı tarafından 20 faili meçhul cinayetten sorumlu tutulmuştur. iddianamede adları sıralanan maktüller şunlardır:

    ramazan elçi, ramazan uykur, abdullah efelti, ibrahim adak, mehmet gürri özer, ibrahim danış, abdurrahman afşar, abdurrahman akyol, ihsan arslan, beşir bayar, abdurrazak binzet, izzet padır, abdullah özdemir, mustafa aydın, süleyman gaysak, abdülaziz gaysak, ömer candoruk, yahya akman, abdulhamit düdük, yabancı uyruklu kimliği belirsiz erkek şahıs.

    kendisi aleyhine tanıklık eden mehmet nuri binzet'in yaşadıkları ve dava sürecinde sunulup çekilen ifadeler oldukça ilginçtir.

    ayrıca (bkz: jitem/@shelbyl)
  • tam 3 yıl 9 aydir tutsak olan `silahlı kuvvetler üstün cesaret ve feragat madalyası` sahibi kahraman albay. temizöz 9 eylemde 14 pkk’lı öldürmekten, birlikte yargilandigi kamil atak ise 7 pkk’lıyı öldürmekten 25 mart 2009 da tutuklandi...

    kahraman albay hakkinda umit ozdag'in yazdigi yazidan satirbaslari...

    "...albay temizöz, 1990’ların başında genç bir yüzbaşı iken terörün merkezi olan cizre’yi pkk’nın elinden askeri ve toplumsal bir mücadele ile geri alan subaydır. temizöz daha mücadelesinin birinci yılında silahlı kuvvetler üstün cesaret ve feragat madalyası aldı. o günden sonra pkk bir daha cizre’de hiç dikiş tutturamadı.

    albay temizöz, şimdi diyarbakır’da faili meçhul cinayetler davasında cizre belediye eski başkanı kamil atağile birlikte 2009’dan bu yana yargılanıyor. haklarındaki iddia, ramazan uykur, abdurrahman akyol, ihsan arslan, beşir bayar, abdurrezak binzet, izzet padır ve abdullah özdemir ve daha 7 pkk yandaşlarını öldürmek. bundan dolayı 7 kez müebbet hapis cezası talebiyle yargılanıyorlar. albay temizöz, 9 eylemde 14 pkk’lı öldürmekten, kamil atak ise 7 pkk’lıyı öldürmekten 25 mart 2009’da tutuklandılar.

    tanıkların gösterdikleri yerlerde yapılan kazılarda çıkan ve adli tıp kurumu’nda incelenen kemiklerin hepsinin hayvan kemiği olduğu meydana çıktı. ayrıca, albay temizöz ve diğer sanıkların tutukluluklanmasına neden olan süleyman gasyak, abdulaziz gasyak, yahya akman ve ömer candaruk’un öldürülmesi ile ilgili daha önce şırnak ağır ceza mahkemesince dava açıldığı ve beraat kararı verildiği (2003 / 280 e. 2005 / 35 k.), bu kararın da yargıtay 1. ceza dairesi’nin 2005 / 2422 e. sayılı kararı ile onanarak kesinleştiği ortaya çıktı. yani savcılar, adaletin en yüksek makamının verdiği kesinleşmiş karara rağmen, sanıklara, aynı suçu tekrar yönelttiler. savcı avukatı destekli.

    ayrıca albay temizöz’ün öldürdüğü iddia edilen ihsan arslan, beşir bayar, abdullah özdemir ve izzet padır’ın da öldükleri ispatlanamadı. albay temizöz’ün, 8 eylül 1995’de faili meçhul cinayetle öldürüldüğü iddia edilen ve kimliği bilinmeyen erkek şahsın ölüm tarihinde ise temizöz, cizre’deki görevini bitirip aydın’a tayin olmuştu. ayrıca, davada faili meçhul olduğu iddia edilen ramazan elçi’nin ölüm tarihi 14 şubat 1994’te albay temizöz’ün belçika’da görevde olduğu belirlendi. üstelik, mahkeme, temizöz’ün “ben bu tarihte belçika’da görevdeydim” demesi üzerine genelkurmay’a sordu “doğru mu söylüyor?” diye. genelkurmay mahkemeye “kayıtlarımızda yok” cevabını verdi. temizöz, ısrar edince mahkeme yine genelkurmay’a yazdı. genelkurmay bu sefer “bulamıyoruz” cevabını verdi. nihayet maliye bakanlığı temizöz’un anılan tarihlerde yurtdışına çıktığını mahkemeye belgeledi.

