• --- spoiler ---

    kasvet

    kasvet

    daktilo sesi

    bunalımlar

    buhranlar

    kasvet

    daktilo

    yağmur

    kasvet

    aa johnny marr çıktı, du bakalım burdan sonra akacak heralde.

    film aniden biter. son.
    --- spoiler ---
  • bu ünlü müzisyen/tiyatrocu falan hayatlarını anlatan filmlerde ana karakterin diğer bütün hayat yollarını tiksindirici bulup bunu seçen kişileri aşağılaması zorunlu olmasaydı keşke.

    --- spoiler ---

    morrisey vergi dairesinde çalışıyor: beni öldürün. hayatım çürüyor. dosyalar çok saçma. yazarım ben sanarak elinde gezdirdiği defteri görüyoruz "yaşım ilerledikçe anlıyorum ki herkes embesil, ben hariç." brava. gerçekten.

    ablası markette çalışıyor bilgisi üzerine morrisey: "benim hayatta beşinci koridoru temizlemekten daha büyük vizyonum var."

    morrisey hastanede çalışıyor: "burada insanlar ölüyor yooo bir insan bu işi yapmaya kendini nasıl layık görür."

    morrisey iş bulma kurumunda adama: "bayım hiç bundan daha fazlası olabileceğinizi düşündünüz mü? mesela şair olabilirdiniz, size inanıyorum. (adam insanlara iş buluyor ama hayır şiir yazıyorum ben diyip sikko bir deftere parkta alt alta kelimeler döşerse daha yüce biri olduğu konusunda ısrarcıyız.)

    morrisey annesine ilk konserinin nasıl geçtiğini anlatıyor: "şimdi örgü örerken nasıl hissettiğini anladım ehuehh" (bir hobimizi aşağılamadığın kalmıştı allahın angutu).
    --- spoiler ---

    ama:

    1) ömrünü diğer bütün işleri ve yapan insanları hor görmeye (?) adamış tayfa genel olarak bu yollarda tutunamamış ve tazminatsız kovulmayı başarmış tayfa. dönün bakın ofislere, kimsenin şarkıcıya türkücüye garezi yok, ayrıca kızlar çok şeyyapmayın jim halpert'ler ofistedir, şiir yazmazlar.

    2) bu filmler hep bu yola hayatını vermiş diğer her şeye burun kıvırmış ailesine bile karşı gelmiş aç kalmış insanların başarı hikayesini anlatıyor ya işte o iş öyle değil. benzer hikayenin 9999999/10000000 'unda işin rengi annenin sarı emekli maaş kartıyla biter.
  • morrissey'in johnny marr ile the smiths'i kurduğu dönemlerine odaklanacak olan, jack lowden morrissey'i, jessica brown findlay de müzisyenin en iyi arkadaşı linder sterling'i canlandırdığı biopic. ilk fragman için
  • içte bir miktar hayal kırıklığı bırakan film. filmde insan (bkz: the boy with the thorn in his side) çaresizliği arıyor ancak malesef 1 saat 34 dakikada the smiths'i kuramadık.
  • 3 ekim'de filmekimi kapsamında izlediğimden beri the smithsle kalkıp smitshle yatıyorum. 80ler ingilteresiyle ilgili bulduğum her şeyi dinliyor, okuyor ve izliyorum.
    filmin müziklerden ve karakter yaratma çabasından uzak, realist havası beni içine çekti, işe yaradı.

    genç morrissey'in milleti aşağılama huyu beni rahatsız etmedi. yani böyle bir insan zaten. karakterinin, böyle komik olduğunu ve sosyalleşiğini düşünen zayıf bir yanı olduğu adamın tüm röportajlarından belli zaten.

    manchester-londra arasındaki gerilimin güzel verildiğini düşünüyorum. kalanlar siliniyor, giden kendini kurtarıyor misali. küçücük odasında kitaplardan fısıldayan seslerle karanlıkta yolunu bulmaya çalışan bir gencin hikayesi işte.

    beğendim, izleyin.
  • yıllarca cayır cayır metal dinlemiş ve otuzundan sonra dünya rock tarihindeki kilometre taşlarını/dönüm noktalarını yan yakıla kapatmaya çalışan bir karakter için beklentiyi yükselten ammavelakin bunu karşılamaktan uzak yapım.

    70'lerin sonu 80'lerin başında ingiltere taşrasında* merkezdeki müzikal akımlara karşı nasıl bir direnç olduğu, bu meydan okumanın nasıl bir düşünsel temele dayandığı merak edilirken erken gençliğinin maddî ve manevî buhranlarından çıkmaya çalışan steven'ın öyküsünü anlatan biyografik film.

    kapalı mekanlardaki sarı ve tonlarındaki güzel renk paletiyle akılda kalabilecek bir film.
  • morrissey'i değil steven'ı anlatan filmdir. yıllardır hayranlık duyduğum bir sanatçının geçmişini konu alıyor diye heyecanla izledim fakat alelade bir film olarak değerlendirildiğinde senaryosu kesinlikle sınıfta kalıyor.

    daha güzel bir biyografik film tavsiyesi; control.
  • morrissey hakkında her şey olmayan film, still ill dinlerken duyması keyifli bir söz.
  • sevdiğim filmdir. the smiths dinleyeceğiz diye gitmeyin ama. morrissey'in morrissey olmadan öncesini anlatmış yani oraya gelmiyor. dünyada iz bırakmaya çalışan bir gencin hikayesi gibi izlemek daha mantıklı. yine de filmde kullanılan müzikler çok hoşuma gitti. manchester' da çalan sex pistols göndermeleri falan eh be dedirtti.

    daha önce birkaç yapımda izlediğim ve oldukça sevdiğim jack lowden'ın morrissey'i oynadığını duyunca ne alaka demedim değil, gelin görün ki olmuş! vallahi olmuş. baya da iyi olmuş hatta. ben sevdim oyunculuğunu, karaktere bürünüş şeklini vs. özellikle sonlarda o meşhur saç şeklini yapınca baya morrissey'e dönüştü.

    eskişehir 'de olanlar gitsin görsünler, salon doldursunlar. 5-6 kişi gidiyor diye sürekli gelmiyor bu filmler sonra.
  • filmekimi'nde bilet bulabildiğim filmler arasından en severek izlediğim film. jack lowden dış görünüş olarak pek morrissey'e benzemese de performansını beğendim. dunkirkteki adam olduğunu fark edince de şaşırdım. çok değişmiş bir saç boyaması ile. pek çok kişi filmi beğenmemiş, yetersiz görmüş ve nedenini anlıyorum ancak morrissey, the smiths ve özellikle o dönemin puslu ingilteresini seven biri olarak çıktığımda yüzümde hafif bir tebessüm bırakmış filmdir.

    bu arada, morrissey zaten sürekli "uff insanlardan nefret ediyorum hepsi iğrenç :/" diye gezen bir tip, çok da garipsememek lazım.
hesabın var mı? giriş yap