400 entry daha
  • olmuş dizidir. şimdi bitirdim. tek seferde.

    kentin fethiyle ilgili çok sayıda söylenti mevcut, akşemsettin'den tut, ulubatlı hasan'a kadar bildiğimiz çok sayıda konuya dizide yer verilmemiş. "ben padişahsam gelin ve ordunun başına geçin" diyen mehmet değil miydi?

    sonuçta yapımın ve yapımcının kendi tercihleri ve sergilemek istediği, önem vermek istediği şeyin ne olduğuyla ilgili bir durum bu. tartışmaları anlamlı bulmuyorum.

    her iki hükümdara yeterince sahne ve önem verilmiş, yerme görmedim, kimsenin hakkının kimsede kaldığını sanmıyorum. tek belirtebileceğim şey, bizans tarafında giovanni giustiniani ve konstantin dragazes var, bizim tarafta sanki sadece fatih sultan mehmet var. demek istediğim bir tane de sağlam türk savaşçıyı savaş alanına dahil edebilirlerdi. yine de fazla savaş sahnesi olmadığı için ve savaş anlarında genelde toz, duman ve karanlık olduğu için bunu es geçmeye çalışabilirim.

    kentin çok zor alındığını zaten biliyoruz, bunu efsanevi bir dille, şöyle büyüğüz böyle büyüğüz diyerek abartmak gerçeği değiştirmiyor. dolayısıyla bu durumu da es geçiyorum.

    sonuçta bir senaryo var, her anı tamamen tarihle örtüşecek değil, zaten örtüşmüyor da. aslına bakarsanız okuduğum kaynaklarda da kesin ve net bir bilgiye rastlamadım kentin tamı tamına nasıl düştüğüyle ilgili.

    arada giren bilim insanları hükümdarları, karakterleri ve savaş stratejilerini, bazen kentin ve kuşatmanın durumunu yorumlamışlar. bununla ilgili baz aldığım dizide görünen yazarlardan en yaşlı amca olan (beyaz saçlı) daha önce kitabını okuduğum roger crowley - 1453'tür. bu adamı çok kez okumuştum çünkü tezimde bu kitabından da faydalanmıştım.

    ay tutulması crowley'de geçiyor, ancak ayasofya üzerinde çakan yıldırımlardan tam emin değilim.

    istanbul ve bu kent hakkında, aynı şekilde bizans ve roma tarihi hakkında çok sayıda eser okudum, halen de bu tarihe ilgi duyarım.

    -----------------------------------------------------------------------

    bunun haricinde radi dikici'yi de fetih günü kaynağı olarak tezimde kabul etmiştim. 29 mayıs 1453'te olanları onun anlatımıyla buraya ekliyorum.

    kentin düşüşü

    29 mayıs salı saat tam 01.30’da davullar ve trompetler çalmaya başlar ve osmanlı birlikleri savaş naraları atarak saldırıya geçerler. buna rağmen surların üzerindeki bizans ve latin birlikleri sakin bir şekilde düşmanın yaklaşmasını beklerler. bir gözcü, surların üzerinde işaret verince şehirdeki tüm kiliselerin çanları çalmaya başlar. şehirdeki savaşacak durumda olan herkes buna rahip ve rahibeler de dahildir ya savaşmak ya da savaşanlara yardım etmek için oradadır. bunu yapamayacak durumda olanlar kilisede toplanıp dua ederler. çünkü onların inancına göre kafirler şehre girip kutsal mekanlara saldırınca tanrı tarafından gönderilen bir melek gelecek ve kutsal kılıcıyla bütün kafirleri yok edecektir.

    ıı. mehmet bu sefer planını gayet dikkatli yapmıştır. yeniçerileri yedekte bırakır ve başıbozuklarla saldırıya başlar. her ülkeden bir sürü maceraperestin yer aldığı başıbozuklar, sultanın onlara vaat ettiği şehrin zenginliğini paylaşmak için büyük bir hırsla ileri atılırlar. bütün surlar boyunca süren saldırı esas itibariyle lycus ırmağının olduğu bölgede yoğunlaşır. bu bölgede surlar henüz çok güçlüdür. merdivenlerle surlara tırmanmaya çalışan başıbozuklar çılgınca savaşırlar. padişahın esas amacı başıbozuklar aracılığıyla bizans’ın dikkatini dağıtmaktır. ama karşıdaki bizanslılar ise çok tecrübeli ve iyi eğitimlidir. az sayıda olmalarına rağmen hiçbirinin surlardan sızmasına izin vermezler. başı bozukların büyük bir bölümü daha surların üzerinde varmadan atılan taşlar ve kızgın yağlarla yok edilirler. iki saat sonra hiçbir sonucun alınamayacağını anlayan padişah başıbozukların geri çekilmesi için emir verir.