    davada başka gelişmeler de yaşandı. abdurrahman akyol’u öldürdüğü iddia edilen, cizre eski belediye başkanı kamil atak’ın oğlu temer atak’ın, akyol’un ölüm ltarihi olan 12 ocak 1995’te bilecik’teki acemi birliğinde askerde olduğu ortaya çıktı. temer atak da 6 ay önce tahliye oldu.

    2009’dan bu yana dava devam ediyor. bu arada albay temizöz balyoz davasından mahkum oldu. ismi bir belgede geçtiği için. kendisinin haberi olup olmadığı belli değil. bu arada diyarbakır’da mahkeme cezaevinde geçirdiği süreyi ve delillerin değişme olasılığını göz önünde bulundurarak kamil atağ’ın tahliyesine karar verdi. bu çok önemli, çünkü 7 kişiyi öldürmekle suçlanan bir kişiyi tahliye ediyor ise mahkeme beraat ettirecek demektir.

    ancak, temizöz, adem yakın, hıdır altuğ, abdulhakim güven ile burhanettin kıyak’ın ise dosyadaki mevcut delil, tanık ve gizli tanık beyanları, bilirkişi raporlarının durumu göz önüne alınarak tutukluluk halinin devamına karar verdi. albay temizöz, tam 3 yıl 9 aydan bu yana hapishanede yatıyor. yattığı süre 12 yıllık cezanın karşılığı. allah sabır ve güç versin...."

    kaynak http://www.yg.yenicaggazetesi.com.tr/…p?haber=25217
  • kalp krizinden öldü dediği şahsın kafatasında kurşun deliği çıkan eski asker.
  • bugün diğer günlerden farklı bir gündü.

    katillerle aynı havayı soluduk. onların çirkin yüzlerini gördük.
    eskişehir adliyesinin salonlarında daha önce de katiller görmüştük ama bugünküler bir başkaydı. hele biri vardı ki, bu ülkenin gördüğü en kanlı katillerdendi. onlarca, yüzlerce, kim bilir belki binlerce insanı annesiz, babasız, kardeşsiz, oğulsuz, kızsız, sevgilisiz, dostsuz bırakmıştı.
    adını bir arama motoruna yazdığınızda çok sonuç gelecektir. yaptıklarının çok küçük bir kısmı için şuraya bakılabilir:

    http://www.zorlakaybetmeler.org/politicians.php

    yüreğiniz kaldıracaksa kaybedilme öykülerinden birine tıklayın ve kaybedilenin sevdiğiniz birisi olduğunu düşünün (ki söz konusu öyküler olabildiğinde duygusallıktan uzak, somut gerçekleri anlatmaktadır. ama yine de sevdiğiniz birinin kaybedilmesinin ne olduğunu hissetmeye çalışın ve bilin ki bizim hayal edebileceğimiz acı gerçek mağdurların acısının yanına bile yaklaşamayacaktır).

    80’ler-90’ların o karanlığında cinayetlerle, tehditlerle, baskılarla bir halkı sindirmeye, yok etmeye, aşağılamaya çalışan devletin en kanlı eylemlerinin pek çoğunun sorumlusuydu o. yirmibirinci yüzyıla girdikten sonra, o kanlı sahnelerden en önemlilerinden biri olan cizre’de olanların hesabının sorulabileceği gibi bir yanılgıya düşürmüştü devlet mağdurları. devlet sözüm ona o karanlıkla hesaplaşmaya başlıyordu. soruşturmalar, davalar açılmaya başlamıştı.

