• son zamanlarda sikca deginilen zengin dilenci ekolunun etkisiyle artik hic gerceklestirmedigim eylem. ne zaman ekmek parasi isteseler bir holdingde ozel ofislerinde ekmek degil pasta yediklerini gorur oldum. halbuki aralarinda gercekten fakir olanlar da vardir ama ben nereden bilebilirim...
    (bkz: medyanin gucu)
    (bkz: kurunun yaninda yas da yanar)
  • ergenliğin en deli çağlarında platonik bir aşk yaşarken ben, "allah sevdiğine kavuştursun yavrum" diyenlerine küçücük harçlığımdan küçücük paralar vermişliğim vardır. sevdiğime kavuştum mu, hayır.
  • iyi niyet gösterisi şeklinde yapılması muhtemeldir... verildikten sonra etrafa imparotor edasıyla bakış atmalarda vazgeçilmezdir...
    dilencileri düşünecek olursak çok çeşitli modelleri vardır bunların... mesala şarapçı modeli; bütün sermayesi elindeki şişedir. alkolün aptallık hücresini öldürdüğünden midir nedir bilinmez, ne konuşurlarsa konuşsunlar, bunların bütün söyledikleri derin mana taşır. birde markete girip 3 lirayı 5 liraya bütünletme lüksüne sahiptirler... para verilmesi anlamında en makbülüdür bana göre, enazından villası var mıdır diye düşünmezsiniz...
  • birkaç liraya satın alınabilecek iç huzurdur.
  • parayı verdikten 5 dk sonra akbank gişesinden sizden 1 sıra önde olduğunu görünce dumura uğramayı göze almaktır.
  • (bkz: #14749788)
  • dilenci sevmiyorum abi. selpak satan çocukları seviyorum ama dilenci sevmiyorum aga. o yüzden şu ahir ömrümde para verdiğim dilenci sayısı bir elin parmaklarını geçmez. aha sayıyorum, 1, 2, 3 . hah 3 tane. geçmedi.

    ama geçen bi dilenciye rastgeldim üst geçitin tekinde. bembeyaz saçları ve sakalları kapkara suratına sonradan eklenmiş gibi, üzerinde yırtık, acayip eski bi palto, kumaş pantolon, çok eski ama, 3 tane ergene deresi biraraya gelse böyle pis pantolon doğuramaz diyeyim durumun vehametini anla, işte yani anlayacağın bildik bir dilenci profili. öyle oturuyo sadece. ne elini açmış, ne bi bez sermiş yere. önünden geçerken şöyle bi baktım sadece bi kartona büyük harflerle 'açım' yazmış. ulan şöyle bi durdum ben bunu görünce, harbi harbi 5-10 saniye baktım böle. adam gözleri dikmiş karşıya bakıyo. hiç suratıma bile bakmadı. durdum durdum öyle çıkarttım cebimden 1 lira bıraktım önüne. gene bakmadı herif. çok hoşuma gitti adamın tavrı allahıma. teknede yaşayan, her akşam konyak içen, bilge balıkçıyla karşılaşmış gibi hissettim yeminle. o 'açım' kartonu ve adamın tipi, tavırlarını falan düşününce bayaa şiirsel bi tablo gibi aslında. belki çok zengin ve kültürlü idi o adam ama fakirlerin halini anlayabilmek için arada sırada böyle dilencilik falan yapıyodu. ne biliyon.

    hahaha hasiktir lan.
  • insanı enayi gibi hissettiriyor. neden bilemiyorum.
  • eşeği nasıl bir kazığa bağlandığın önemli. insan her zaman sağlam kazık bulamıyor. eşeği bağlamak için diyorum. sağlam kazığa bağlamak eşeği çünkü ferahlık verir. ruhun asıl gıdası odur. müzik çerez kalır.

    "vermiyceksin abi. dilencilik bu sayede var" kazığına can-ı gönülden iman edip güvenenler (ki; onlar kendilerine, çalışmadıkları yerden soru sormayan anlayışlı öğretmenler gibi davrananlardır) misal... bu çağrı yeterince taraftar toplayabilirse sahiden dilencilik filan kalmaz ortada. bununla birlikte meseleyi belediyece teşkil olunacak itlaf ekiplerine havale etmek de dilencilik, dolayısıyla dilenciye para verme sorunsalını haşerat öldürücü sprey reklamlarının yüzünü ağartacak bir performansla halledebilir.

    kabul edelim ki dilenciye para vermemek taraftarlarının yüzde 99.9 gibi bir çoğunluğa erişmesi teorik olarak itlaf ekiplerinin göreceği vazifeden farklı bir sonuç vermeyecektir. ikiyüzlülük etmeden birini ötekinden daha makul, mantıklı insani ne bileyim çağdaş veya kentli, hele hele şefkatli saymanın imkanı yok.

    vaktiyle "anarşi ve terörü bitirmiş" olmasının ödülünü yüzde 93 küsur oy teveccühüyle almış 12 eylül anayasasının, bugün, "gençlerimizi yaşını büyüterek asmış", "demokratik haklarımızı elimizden almış" faşist cuntanın eseri sayıldığı için, zırdelisinden olsun bir tane bile taraftar bulamaz hale düşüşünden de imtihanda kendine sadece cevabını bildiği sorular soran aynı vicdanı sorumlu tutmak gerekiyor herhalde. her zaman yüzde 90 küsurlarda gezinen bir çoğunluk var ve bu çoğunluk, yukarılarda bir yerlerde konuşlanıp karınca sürüsü gibi görünen insanlara bakarak, ses tonunu bile değiştirmeye gerek görmeden birbirinin tam zıddı hükümler verip duruyor.

