• en zevkli olayı harvester ile adam ezmek olan 18 yıllık oyun. o adamların harvester altında salça haline gelmesi ve çıkardıkları canhıraş sesleri bugüne kadar hiçbir oyun bu kadar güzel vermemiştir. bir de bu oyunu diğer bütün rts'lerden zor ve özel yapan şey, kumun üzerinde titreşim çıkaran her aracınızın mutlaka yeraltındaki kum canavarlarına yem olma ihtimalidir. kumun üstünde giden araçlarınızı sürekli kontrol etme ihtiyacı hissederdiniz. gayet de stresliydi.
  • http://sourceforge.net/…rojects/dunelegacy/reviews/

    debian ve ubuntucular için müjde. yukardaki linkten çatır çatır çalışan oyun. sadece googledan dune 2 download diye aratın ve ilk gelen linkten gerekli dosyaları indirin. gerisini yukardaki link hallediyor. işin güzel yanı emülasyon filan hiç bir şey yok ve bazı geliştirilmiş yönler var.
  • oynadığım zamanlar odamda sürekli kesif kokulu aromalı tütsü yakmamdan mütevellit, tütsü kokusunu bir şekilde spice kokusu ile bağdaştırmıştım. bu da oyunu daha interaktif hale getirmişti. şimdi ne zaman o kokuyu duysam ister istemez aklıma dune gelir.

    (bkz: bu da böyle bir anım)
  • browser uzerinden oynamak icin play-dune

    emscripten sagolsun.
  • dosbox vasıtasıyla mac bilgisayarıma kurup an itibari ile bitiremediğim tek hanedanlık olan ordos ile 6. turuna geldiğim oyun. kim demiş "mac'te oyun oynanmıyo" diye ^^
  • ses kartı almama sebep olmuş olan oyun, çok merak etmiştim seslerini. efsanedir.

    enemy units approaching!
  • her 10 senede bir aklıma düşecekse işimiz var (en son 8 sene önce düşmüş).

    1 saat kadar önce halt and catch fire 2. sezon 8. bölümü izledim. sonrasında algıda seçimlilik neticesinde buradaki yani ekşi sözlük'teki mafia 3 başlığı vasıtasıyla wikipedia üstünden mafia 2, oradan mafia 1. oradan vietcong, derken 2k chezh, oradan take2, oradan rockstar, oradan activision blizzard, ver elini sierra ve valve, derken vivendi ve neticede westwood.

    bir de bakmışsın küfürlerle, bela okumalarla ea. bir kez daha allah belanı versin ea.

    daha da kötüsü bu süreç boyunca sierra kurucuları dahil birçok batmış/satılmış studio sahibinin hayatına baktım hepsi yatlarda katlarda. sizin de allah belanızı versin.

    burada gözü yaşlı eski oyuncuları bırakıp nerelere gittiniz. gabe senin de allah belanı versin nerede lan hl3?

    off, gece saat 02:30 ve kafamdaki şeylere bak. benim zaten allah belamı vermiş. bir dizi bölümü sonrası yaşanana bak. püüüüüüü bana.

    iyi geceler.
  • efsane oyun.

    başından kalkmadan saatlerce oynardım. o zaman grafik ve görsellik önemli değildi. oynanabilirlilik ve duyduğunuz haz herşeyden önemliydi. atari oyunları ile kıyaslayınca ışık yılı ötede bir oyundu. tek tek askeri unsurlara basıp move komutu vermek işkence olsada insan alışıyor. birde can sıkıcı olan sipariş verilen ürünleri bazen teslim etmemeleri oluyordu.
  • sevenleri tarafından android'e aktarılmış (port edilmiş) efsane. yıllar önce play store'a konmuştu, fakat telif sorunlarından olsa gerek, şu an orada yok. çok basit bir araştırmayla apk formatında bulunup indirilebilmektedir.