    sonra bir de baktık ki cizre jitem davası da eskişehir biletini cebine koymuş yola koyulmuştu (aslında ortada bilet falan da yoktu, bizzat devletin akrebine, zırhlı aracına katiller bir kere daha binmiş, eskişehir sokaklarında, o akreplerle zırhlı araçlarla cizre’de yaptıklarının zafer turunu atmaya çıkmışlardı. bakmayın adlarının önündeki “sanık” sıfatına. onlar devletin en has evlatlarıydı. hesaplaşma da bir yere kadardı).

    bu bize çok tanıdık gelen bir öyküydü. bir davanın “güvenlik nedeniyle” eskişehir’e nakledilmesinin ne anlama geldiğini uğur kaymaz davasından, şerzan kurt davasından biliyorduk. aynı davaların heyetlerinin şu günlerde bakmakta olduğu nezir tekçi davasından biliyorduk. gerçi aynı “güvenli” ortam ali ismail korkmaz davasında nedense geçici olarak ortadan kalkmıştı ve ali’nin katillerinin bileti kayseri’ye ayrılmıştı (tabi canım, bilet yine lafın gelişi, katiller yine devletin vıp araçlarına kurulmuştu “talimatı ben verdim” diyen koruyucularının kendilerine verdiği güvenle).

    daha önce de bir yerde yazmıştım. eskişehir adalet sarayı artık bir markaydı ve onun reklam sloganı şuydu: “kirlileriniz ilk günkü kadar temiz”. biz kan lekesini en zor çıkan leke sanırdık ama uğur’un, şerzan’ın kanını katillerin ellerinden tertemiz yıkayıveriyorlardı burada. soyadında “temiz” geçen birini mi aklayamayacaklardı? hem sözde değil özde temizdi paşamız.

    cizre jitem davasının eskişehir’e nakli ile de sonucu hakkında bir fikir edinmiştik. ama saflık bizde ya, diyarbakır’da müebbet dâhil cezalar istenmişti savcılar tarafından, herhalde en azından birkaç katil diyet olarak ceza alacaktı. ama işte burası eskişehir’di. bir de baktık ki, yeni bir savcı tüm katillerin beraatını talep edivermiş bugün okuduğu mütalaasında. tabi ne olacak ki, o üstüne düşen görevi yaptı. nasıl olsa onun oğlu, kızı, kardeşi, dostu hiç kaybolmamıştı ki ortadan. onların kemiklerini aramak zorunda kalmamıştı ki. karşısına sanık diye çıkarılanlar da kimseye böyle bir şey yapmış olamazdı. zaten cinayetleri itiraf edenler sonradan ifadelerini geri çekmemiş miydi? bakın işte herşey şanlı türk ordusunu ve onun yardımcılarını yıpratmak içindi (gerçi o geri çekilen ifadeler sonucunda kaç tane gizli mezar bulunmuştu ama olsun, o kadar tesadüf de olurdu).