    surların üzerindeki bizans güçleri bu atağın bir test amacıyla yapıldığını ve bu gecelik bununla geçtiğini zannederler ancak yanılırlar. bu sefer ishak paşa komutasındaki daha eğitimli ve özel kıyafetler giymiş anadolu birlikleri saint romanus sivil kapısının olduğu kısıma doğru saldırıya hazırlanır. urban topları önce kapıya ateşlenir sonra tam bir disiplin içinde saldırıya geçer ve surların dayandıkları merdivenlerle telaşa kapılmadan tırmanmaya başlarlar. ay bulutların arkasında olduğu için ne olduğu anlaşılmaz. merdivenlere tırmananlar taş ve kızgın yağ yağmuruna tutulurlar. büyük zaiyat vermeye başlayınca onlar da geri çekilirler. iki saat sonra yapılan yeni bir saldırı da bir süre sonra duraklar ve surları aşmaya yetmez. bunun üzerine urban topu tekrar ateşlenir ve gülle surlarda büyük bir delik açar. 300 anadolu askeri “şehir artık bizimdir” diye atılarak tekrar saldırılar. ancak imparator yetişir ve yanındakilerle birlikte bu birliğin önemli bir kısmını kılıçtan geçirirler. kurtulabilenler ise geri kaçarlar. sivil halkın yardımıyla topun açtığı delik hemen kapatılır.

    diğer bölgelerde de yapılan saldırılardan hiçbir sonuç alınamaz. hamza bey de padişahın amcası olan ve bizans savunmasına yardım eden şehzade orhan’ın savunmasını aşıp gemideki askeri bir türlü sahile çıkarmayı başaramaz. donanmanın haliç boyunca yaptığı saldırı da eriyip gider. padişaha anadolu güçlerinin de başarısız olduğu haberi gelince yedekte tuttuğu ordunun en tecrübeli 12.000 yeniçerinin artık savaşa sürülme zamanı geldiğini anlar. onlarda başarısız olduğu takdirde kuşatmayı daha fazla sürdüremeyeceğini bilmektedir. şehri koruyanların toplarlanmasına meydan vermeden gecikmeksizin saldırı emri verir. çünkü bilmektedir ki her saldırı 7.700 kişiden ibaret savunmacu sayısını giderek azaltmaktadır. yeniçeriler başıbozuklar gibi birden saldırmazlar. tam bir disiplin ve emir komuta zinciri içerisinde saldırırlar. top atışlarının gümbürtüleri ise konstantinopolis’in her yerinde dalga dalga yayılır. yeniçerilere hendeklere gelene kadar bizzat padişah refakat eder ve “haydi aslanlarım gün sizin gününüzdür” gibi cesaretlendirici sözler söyler. dalga dalga saldırırlar ve daha sonra merdivenleri surlara dayayarak hızla tırmanmaya başlarlar. müdafiler merdivenleri taş ve kızgın yağlarla devirseler bile hemen ardındaki paniğe kapılmadan onların yerini alır. bizanslılar yavaş yavaş yorulmaya başlarlar. hiç dinlenmeksizin 4 saat süreyle çarpışmaktadırlar. ümitleri ise giderek tükenmektedir. kilisenin çanları neredeyse top seslerini bastırır.

    bir saat süreyle göğüs göğse çarpışmalar devam etmesine rağmen yeniçeriler müdafaayı kıramazlar. savaşan hıristiyanlar giderek saldırının yavaşladığını fark edince tekrar ümide kapılırlar ancak talih onlardan yana değildir. tek sıralı olan blakhernai surlarının çift sıralı surlarla birleştiği yerde pek de kullanılmayan ve kulenin adeta gizlediği küçük bir kapı vardır: kerkaporta kapısı. çok önceleri daha kuşatma birliklerinin uzaktan ilk göründüğü 2-3 nisanda onlara saldırmak için küçük bir birliğini çıkışı için kullanılmış daha sonra da kuşatma sırasında bu kapıdan çıkılarak karaca paşanın birliklerine zaman zaman sürpriz saldırılar yapılmıştır. en son saldırı birliği dönüşte kapıyı kapatmayı unutmuştur. gün daha ağarmadan 50 kadar yeniçeri kapının aralık olduğunu fark edince hızla içeri girer ve merdivenlerden tırmanarak en yakın kuleye çıkarlar. bizanslılar durumu anlar ve hemen oraya koşarlar ama kapıyı kapatmaya zaman olmaz.