    ekleme: android versiyonu bir-iki dakikalık bir alışma süreci sonunda rahatça oynanabilmekte. özünde klavye değil de fareyle oynanan bir oyun olmasından dolayı dokunmatik ekrana uyarlanması hem geliştirici için çok kolay, hem de oyuncu için büyük rahatlık.
  • sene 94 falan, evde 486 dx var. disketlerle oyunlar yüklenir, oynanır falan filan. bir akşam evde oturuyorum, tabi o zamanlar ilkokula giden bücürün tekiyim, yan apartmandaki uzun saçlı bilgisayarcı volkan abi, kendi kasasını almış bize gelmişti, benim ve abimin yattığı odaya kapanmışlar, kapıyı kapatmışlar böyle gizli saklı bir işler çeviriyorlar gibiydi. utana sıkıla gittim kapıyı açtım, yere gazete kağıtları serilmiş kasalar açılmış böyle bilim kurgu filmlerindeki gibi kablolar parçalar ortada duruyor, bizim oda uzay gemisi gibi gelmişti o an gözüme. dedim 'ne yapıyorsunuz siz'. abim dedi ki o an, 'bilgisayarları birbirine bağlıyoruz'. peki deyip kapatmıştım kapıyı. o an oturma odasına dönerken kafamda bilgisayarları bağlamanın muazzamlığı canlanmaya başlamıştı. vooaww bilgisayarları bağlamak! böyle atomu parçalamak, uzaya roket fırlatmak gibi bi'şi di o an gözümde. (ulan hard diski çıkarıp bizim kasaya takmışsınız işte, niye bu kadar dramatikleştiriyorsun olayı)

    neyse ertesi gün bilgisayarı açtım, msdos'ta oyun klasörü içinde bir sürü oyun var. bilgisayarların beyinleri bağlanmış, bilgiler, tecrübeler paylaşılmış, yüzler gülüyor. oyna oyna bitmezdi bunlar çünkü. gittim abime dedim işte bunlar ne, dedi bakalım onlara sevmediklerimizi sileriz. dedim seve seve. neyse başladık oyunlara another world, wolfied, sensible soccer, arkanoid, the lost vikings, prehistorik 2, ugh, doom, fury of the furries, simcity, simcity 2000, raptor böyle sabaha kadar yazabileceğim hepsi ayrı efsane oyunlar bizim bilgisayarın içine girmiş oynanmayı bekliyorlardı. canımız isterse alfabetik sıradan, canımız isterse rastgele bir oyun açar oynar, hoşumuza gitmeyenleri silerdik.

    sonra bir oyun vardı, ismi dune 2 idi. oyunu açınca mavi renk westwood studios yazısı ardına o efsanevi introsu girmişti link *. tabi o ilk zamanlar soundblaster, adlib vs. ses yarlarını önceden yapmak gerekiyordu, o yüzden hangi sesleri duymuştum hatırlamıyorum. (oyunun exe'sini çalıştırmadan önce setup.bat dosyasını açar, oyunun ayarlarını oradan yapardık. ben de anlamayan bir velet olarak hepsini tek tek denerdim) ama dibim düşmüş, nefesim kesilmiş bir şekilde izlemiştim. hemen oyuna geçtim, 3 tane aileden birini seçmemi istiyordu. allahım nasıl bir heyecan basmıştı beni, hangisini seçecektim? ya yanlış bir aileyi seçersem? hangisi bana göre idi?

    her bir ailenin mentatı ile bir görüşme yapıp kendilerini tanıtmalarını izlemiştim. ama o zamanki simcity'de önümde redhouse sözlük, hospital ne demek bakan ingilizcem ile anlamak pek kolay değildi tabi. mavilerin (atreides) böyle sarı saçlı, mavi gözlü yakışıklı bi abileri vardı. yeşillerde (ordos) böyle at kuyruklu yeşiller içinde power rangerstaki yeşil ranger tommy'e benzeyen bi abi vardı, kırmızılarda (harkonnen) ise böyle, evladın olsa sevilmeyecek, yüzüne bakılmayacak nosferatu tipli bi dayı vardı. her ne kadar bu dayıyı sevmemiş olsam da o zamanlar kırmızı rengine karşı zaafiyetimden dolayı, kırmızıları seçmiştim.

    oyun başladı, karşımda sarı kumların ortasında, taş bi zeminde bina gibi garip bir şey vardı, etrafına saçılmış kırmızılı adamları, arabası * vardı. az buçuk simcity oynamış biri olarak, bina üretmeye başladım. sonra baktım bütün üniteleri seçip sağa sola hareket ettirebiliyorum. sonra etrafta rastgele dizilmiş bir kaç düşman birlikleri saldırdı, heyecan tavan yaptı. rafineri kurdum kumdan spice topladım. abi dedim koş gel değişik bir oyun var. abim geldi başladı oynamaya. sonraki ele geçti, karşımıza bir harita çıkmıştı nereye saldırabileceğimizi seçiyorduk. abim oynadı sonraki eli vs. dedi bu oyun güzelmiş, kalsın.

