82 entry daha
  • --- spoiler ---

    son zamanlarda izlediğim en keyifli, en samimi hollywood filmi. yol filmlerini çok severim, bu film de bir yol filmi. ama şu chevy chase'in başrolde olduğu, amerikalı ailenin toplanıp, avrupa'ya falan seyahate gittikleri yol filmlerinden değil. çok farklı. çok daha başarılı. senaryo ve oyunculuklar harika. film aslında bir komedi filmi ama filmin içerisinde bir çok dram da var. ancak bu dramatik anlar filme öyle yedirilmiş ki, filmin bütünlüğünü hiç bozmuyor.

    ilk sahnede, aile bireylerini tanıyoruz. evin 7 yaşındaki küçük kızı olive, bulundukları şehirde güzellik yarışmasında 2. olmuş ama aynı yarışmada 1. seçilen çocuğun diskalifiye edilmesiyle, california'da yapılacak olan 'little miss sunshine güzellik yarışması'na katılmaya hak kazanıyor. kocaman gözlükleri, şişko göbeğiyle o yarışmada iddialı olacağına pek inanamıyoruz. evin babası, başarı ve kazanma kavramlarına takmış, hatta 'kazanmak için 9 adım kuralı' gibi bir teori geliştirmiş bir eğitmen. devamlı başarılı olmaktan ve 'loser' olmamaktan bahsediyor. evin annesi, aile birliğine önem veren, tüm olumsuzluklara karşın aileyi bir arada tutmaya çalışan sevimli bir kadın. bu kadının kardeşi, yani evin dayısı, amerika'nın en iyi proust profesörü. bir gün üniversitedeki bir erkek öğrencisine aşık olur. çocuk buna yüz vermez, üstüne üstlük, gider amerika'nın en iyi 2. proust profesörüyle birlikte olur. bunun üzerine evin dayısı da intihar etmeye çalışır ama bunda başarılı olamaz. üniversitedeki işinden atılır ve ailemizin evinde gözetim altında tutulmaya başlar. evin abisi, 18 yaşlarında, ergenlik sorunları yaşayan bir nietzsche hayranı. aylardır ağzından tek bir kelime çıkmıyor, çünkü tek isteği bir jet pilotu olmak ve bu isteğini gerçekleştirene kadar da konuşmamaya ant içmiş. bir de evin büyükbabası var. ikinci dünya savaşı gazisi. eroin bağımlısı. ağzından küfür eksik olmuyor. küçük olive'i yarışmaya o hazırlıyor. işte bu birbirinden ilginç üyelere sahip olan ailemiz, olive'i yarışmaya götürmek için eski püskü, sarı bir vw minibüse atlıyorlar ve yola koyuluyorlar. yolda başlarına gelmedik kalmıyor. minibüsleri de, aile içindeki sorunlara bir metafor oluşturuyor adeta. devamlı sorun çıkarıyor, düzgün gitmiyor, eskimiş. başta herkesin istemeye istemeye katıldığı bu yolculuk, onca aksiliğe, onca acıya rağmen neşeyle sona eriyor.

    filmde devamlı üstünde durulan tema, kazanma ve kaybetme kavramları. evin babası "yeryüzünde iki tip insan vardır: kazananlar ve kaybedenler." diyor. ona göre özür dilemek, alay etmek, sadece kaybeden insanların yapacakları şeyler. burada amerikan sistemine bir eleştiri var. kazanma hırsı her zaman olumlu sonuçlanmayabiliyor. filmde de görüyoruz bunu. ancak bu konuda belki de en güzel mesajı evin dedesi veriyor. yarışmadan önceki gece olive'le konuşan dede, ona, "asıl kaybeden kişi, kazanmaktan korkan ve denemeye dahi cesaret edemeyendir. deneyen kişi, kazanan kişidir." diyerek olması gerekeni özetliyor. nitekim, filmin sonunda da bu sözün ne kadar doğru olduğunu görüyoruz.

    filmin eleştirdiği başka bir konu ise, estetik kaygısı. estetik uğruna küçücük çocukları bile barbie-chucky kırması yaratıklar haline getirmekten imtina etmeyen sistemin çarkına lanet okuyorsunuz. o filmin sonundaki güzellik yarışmasındaki çocukların hali nedir allah aşkına? o aşırı makyajlar, saç-baş... gerçekten mide bulandırıcı. tüm o boyalı, sıska çocukların arasında bizim gözlüklü, şişko, sade olive'imiz, gönlümüzün 'little miss sunshine'ı oluyor. diğer çocukların, kadınsı görüntülerle çocuksu hareketler yapmasını alkışlayan, katıla katıla gülen seyirciler, yaşının gerektirdiği şekilde olan ama kadınsı hareketler yapan olive'imizi izleyince pek de rahatsız oluyorlar nedense.

    yaşanan bütün olumsuzluklara rağmen aile olmanın kenetleyici ruhu filmin sonlarına doğru ortaya çıkıyor. tüm o ezik aile bireyleri, kendi güçlerinin farkına varıyorlar, sıradan insanlar gibi rol yapmanın, maske takmanın yerine, 'göründüğün gibi olmanın' insanı mutlu ettiğini ve insanı farklı kılan şeyin de, insanın kendisi olmaktan geçtiğini anlıyorlar. filmin en etkileyici sahneleri ise, dwayne'in renk körü olduğunu öğrendiğinde arabadan atlayarak bağırması, olive'in onun yanına gidip boynuna sarılması ve dwayne'in olive'i kucağına alması; richard'ın çok istediği işi alamadığını öğrendiğinde, aksi büyükbabanın richard'ı teselli etmesi; olive'in yarışmada sahneye çıkmasından hemen önce dwayne ve frank'in iskelede yaptıkları konuşma ve tabii ki filmin sonundaki güzellik yarışması gösterisi.

    tüm oyuncular da müthiş performans göstermişler. 11 yaşındaki abigail breslin, dünyanın en iyi çocuk oyuncularından biri. o yaşta o performansı gördüğünüzde, onun bir çocuk olduğuna inanamıyorsunuz. greg kinear ve steve carell sadece mimikleriyle bile güldürebiliyorlar. toni collette, anne rolünde çok başarılı. sorunlu ergen dwayne rolü, paul duno'ya çok yakışmış. filmin yarısından çoğunda tek kelime bile konuşmuyor ama bu anlarda bile oyunculuğuna hayran kalıyorsunuz. ve tabii ki büyükbaba rolünde alan arkin. bu sene, bu rolüyle 'en iyi yardımcı erkek oyuncu oscar'ı'nı aldı. fazla söze gerek yok sanırım. oscar demişken, film 'en iyi film' dalında da oscar'a aday olmuştu ancak kazanamadı. bunun yerine, aday olduğu diğer bir dal olan 'en iyi orijinal senaryo oscar'ı'nı kazandı. ayrıca abigail breslin'de daha 11 yaşında olmasına rağmen 'en iyi yardımcı kadın oyuncu' dalında aday olmuştu oscar'a.

    kahkahalarla gülmek, aynı zamanda hüzünlenmek, biraz düşünmek, sistem eleştirisi yapmak, empati kurmak istiyorsanız bu filmi öneririm. çok keyifli bir 100 dakika geçireceğinizden emin olabilirsiniz. ha, bir de proust'tan bahsetmeyi unuttum. frank'in iskelede dwayne'e söylediği proust'un sözleri de, filmin tümünü özetler nitelikte: "kötü anlarımız, en değerli anlarımızdır. bize en çok şeyi öğretenler onlardır."

    --- spoiler ---
281 entry daha
hesabın var mı? giriş yap