    gün yavaş yavaş ışımaya başladığında şehrin kaderini değiştiren en önemli olay vuku bulur. şehrin müdafaası sırasında büyük destek veren ve gerçekten çok başarılı olan guistiniani longo göğsünden vurularak ölümcül bir yara alır. kanama durdurulamaz ve o da adamlarından kendisini savaş alanından çıkarıp gemisine götürmelerini ister. imparator zaten ona çok yakın bir yerden savaşmaktadır. hemen koşar ve ona savaş alanını terk etmemesi için yalvarır. ama longo o derece ızdırap içindedir ki imparatoru dinleyecek halde değildir. aceleyle bir sedyede konur ve imparator emriyle iç surdaki kapı açılır. onu oradan limana taşırlar. sonunda kendi gemisine varır. komutanlarının ayrıldığını fark eden cenevizlilerin bir kısmı iç surlara kayarlar. ama daha çoğu savaşın kaybedildiğini düşünerek bulundukları yeri terk edip gemilerine dönerler. artık osmanlıların karşısında birkaç bin kişi olan bizanslılar vardır.

    savaşı dikkatle izleyen sultan durumu meydana gelen değişikliği hemen anlar ve önünde saldırıyı sürdürenlere bağırır “haydi aslanlarım saldırın şehir bizimdir.” ulubatlı hasan adlı bir yeniçeri ve 30 arkadaşı ileri atılır ve surların ilk sıralarını aşarlar. orada ilk defa bir köprübaşı kurulur bizanslılar iç kale duvarlarına çekilmeden önce hasan ve arkadaşlarının tümü öldürürler. arkadan gelen birlikler köprü başını artık bırakmazlar. yeniçeriler hızla 2. surlara saldırıp bizans askerleriyle göğüs göğse savaşırlar. tümünü öldürünce o bölgede artık koruyucu kimse kalmaz. tam o sırada kerkoparta kapısını yanındaki kulenin üzerinde bir osmanlı bayrağının dalgalandığı görülür. çünkü kerkaporta kapısı’ndan girip kulenin tepesine çıkan küçük bir birlik bizanslılar tarafında tümüyle yok edilse bile osmanlı bayrağını kimse fark etmemiştir. bayrağı gören şehir halkı “şehir düştü” diye bağırarak kaçmaya ve meleklerin kendini kurtaracağı umuduyla ayasofya’ya koşmaya başlarlar. durumu anlayan imparator kapıyı kapatıp bayrağı indirmek için koşar ama panik birden yayılır ve emir dinleyen kimse kalmaz. osmanlı birlikleri o kapıdan hızla girmeye başlarlar. imparator artık şehrin düştüğünü anlar. yaşaması için bir neden olmadığını düşünerek atına atlayıp bu sefer lycus bölgesine gider. orada göğüs göğse yapılan savaşa katılır ve onlar sonra onu bir daha gören olmaz.

    artık osmanlı bayrakları blakherna bölgesindeki kulelerde de dalgalanmaya başlar dış ve iç surlardaki bütün kapılar açılır ve ordu dalga dalga şehre akmaya başlar o sırada haliçte bütün donanma askeri de yağma için gemilerden kente akın ederler. kent halkının bir kısmı kendilerini ve aileleri için evlerine sığınırken bir kısmı da gemilere koşarak aileleriyle şehirden kaçmaya çalışırlar.

    şehir içinde bazı direnme noktaları da olsa bunlar kısa zamanda bertaraf edilir ve limanlar dahil tüm kent osmanlı elindedir. büyük konstantin tarafından 11 mayıs 330 pazartesi günü nuova rome-yeni roma adıyla konstantinopolis’i başkent yaparak başlayan roma imparatorluğunu daha çok bilinen adıyla bizans imparatorluğu macerası 1123 yıl 18 gün sonra biter. 29 mayıs 1453 salı günü sabahın erken saatlerinden itibaren biter ve o da tarihin sayfaları arasında yerini alır.

    radi dikici - şu bizim bizans - sayfa 458-463 (remzi kitabevi 2007 2.baskı)

    -----------------------------------------------------------------------

    burada da roger crowley'den alıntı yaparak bazı kısımlarına ek bilgiler eklediğim o dönemki sur - savaş bir takım gereksiz mühendislik bilgileri var.