    ertesi gün heyecanlı bir şekilde oyunu açtım, o görevi ben geçmiştim. bir sonraki görevde, tank verdi yeni ünite olarak. ben böyle ağzımdaki salyaları siliyordum o an. heyecandan kalbim durmuştu. tank vardı ya oyunda, tank, boru değil! *
    abim geldi eve ben oynarken, koştum kalktım kapıda karşıladım. "ağğğbii dünkü oyun var ya, süpper çıktı o oyun, tank çıktı tank, görmen lazım" böyle çekiştiriyorum adamı. neyse abim geldi klasik "kalk bi bakayım" dedi ve başladı oynamaya, ben yanında heyecanlı heyecanlı onu izliyorum. sonraki ele geçti füze atan tank çıktı *. oyun iyiden iyiye güzelleşmişti. üniteler çeşitlenmişti, akşam yatağa yatınca uyumadan önce kafamda stratejiler kuruyorum böyle, önce bir quad yollarım dikkatlerini arkaya çekerim, o sırada launcherlar füzeleri ile düşman fabrikalarını vurur, launcherların önüne de 3-4 tank koyarım onları korusun diye falan ufff.. diyorum. tabi o zamanlar öyle fareyi çekeyim 10 tane ünite seçip, sağ click ile haritada bir yere yollayım diye bir olay yok. her bir elemanı seçip, yan taraftaki ünite menüsünden move'a tıklayıp, haritadan gideceği yeri seçip, bir sonraki üniteyi yollamak için de aynı işlemleri büyük bir sabır ve dikkatle tekrar ederdik. son üniteyi yolladığınızda, haritaya baktığınızda ip gibi kavimler göçü tadında bir kırmızı şerit görürdük. ilk ünite gideceği yere anca varmış olurdu zaten. tabi yolda giden topçusu tankınıza şöyle bir bakarken, yarısının yolda sandwormler tarafından mideye indirilmiş olduğunu görünce bir hüzün çökerdi. artık daha az eleman ile daha stratejik oynamak gerekiyordu. misal launcherların hedefi ıskalaması gibi eğlendiren, eğlendirirken düşündürten, hatta bazen salya sümük ağlatan bir olayı vardı.

    daha da ileriki görevlerde artık, devastatorlar, saraydan death handler çıkmıştı. haritanın her yerine saray dikip save edip edip füzelerimi yollardım. sonra oyun bitti, bir kere daha oynadım. bitti bir kere daha. atreides'ı ile ordos'u ile hepsi ile oynadım. gerçek zamanlı bir strateji oyunu idi bu. rts dediğimiz oyun türünün babası sayılan bir oyundu.

    daha sonra aradan yıllar geçti. sene 2000'ler lisedeyim. evde digiturk falan var, yine tgrt başında the x-files beklediğim bir akşam, zapping yaparken bir alman kanalında garip bir tv spotu dönmekteydi. değişik tipler vardı, dune diyordu, şu gün şu gün şu saatlerde diyordu. çıldırmıştım, oyunun filmini yapmış adamlar oha diyordum. heyecandan kalbim pıt pıt atıyordu. deliler gibi yayınlanacağı günü beklemiştim. türkiyeye göre geç saatte yayınlanıyordu, ama ona rağmen bizimkiler yatana kadar yarısı geçmişti. açtığımda da zaten hiç bir şey anlaşılmıyordu, almanca konuşuyolardı (sanki ingilizce olsa yalayıp yutacak) kırmızılı elbiseli şişko bir adam vardı, hah dedim bunlar benimkiler falan (her kırmızı elbise giyen nereden benimki oluyorsa). 3 gece boyunca parçalar halinde yayınlanmıştı ve nefesim kesilmişti. daha sonra 146'lı internet bağlantısı ile yahoo'ya girip araştırmaya başlamış bu filmin toprağı bol olasıca frank herbert adındaki bir beyfendinin kitabından uyarlama olduğunu öğrenmiştim. oha! bir de kitabı mı vardı! mutlaka okumalıydım. deli gibi kitabını arayıp bulmuştum. odamda ders çalışıyor ayağına gizli gizli dune okuyordum ben. (10'dan fazla kişiye hediye etmişimdir bu kitabı daha sonraları)

    beni sadece dune evreni ile değil, bambaşka evrenlerle, sınır tanımayan hayal güçleri ile tanıştırmada önemli rolleri oldukları için başta brett sperry ve bütün westwood studios çalışanlarına teşekkürü bir borç bilirim.
hesabın var mı? giriş yap