18 entry daha
  • muhteşem kelimesinin yetersiz kaldığı bir j.d. salinger kitabı.
    kitabı okurken zeka özleminiz içinizde büyüyor, büyüyor ve coşuyor. aile olmak fikri öyle güzel anlatılmış ki. zeka taşan diyaloglar. zooey'le saatlerce konuşmak, franny'nin saçlarını bloomberg gibi sevmek, mrs. glass'ın sofrasında beslenmek ve mr. glass veriyor diye mandalina yemek isteğiyle dolduruyor. karakterlerin, orada olanların, olmayanların hepsinin böylesine canlı, gerçek, bunca yakın olabilmesi büyüleyici. badana kokulu evde, eşya kalabalığının, kitap kokularının arasında o kanapede oturmak isteği yankılandı içimde. öylesine coşkulu, gümbür gümbür bir istek, böylesine içten, düşünceli, yüze vuran, gerçek konuşmalara dair...
    zooey'in kızkardeşiyle konuşma biçimine hayran kaldım. böyle bir abi istedim. kendi hata ve bencilliklerinin fışkırdığı upuzun konuşmaların hepsinde aslında benim için çabaladığını bileceğim. burnumun direği sızladı. taptım, bayıldım, sarsıldım.
    böyle saatlerce konuşsunlar benimle istedim. bitmesinler sayfalarla. anlatsınlar, aptallığı, sahteliği, arayışı, insanları anlatsınlar. sanattan anlamayanları, yazıdan anlamayanları, ego esirlerini, akademik konuşanların sığlığını, zeki geçinmek için aptallaşanları anlatsınlar. ezsinler yeri geldiğinde...
    "niye bu insanlardan sokakta yok? niye?" diye haykırmak istedim...
    "rekabetten korktuğum yok. rekabet edeceğimden korkuyorum" diyen franny'nin o tuvalette hıçkıra hıçkıra elindeki kitabı öpen ve geriye yanlış ve aptal -ve her nasılsa erkek arkadaşı olan- bir adamın oturmakta olduğu masaya yürüyüp de gülümsemeye çalıştığı, o hiçbir şey yiyemeyen solgun ve güzel görüntüsü öylesine tanıdık ki. yaşandı bir yerimde... bir yerimde bir tuvalette oturup da çünkü dizlerimi kendime çekip böylesine çok ağlamıştım ve gülümseyebilmek için çantamda sürekli taşıdığım bir nesneyi -defteri ya da kitabı belki de- öpüp saçlarımı düzeltmiştim. ve evime dönüp annemin çorbalarına babamın mandalinalarına sığınıp hayat bitmiş gibi yığılarak kanapelere ve dua yerine bir ismi sayıklayarak, hatta bir kediyi sevmiştim, sanki... öylesine gerçekti franny...
    kendimi hatırladım... içime dokundu bu kitap. fazlasıyla..
    zooey gibi bir abinin ve genel olarak hayatta zekanın eksikliği ile içime dokundu, titretti, ağlattı bu kitap beni..
    bir daha unutulmamak üzere etkiledi.
    yan odadaki telefondan kırıcı ama gerçek şeyleri söylemek için telefon açacak birini deli gibi özledim..
    salinger zeka özlemimi giderdi ki anca kitaplarda giderilebiliyor belki de...
    catcher in the rye güzeldi, ancak bu kitapla salinger'ın benim için edebi bir deha olduğunu anladım. "öyle ki artık yazmayabilirsin de" dediği bir nokta geliyorsa insanın... sonraki kitaplarıyla o nokta gelmiş demek ki kendisine.. iyi mi kötü mü bilmiyorum. saygı ve hayranlık içinde iç çekiyorum.
83 entry daha
hesabın var mı? giriş yap