    kentin durumu ve savunma hatları

    konstantinopolis kentinin yerleşim planını oluşturan üçgenin batısında yapımı theodosios'a atfedilen, marmara denizi'nden haliç'e kadar uzanan ve konstantinopolis'i geleneksel bir kara saldırısına kapatan 6.5 km uzunluğunda kara surları vardı. kentin tarihinde en kayda değer olayların çoğu bu olağanüstü yapı boyunca yaşanmıştı. neredeyse kentin kendisi kadar uzun ömürlüydü ve akdeniz dünyasında efsanevi bir kalıcılık simgesi haline gelmiştir. kenti ele geçirip yağmalamaya gelenlerin çoğu için kentin ilk görüntüsünü, kesintisiz uzanan kara surlarının yarattığı caydırıcı dorukları oluşturuyordu. kireç taşından örülme duvarlar, kırmızı roma tuğlasıyla yatayda, okçu mazgallarıyla dikeyde çizgilenmiş parlak beyaz bir yüzey oluşturmaktaydı. kare, altıgen, sekizgen, yer yer de yuvarlak kuleler birbirine öylesine yakındı ki, bir haçlı askerinin zamanında vurguladığı gibi “yedi yaşındaki bir çocuk kuleden kuleye elma fırlatabilirdi”. imparatorluğun kartal amblemli flamalarının rüzgarda gururla dalgalandığı iç surlar birbirini izleyen katmanlar halinde yükseliyordu.

    barış zamanlarında insanların, hayvanların girip çıktığı, sıkı denetim altında tutulan kapıların yaptığı karartılar göze çarpıyordu ve batı uçta, marmara denizi'ne yakın bir yerde altın varakla kaplı mermer ve bronzla dekore edilmiş bir giriş ışıldıyordu. iki yanında cephesi cilalı mermerle kaplı birer kütlesel kule olan bu yaldızlıkapı, bizans'ın parlak çağlarında imparatorların kazandığı zaferlerin simgelerini -zincire vurulmuş yaya kralları, geri alınmış kutsal yadigarları, barbar köleleri ve ganimetlerle dolan arabaları en çok da ordunun büyük azimetini sergileyen bir törensel geçitti. surlar roma ihtişamının etkileyiciliğini gösteriyordu.

    kara surlarının kentin gelecekteki olgunlaşmış sınırlarını belirleyecek şekilde yapılmasından sorumlu kişi, yapıya adını verecek olan çocuk imparator teodosius değil, 5.yüzyıl'ın başlarında önde gelen devlet adamlarından ve çağın en bilge kişilerinden biri olan, kentin uzak görüşlülüğüne sonsuz minnet borçlanacağı antemius idi. 413 yılında inşa edilen ilk sur dizisi tanrı'nın kırbacı attila'yı 447'de kente saldırmaktan caydırmıştı. bir deprem aynı yıl, attila trakya'yı kasıp kavururken surları yıkınca tüm halk güç birliği yapıp krizin üstesinden gelecekti. on altı bin yurttaş iki ay gibi inanılmaz bir sürede sadece antemius'un orijinal yapısını onarmakla kalmamış, bunun dışına bir dizi kuleyle güçlendirilmiş ikinci bir sur daha çekmiş, onu da olağanüstü bir karmaşıklığa sahip yapısıyla aşılmaz bir engel oluşturacak bir hendekle çevrelemişti. kent artık o yönde beş ayrı sektör içeren belli bir savunma sistemi içine yerleştirilmiş 192 kulelik bir zincir ve 60 metre genişliğinde, dip noktası, kulelerin tepesinden 30 metre derinde olan bir hendek tarafından korunuyordu. bu başarı büyüklüğüne yaraşan bir gururla kayıtlara söyle geçecekti: “konstantinopolis bu duvarları zaferle iki aydan kısa bir zaman içinde inşa etti. “pallas'ın (athena) kendisi böylesi güçlü bir kaleyi bu kadar kısa sürede inşa edebilir miydi, bilinmez”.

    olgunlaşmış haliyle theodosios duvarı, barut çağı öncesi greko-romen askeri mühendisliğinin kent savunmasına dönük tüm birikimini özetliyordu. sistemin yüreğini hala anthemius tarafından inşa ettirilen iç duvar oluşturuyordu; çevre ocaklardan çıkartılma kireç taşı bloklarının daha iyi kenetlenmeleri için tuğla dizileriyle bağlanmasından oluşan dayanıklı bir çekirdekti bu.

