3 entry daha
  • bu muazzam güzellikteki film, alzheimer hastası ve çok yaşlı bir kadının hayatı üzerinden kaybolmak, hatırlamak, yaşlanmak, ölmek meselelerini çok ama çok güzel bir hikâye ve üslûpla anlatıyor.

    glenda jackson'ın eğer oscar bir kıstassa düzinelerce oscarı hak edecek denli güzel, etkileyici, hakikaten çok çarpıcı bir oyun ortaya koyduğunu söyleyebiliriz maud rolüyle. filmde ışıl ışıl parlıyor oyuncu. her sahnesinde enerji, ve güç hissi hissediliyor.

    bizler bu dünyada geçiciyiz. doppler'in dediği gibi insan bir var bir yok; bir gün var, bir gün yok. maud, birdenbire ortadan kaybolan, kendisi gibi yaşlı komşusu elizabeth'i bulmak için film boyunca uğraşırken bir yandan da kendi geçmişini, kaybolmuş hatıraları ve özellikle de kayıp kız kardeşini hatırlıyor, parçaları bir araya getirmeye çalışıyor. yavaş yavaş silinen zihninin, hatıraların onu bu yeryüzünde tarihsiz birisi yapmaya doğru götürdüğü her an kendine yazdığı notlarına bakarak direnmeye, var olmaya çalışıyor, çürüyen, çok paslanmış hantallaşmış zihninin derinliklerinde kendi çocukluğunu ve kaybolup gitmiş kızkardeşini de görüyor maud. ve hakikat neyse onu bulmaya çalışıyor. o hakikat öyle bir şey olmalı ki hem elizabeth'in nerede olduğunu ve başına ne geldiğini bulabilmeli, hem de birdenbire ortadan kaybolan kızkardeşinin akıbetini ortaya çıkarabilmeli. kırık küçük aynalar, kabak çiçekleri, küçük ölü kuşlar, çirkin yazılı küçük kağıttan notlar, dalgalı deniz kıyıları, kumsallar maud'un sis çökmüş zihnini zorluyor. büyükçe bir çukurun içerisinden eskimiş, unutulmuş o hakikat maud'a bakıyor...

    filmde iki yerde ağladım: önce otobüs durağındaki sahnede. ardından finalin tamamı boyunca.

    çünkü; ben, annem, ve bizden önce bu dünyadan çekip giden insan ya da hayvan nice sevdiğimizi düşündüm. annemin yan odadaki sessiz yatışını...bir lacivert deniz gibi gözlerini..ve ne kadar zamanımız kaldığını. ben de çocuk değilim ki. bizim bahçemiz de aynen maud'un bahçesi gibi...her bir çiçek, her bir ağaç kökü hatıra dolu.. hepsinin adları da vardı üstelik. oğlum dodi bile...

    bu televizyon filmini herkese öneririm. çok ama çok etkileyici, çok güzel, çok dokunaklı ve gerçek bir hikâye bu. kaçamayacağımız nihayetin ta kendisi. hepi topu belki seksen senelik bir ömürden geriye kalmış kemikler, her yanı solmuş, kaybolmuş hatıralar dolu hayatlarımızın ta kendisi...
2 entry daha
hesabın var mı? giriş yap