    bugün ile ilgili yazılacak o kadar şey var ki. en önemsizinden başlayayım. böylesi davaların duruşmalarında pek yapmazdım ama bugün beş dakika gecikeceğim tuttu. bir de gittim ki mahkemenin kapası kapanmış, önüne de iki polis dikilmiş. “hâkimin talimatı var, heryer dolu, ayakta da kimse alınmayacak”. 90’larda insanlar kaybedilirken, öldürülürken birşey yapamamıştık, bari öldürenlerin yargılandığı (yargılanır gibi yapıldığı) davayı izleyelim ki bir daha bunlar olmasın diye tanıklık edelim istemiştik. ona da izin yokmuş. avukat arkadaşımızın hâkime uyarısı ile neredeyse bir saat sonra, yani duruşma artık bitmek üzereyken, içeri alındık bir iki arkadaş. birkaç sandalye boşmuş aslında ama salon gerçekten çok doluydu. kimle mi? “ülkenin aydınlık yüzü eskişehir”in pek demokrat duyarlı insanlarıyla değil. basınla değil (aynı talimatla onlar da salona alınmamıştı). sevdiklerinin kemiklerini yıllar sonra taşların, toprağın, asit kuyularını dibinde arayanlarla değil. biz duruşmaya giremediğimiz sırada okunan mütalaadaki “beraat” sözcüğüyle bir mutluluk dalgasına kapılmış olan sanık yakınlarıyla, yancılarıyla ve “cumhuriyetin asıl sahipleri”yle doluydu salon. duruşma çıkışında adliye önünde hatıra fotoğrafı çektirdiler de öğrendik, “cumhuriyet kadınları derneği”nin, beşiktaş şubesi başta olmak üzere, üyeleriymiş.
    denebilir ki: “ne var, erken gelmişler, girmişler işte”. o öyle olmuyor işte. işte şimdi asıl önemli konuya geliyoruz. hani bu kürt meselesini tali meselelerden biri olarak gören, “hele bir devrimi yapalım zaten çözülür”, “sınıf savaşını gölgeleyen tuzaklar bunlar” vs. diyen, çok bilen solcu abiler geliyor aklımıza. kürt meselesinin sınıfsal boyutunu gelip de görselerdi keşke bugün. canları katledilmiş, umudunu sevdiğinin kemiklerini biryerlerde bulabilmeye kadar indirmiş, yani asıl canı yanmış insanlar neden yoktu bugün duruşmada? çünkü fakirdiler. özde temiz paşalar ve arkadaşları kendilerini güvende hissetsin diye adres gösterilen eskişehir onların gelemeyeceği kadar uzaktı. o renkli reklamlardaki havaalanları onlar kullansın diye değildi. ama o ak pak giysiler içindeki cumhuriyet kadınları ve cumhuriyetin asıl sahibi “beyaz”lar için böyle bir sıkıntı yoktu. hayatlarının en güzel günlerinden birini yaşıyorlardı. zaten beklenen “beraat” sözcüğü ağızdan da çıkmıştı işte. hazır eskişehir’e kadar gelmişken büyükerşen’in balmumu heykellerini de görmüşlerdir muhtemelen. atatürk heykeli ile gülümseyen fotoğraflar, müteveffa süleyman demirel heykeli ile üzgün fotoğraflar çektirip sosyal medyada gururla paylaşmışlardır. kim bilir belki türkiye’nin aydınlık yüzü eskişehir’in pek demokrat belediye başkanlarıyla tanışma randevusu da ayarlanmıştır kendilerine. şimdi beşiktaş sahilde yol yorgunluğunu atmak için oturdukları kafelerde, eskişehir’e gelemeyen beyaz arkadaşlarını kıskandırarak anlatıyorlardır. bu randevu oldu mu bilemiyoruz çünkü o pek demokrat belediye başkanlarının bu tür davalarla pek işi olmadığı için adliyede değildiler. zaten bu davaların da demokrasi ile falan alakası yok, hep “bölücü töreris işi” bunlar.

    bizim avukatlar da saf ya, kalkıp hâkimden şöyle bir talepte bulunmazlar mı: “adalet bakanlığı madem davayı eskişehir’e taşıdı, müdahillerin, yani cinayetlerin mağdurlarının da buraya gelmesini sağlasın”. koskoca hâkim, sayın bakanına böyle münasebetsiz bir talep iletip de kendisini zor duruma düşürür mü hiç? “talebin reddine...”. ne olacak canım, bunca köy yakmaya, baskıya, cinayete rağmen hâlâ cizre’de kalmışlar işte, yatıp kalkıp şükretsinler değil mi? nankörlük etmesinler. o paşalar onları da fırat’ın batısındaki metropollere sürmeyi bilirdi. cizre nelerine yetmiyor, otursunlar oturdukları yerde, cumhuriyet kadınları izliyor nasıl olsa davayı, yeter.

    5 kasım’da sonucu çok belli bir duruşma daha olacak. ama biz sonucunu bile bile yine de gidip dayanacağız kapıya. çünkü büyük bir sorumsuzlukla savaşı tekrar tırmandırmak isteyenlerden, 90’ları yeniden yaşatma planları yapanlardan farklı olarak biliyoruz ki, bu davalar mahkemelerde gerektiği gibi sonlanmazsa sokakta sonlanacak ve o ateş hepimizi yakacak.

    18 haziran 2015 - eskişehir
hesabın var mı? giriş yap