    mazgallarla korunan savaş burçlarına içerinden dik merdivenlerle ulaşılıyordu. roma uygulaması gereğince kuleler duvarlarla birlikte örülmemişti ve her iki yapı dizisi bağımsız ama birbiriyle ilişki içinde yerleştirilmişti. 20 m. yüksekliğine ulaşan kuleler, üstüne kaya fırlatacak makinelerin ve grek ateşi'nin yerleştirilebileceği düz çatılardan oluşan odalara sahipti. gözcülerden biri oradan sürekli olarak ufku tarıyor, birbirlerini gece boyunca seslenerek uyanık tutuyordu. iç duvarlar 12 m., dış duvarlarsa daha alçak yaklaşık 8.5 m. yüksekliğindeydi ve bu dizinin üstüne serpiştirilmiş kulelerin yüksekliği de orantılı olarak daha azdı. iki duvar sırası birbirinden 18 m. genişliğinde bir terasla ayrılıyordu ki bu alan hendeği aşmayı başaran her saldırgan için ölüm tarlası oluşturuyordu. dış tarafı tuğlalarla desteklenmiş ve içten bir duvara dayanan hendeğin kendisiyse, yine 18 m. genişliğindeydi. hendeğin 1453 yılında suyla dolu olup olmadığı net olarak bilinmez. sistemin derinliği ve karmaşıklığı, duvarların sağlamlığı ve yüksekliğiyle savaş hattına sağladığı hakimiyet theodosius surlarını çağın geleneksel kuşatma olanaklarıyla donanmış bir ordu için neredeyse aşılmaz kılıyordu.

    surlar o denli uzun ömürlüydü ki, çeşitli bölümlerine ilişkin kısman unutulmuş ve efsanelerle yoğrulmuş bir tarihi vardı. kentin tarihindeki kimi dramatik anılara, korkunç ihanetlere, mucizevi doğumlara ve ölümlere tanıklık etmemiş parçası yok gibiydi.

    aynı zamanda kentin insanın ruhsal özelliklerini hagia sophia kadar güçlü bir şekilde vurgulayan bir başka yapı da surlardı. eğer kilise, cennet vizyonunun yansımasıysa, bizzat bakire'nin koruması altında olan surlar da düşman güçlere karşı bir kalkandı. surlar aşılmazlığının yanında manevi bir kalkan olarak da varlıklarını sürdürüyordu. yaratılan bu kutsal tunik askeri mühendislik yöntemlerinden daha etkileyeceği olduğu kabul edilen bir gerçekti. durumu ve hali ne olursa olsun surların onarımı için yardım etmek her vatandaşın kamu görevlerindendi. bunun yanında devlet hazinesinde her zaman surların bakımı ve onarımı için para bulunmaktaydı. zaman içerisinde doğal afetlerin surlara verdiği zararlardan hemen sonra onarılan duvarların üzerine onarım yazıtları konulmakta ve bu yazıtlar 447'deki ilk onarımdan 1443'e kadar olan dönemde surların evrimini yansıtmaktaydı.

    antik ve ortaçağ dünyasında olasılıkla hiçbir savunma yapısı kuşatma savaşının gerçeklerini konstantinopolis surları kadar net şekilde özetlemez. kent neredeyse tarihinin tamamı boyunca kuşatma altında yaşamıştır; savunma sistemleri kentin karakterinin ve tarihinin en derin unsurlarını, güven ve kaderciliğini ilahi esin ve pratik yeteneklerin uzun ömürlülük ve tutucuğun karışımını yansıtırdı.

    savunma yapıları v. yüzyıl'da olgunlaşmış ve sonrasında pek az değişim göstermiştir. kökenleri antik greklerin ve romalıların yöntemlerine kadar uzanan yapı teknikleri gelenekselliğini korumuştu. bizanslıların bu teknikleri geliştirmeye ihtiyacı yoktu, çünkü kuşatma savaşı herhangi bir ilerleme kaydetmeden durağanlığını koruyordu. temel teknikler ve donanın -yani abluka, dehliz kazarak ve merdiven dayayarak hücum, koçbaşlarının, mancınıkların, kulelerin, tünellerin, merdivenlerin kullanımı-uzun süreden beri gelişmemişti. avantaj her zaman savunmacıdan yanaydı; konstantinopolis örneğindeyse kentin denize kıyı bulunması bu avantajı daha da artırmaktaydı.
1663 entry daha
hesabın var mı? giriş yap