2 entry daha
  • hormonsuz insanların, organik yaşamlarının filmi.

    ingilizce konuşan bir aborijin’in anlattığı, atalarının hikâyesinin içindeki bir başka hikayeden oluşan bir konusu var. böyle dediğime bakıp da, iç içe geçmiş karmaşık bir kurgu filan olduğu sanılmasın. olayın özü, aborijinlerin tıpkı ataları gibi benzer sorunları yaşamaları. çok fazla değişen bir şey yok yani hayatlarında. adamın bugün yaşadıklarını, yıllar önce ataları da benzer şekilde yaşamış, o da onu anlatıyor.

    yıllar önce bir çift yürek isimli kitabı okuyup aborijinlerin olağanüstü insanlar olduklarına kanaat getirmiş benim gibi bir meraklı için bu film, bulduğum ilk fırsatta, imkan olan en büyük ekranda seyredilmesi gerekenler listesindeydi. pek çok insanın, gece görsem korkarım, yorumları yapacaklarını, üstelik de dal taşak meydanda çırılçıplak yaşayan insanların garip hayatlarını anlatan bu filme zerre ilgi beslemeyeceklerini bildiğim için, tek başıma seyrettim. sinemada değişik yaklaşımlar izlemekten gocunmayıp merakı olan kişiler eğer ki bu filme ilgi duyarlarsa, film keyfinin bozulmaması, “ne lan bu gulu gulu konuşan zencileri mi izliyorsun” gibi eleştirilerle dikkat dağılmaması için, onlara da tek başına izlemelerini öneriyorum.

    kitaptan kalan izlenimden dolayı görmeyi umduğum şey, herhalde hayatın sırrını çözmüş, susuz çölde, vahşi arazide, aç, güneş altında dahi olsa yaşamayı becerebilen, çölün ortasında suyun ve yiyeceğin onları çağıran sesini duyan ermiş insanların hayatları filandı. ama bu filmde bunları görmedim ben. zor hayat koşullarında takdir ettiğim yaşantılar gördüm tabii ki. bataklıkta timsahlardan korunmak için ağaç dallarına geçici yataklar yapmaları, ağaç kabuğundan tek kişilik kano imal etmeleri filan güzel şeylerdi. ama bütün bunlardan daha çok, kıskançlık, sabırsızlık, yanlış anlamalar, savaş, ceza gibi normal şeyler gördüm. sırrını çözmeyi umduğum bilge yaşlılar yerine –hepsi çırılçıplak olmak kaydıyla- kırmızı-beyaz boyalı, kemik burunlu bir büyücü, en güzeli bile çok çirkin sarkık memeli kadınlar, en yaşlısı bile incecik, dal gibi erkekler gördüm. güzeldi, değişikti.

    ama, artık avustralya’ya gidip aborijinler arasında doğayla bütünleşme isteğim pek kalmadı. hayatta her istek geçiciymiş, her şey bir hevesmiş gerçekten. ya da ben çok fazla ikizlerim* .
4 entry daha
hesabın var mı? giriş yap