1 entry daha
  • böyle paranoyak bir anti komunizm ile film noir elementlerinin bir araya geldiği ufak, kirli, sert bi mücevher diyelim bu film için. richard widmark bir yan kesicidir. ama sinemada kopil, kavruk olarak gösterilen yan kesicilere karşılık widmark sanki pentagon'a girip devlet sırrı çalabilen profesyonel hırsız gibi havalı ve serttir. birgün içinde devlet sırlarının bulunduğu bir mikroçipi çalar metroda bir kadından eskaza, olaylar gelişir.

    widmark'ın ahlaki kaygıları yoktur, vatanseverlik filan umrunda değildir, mikroçipi komunizlere satmakta bir sakınca görmemektedir. kadınlardan nefret etmekte, onlara güvenmemektedir. kadınların aşkını da, vatanseverliği de güvenilmez ve adamı arkadan bıçaklayacak duygular olarak görmektedir, duygularla işi yoktur.

    sonra işte bi kadın gelir, widmark kadının kendisinin iyiliğini istediğine bir türlü inanamaz, kadın ise widmark'ın hem kendisi hem de vatanı için iyi olanı yapmasını istemektedir. widmark'ın vatan sevgisinden uzak egoizmini bir kadının saf ve temiz aşkı yumuşatabilecek midir?

    holivudda sıklıkla görülen cinsten, ideolojik, politik sorunların daha basite, kişisele, bir aşk hikayesine paralel ilerlediği, iki paralel hikayedeki seçimlerin (kadını sevsem mi? vatanımı sevsem mi?) birbirine bağlandığı cinsten bir hikaye söz konusu. yeterli soyutlama seviyesine ulaştığımızda filmi ilkel bir antikomunizm hikayesinden ziyade dünyaya ve insanlara güvenmekten korkan ve bu yüzden egoizmi seçmiş bir adamın yumuşama hikayesi olarak okuyabilir, kazı çevirebiliriz. aslında kazı çevirmek her zaman mümkün.

    güzel çekilmiş, iyi oynanmış, ufak, kirli, sert bir film olduğunu söylemek yeterli aslında.
4 entry daha
hesabın var mı? giriş yap