    böylece "vermeyeceksin abi"ciler için çalışmadıkları yerlerden yeni imtihan soruları çıkartılabileceğini göstermiş bulunuyorum.

    bir de asıl, dilenciye para verenler var. ya da şöyle diyelim: hassasiyetlerini dilenciye para vererek gösterenler...

    bunların tutturmak zorunda kaldıkları ölçü, payandalığına gönüllü oldukları denge, daha değişik bir abukluk örneğine konudur. dilencilerin, dilenci olarak varlıklarını devam ettirmeleri de, evet, öncekilerin ithamlarını hakedecek biçimde bu gruba girenlerin yol açtığı bir durumdur. bu çeşit insan türevi, ihtimal ötekilere göre daha samimi bir acıma hissiyle doludur. ve gene öncekilerin tersine, dilenciyle ilk karşılaşmalarında muhatap kaldıkları soru tamamen sürprizden arınmış değildir.

    tıpkı reklam metni yazarları gibi, tıpkı gözbağcılar, sihirbazlar gibi, dilenciliğin kültürel bir kategori haline gelmesine ve tıpkı onların sattıklarına benzer bir ürünü pazarlama kabiliyetine erişmesine imkan sağlayan sır da burada yatıyor işte. dilencinin hüneri bu sürprizle afallamış müşterisine geçer not getirecek cevabı soruyla birlikte fısıldamasında: "allah rızası için bir sadaka." neymiş? sadaka. yani cebin içinde birbirine sürtündükçe şıngırdayıp duran şu bozukluklar, imtihandan bu kadar kolay yırtıyor olmaktan gizlice memnun pamuk eller tarafından mendile fırlatılacak. hepsi bu. işte bu kadar...

    dilencinin, bozukluk önüne yuvarlanır yuvarlanmaz, hatta daha da önce, peşinen takdim ettiği (ürün de bu işte) "allah ne muradın varsa versin" dileği, şüphe yok ki amirlerimizden ya da öğretmenimizden işitmek için yanıp tutuştuğumuz "aferin"lerle aynı aileye mensuptur.

    ruh dediğimiz şey, vicdan diye çağırdığımız canavar bu yolla besleniyor işte. müzik hikaye. hatta yeterince zaman geçtikten sonra vicdan, bu bozuklukla -evet bilhassa bozuklukla- değiştirilebilir gıdaya öyle bağımlı hale gelir ki, yokluklarında toplumsal statülerimizi yeterince onaylanmış hissedemeyiz. aynı gıda sayesinde, tıpkı varlığını bir müessese olarak sayemizde devam ettirebilen dilencilik gibi, karşılığında para kazanmak için yaptığımız işleri, esasen neye tekabül ettiği sorgulamasından da kurtarmış oluruz. böylece bizim mesleki kariyerimiz de, hangi reel ve ahlaki ihtiyaca karşılık geldiği sorgulanmadan aklanmış ve bir müessese halinde hayatiyeti güvence altına alınmış olur.

    siz, bunca hayati fonksiyonu bir arada yerine getirebilen bir müesseseye değil de diyanet işlerinin taşra teşkilatına mı mesleki formasyon atfediyorsunuz?

    şimdi başa dönelim. aynı sosyal statüye mensup olanlar arasındaki ilişkide birbirine yardımda bulunmanın basitçe anlamı nedir? sarsıntı geçiren statünün ihyası için beklenmedik biçimde ortaya çıkmış dezavantajların telafi edilmesi değil mi? siz peki, bozukluklarını, dezavantajlı konumundan kurtulsun ve kendisinin eşiti haline gelsin için dilenciye veren bir hayırsever gördünüz mü hiç? var mı böyle bir müslüman türü? demek oluyor ki sadaka verici, bozukluklarını verirken sadece dilenciyi "kurtarma" sorumluluğundan kaçınmaz. bilakis, onun orda kalmasıdır bağışının amacı. vaktiyle sadakanızdan nasiplenmişken, şimdi hali vakti yerinde insanlar arasına kadar yükselmiş bir dilenciyle aynı sosyal kulüpte karşılaştığınızı düşünsenize. kendinizi kandırılmış hissetmez miydiniz?
  • para vermeyi bırak, para almışlığım vardır dilenciden. bir ramazan akşamı lise çıkışı, para isteyen dilenci teyzeye - sende varsa, bize ver - dedikten sonra, kadın elinde ki kutuyu uzattı. yok teyze, vallaha olmaz dedik ama teyze dilenmek için kullandığı lafları bir anda, para vermek için kullanmaya başladı.
    -bayramı göreme almazsan, allah sevdiğine kavuşturmasın- teyzenin seri beddualarına dayanamıp aldık parayı. sonra 1-2 gün dumur modunda dolaşıp, kimseye söyleyemedik utançtan. dilenciden paramı alınır lan...

    selam çakmayı unutanın editi: 96'lar köprüsü üstünde, yıllarca keman çalan amcaya alkış istiyorum. beli büküktü, çok çok yaşlıydı, gördüğüm en yaşlı adamdı hatta, buna rağmen emek karşılığına razıydı.

    yine aynı köprünün üstünde murat vardı. gözleri az görürdü, aklı da biraz eksikti galiba. tüm gün oturduğu yerde radyo dinler, selpak satar, bazen de bağırarak eşlik ederdi sevdiği şarkılara. her geçtiğimde bir dal sigara isterdi benden. selpak alamadığı günler dilenirdi ama o gerçekden muhtaçtı sözlük, ona verdiğin paraya acımazsın, karnını doyurmaktan başka derdi olamazdı o adamın.
hesabın var mı? giriş yap