274 entry daha
  • ‘kendime notlar’
    ...

    ne vakit türk sinemasının, türk tiyatrosunun, türk edebiyatının sevilen bir yüzü hayatını kaybetse, bilindik tümce, farklı formlarda kulağa çalınır : “‘yeşilçam’dan bir çınar daha devrildi”, “türk tiyatrosu, bir çınarına daha veda etti” ya da “türk edebiyatı, bir çınarını yitirdi” … tamam kabul, ölüm zor zanaat … ama giderken veya gittikten sonra, ‘çınar’ olarak anılmak ne güzel, değil mi ? uzun ve verimli bir ömrü; gölgesinde himaye edip büyüttüklerini; emek verip inşa ettiklerini; el verip kattıklarını temsilen kocaman, görkemli bir ağaç olarak hatırlanmak … herkese nasip olmuyor sonuçta …

    size, ‘tosun paşa’yı izleyip izlemediğinizi sorsam, muhtemelen ilk aklınıza gelecek olan, 1976 yılı yapımı, yönetmenliğini ‘kartal tibet’in yaptığı ve başrollerde ‘kemal sunal’, ‘müjde ar’, ‘adile naşit’ ve ‘şener şen’i izlediğimiz ‘yeşilçam’ filmi olacaktır. oysa 1939 yılı yapımı bir ‘tosun paşa’ daha var, biliyor muydunuz ? o filmde de türk sinemasının ‘çınar’larını görmek mümkün … oyuncu kadrosu : hazım körmükçü, vasfi rıza zobu, halide pişkin, mahmut moralı, feriha tevfik ... yönetmen koltuğunda, çınarların çınarı oturuyor : muhsin ertuğrul ... ama senaryoyu adapte eden bir çınar değil, bir 'kayın' ... hem de 'karla kaplı bir kayın' : evet, nazım hikmet ...

    bahsi geçen film, müzikal bir komedi ve konu, 'tosun' adında gayrimeşru bir bebeğin etrafında gelişiyor ('tosun paşa' afiş). afişe dikkatlice bakılabilirse eğer (alt orta görsel), 'tosun paşa'yı canlandıran bebek, hemen farkedilecek (film çekildiği sırada henüz yaşını bile doldurmuş değil). o yaştaki bebeğin kadroya nasıl dahil olabildiğinin yanıtı ise basit : babası sayesinde ... o baba ki çoğumuzun hafızalarında, yıllar içinde rol alacağı iki yüzü aşkın türk filmindeki 'yufka yürekli komşu amca', 'iyi niyetli dede', 'şefkatli baba' tiplemeleriyle ve her daim güleç yüzüyle yer edecektir : fazilet renan fosforoğlu. bir çınarın, bir kavak dünyaya getirmesi beklenemez elbette … bir çınardan yine bir çınar olacaktır, hatta belki iki tane …

    1939 yılında, bir yaşında sinema dünyasına adım atmış olan 'ferdi merter’le (fosforoğlu) tosun paşa filminden 57 yıl sonra tanıştığımda, bu sefer ilginçtir ki sahnede olan bendim. 'çınar'lığının en verimli dönemini yaşayan o ise, sahne önünde direktifler yağdırmakta olan yönetmenimiz konumundaydı, hocamızdı … ve hiç aklımdan çıkmayan o gün, elinde bir 'kızılcık sopası' vardı ...

    boş salonun, boş koltuklarına bakan sahne üzerinde, prova halinde on iki kişiydik. haftalardır, hocamız tarafından teatral bir sunum olarak uyarlaması yapılmış olan uzun, epik bir şiiri sahnelemek üzerine çalışıyorduk. bir 'çınar'ın yönetmenliğinde çalıştığımız eser, adını yukarılarda andığım 'mavi gözlü dev kayın'a ait 'kurtuluş savaşı destanıydı'. az önce, koreografi ile alakalı direktifler vereceğini zannettiğimiz 'ferdi merter hoca'dan, nev'i şahsına münhasır tonlamasıyla sarfettiği ve hepimizi ters köşeye yatıran bir talimat almıştık :"sizden bir ağaç olmanızı istiyorum !". şimdi hepimiz, oyunu bir kenara bırakmış halde, en emprovize şekilde, tohumun fidana ve fidanın da en nihayetinde bir ağaca dönüşümünü canlandırmaya çabalıyorduk sahnede.

    sahnenin en solundaydım. yüzüm, sanki yere ağlarcasına kapanmış, zeminde birleşmiş kollarım arasına gömülmüş durumda ve çenem, dizlerime değdi değecek şekilde, platformun tozlu parkelerinin üzerinde iki büklüm, kımıltısız yatıyordum. sahnenin önünde, elinde sopayla, bir 'star trek' (uzay yolu) karakteri olan 'dr. (leonard) mccoy' volta atmaktaydı ve ara ara ağzından çıkanlara kulak kesilmiştik hepimiz (dr. mccoy) :)) ... 'ferdi hoca', bir dublaj üstadı olarak, 'de forest kelley'nin hayat verdiği 'dr.mccoy' karakterinin sesi olmuştu yıllar yılı, televizyonda ve sinemada ... ve hatta, senaryosunu kendisinin yazdığı 'turist ömer uzay yolunda' adlı yerli yapımda, 'dr. mccoy'u (doktor mccoy) bizzat canlandırmıştı bile ... ve şimdi sahnenin önünde, elindeki sopayı ara ara boşlukta sallayarak ıslık çaldıran ünlü yabancı karakterin ünlü türk sesi, bize 'nasıl ağaç olabileceğimiz'le alakalı talimatlar vermek yerine, 'ışınla bizi scotty' deyiverse, şaşırmayacaktık vallahi ...

    'ferdi hoca', ışık hızı şöyle dursun, tam tersine en ağırdan alarak ve uzun mu uzun 'es'ler eşliğinde, usul usul tarif ediyordu, bir ağacı nasıl canlandırabileceğimizi. fakat sahne arkadaşlarımdan farklı olarak bir tek benim odaklandığım bir husus vardı ki o da hocanın elinde tuttuğu sopaydı. sanırım o esnada yine bir tek ben ayırdındaydım, 'anton çehov'un vaktiyle dile getirdiği, tiyatronun altın kuralının : "eğer ilk sahnede duvarda bir silah asılıysa, oyunun sonunda mutlaka patlar". kimse farkında değildi ama bu bir ders değil, bir 'konsantrasyon' testiydi. 'sopa, 'silah'tı ve eninde sonunda mutlaka patlayacaktı. hoca, sakin ses tonuyla ara ara konuşarak bize yol gösteriyor, dikkatimizi 'ağaç olma'ya çekiyordu.

    sahneyi paylaştığım arkadaşlarımın kımıl kımıl hareketlenmelerini, göremiyor olsam da hissediyordum : nasıl göründüklerinden habersiz şekilde, kıvrıla ayaklana ağaç olmaya çalışıyorlardı sahnede. bense, 'benden nasıl bir ağaç olurdu'yu düşünüyordum kımıldamaksızın yüzüstü yattığım yerde. teknik üniversite görsel son sınıftaydım ve ne yapmam gerektiğine hala karar verememiştim. kim bilir kaç tane şirket mülakatını kaçırmıştım şimdiye kadar ? ya da cidden kaçırmış mıydım ? profesyonel iş hayatının hiyerarşisinde yapamayacağımı, emir alamayacağımı, itaatkar olamayacağımı bildiğim için bilerek katılmıyordum mülakatlara. okul biter bitmez hemen askere mi gitmeliydim ? peki askerden dönüşte ? düşünüyordum, düşünüyordum ve 'benden nasıl bir ağaç olurdu ?'nun yanıtını bulamıyordum. ferdi merter hoca, tamamen sessizliğe bürünmüştü. adım gibi emindim ki elindeki sopa, sahnenin bir köşesinde patlamak üzereydi. peki sopanın sesi gürültüyle yankılandığında, konsantrasyonu bozulacak olanlar, ağaçlar mı olacaktı yoksa ağaçları canlandıranlar mı ? dönüp babamın yanında çalışmak peki ? ne vakit bir aile kurabilirdim ki ben ? bir baba olur muydu benden ? 'ferdi hoca'nın önerdiği şekilde tiyatroyu ciddi ciddi düşünmeli miydim ? yoksa durup hayatın direttiklerini kabul mu etmeliydim ? yoksa tercihler arasında seçim yapmamayı mı seçmeliydim ? kuralların farklı olduğu başka bir hayat aranabilir miydi görsel ? etrafımdaki tüm ağaçlar, kendilerinden beklendiği şekilde sorunsuz, nizami olarak büyürken ben .... çaaaattttttttttttt !!!!

    ...

    kıymetli ferdi merter hocamın, elindeki sopayı, sahne zemininde patlattığı o dakikanın üzerinden yaklaşık 27 yıl geçmiş vaziyette şimdi. bir küçük taş evin giriş kapısının eşiğinde oturur haldeyim, bu satırları yazarken (eşik, eşik) ... o yıl, o gün, o an, hocanın talimatı gereği, sahnede ağaç olmaya çabalarken iki büklüm halimle, uyuyakalmışım da bu eşikte uyanmışım sanki ... belli ki beni bekleyen bir sahnem yok ... gerçekle yüzleşmek gerek : çınar olmaktan çok uzaktayım demek. aynen büyük ustanın da bir şiirinde dediği gibi : 'bence, şimdi (hatta belki çok ama çoktan beri) ben de herkes gibiyim'.

    ne çabuk geçmiş yıllar. sıradanlığının farkına vardığında ve hazmettiğinde kişi, aleladeliğini, ağaç olamamış ama gayet insan kalmış olmanın şerefine yudumlanan bir kadeh şarap eşliğinde, çevreyi ve olan biteni ayırt edebilmek, en güzeli ... ve ben, şöyle başımı kaldırıp da tam karşımdaki erik ağacına baktığımda, ağaca tırmanmış halde, zayıf bedenlerinin, üst dallardaki eriklere uzanmasına yardımcı olan dört tane gencecik cılız bacak farkediyorum (erik ağacında çocuklar) ... yılların boşa geçmediğini kanıtlayan iki fidana sahibim demek ki ? hangi aklı başında kadın, benim gibi bir zır deliden, iki çocuk yapmış olabilir ki ?

    erik ağacındaki bu manzara karşısında işler değişiyor ama şimdi ... hayatın yığınla acı testinden geçtikten sonra hazır da konsantrasyonum yerli yerindeyken, belli ki zamana kendi izlerini bırakacak ağaçlarla işim, henüz bitmemiş benim ... kendim olamadım belki ama acaba türleri henüz şekillenmemiş bu iki fidanın, çınar olmalarına katkıda bulunabilecek miyim ?
15 entry daha
hesabın var mı? giriş yap