11 entry daha
  • geçenlerde, bir arkadaş ile telefonda konuşurken, bana aniden bir fotoğraf gönderdi. rastgele karalanmış bir kâğıttı gönderdiği. "bu sana neyi tedai ettiriyor?" dedi. suali yöneltiş şeklinden anlaşılıyordu ki; burada bir “tuzak” vardı. biraz düşündüm, "kandinski'nin kompozisyonlarını hatırlatıyor" cevabını verdim. muhtemelen minik çocuğu çizmiştir diye düşündüm kendi kendime. sonra doğruladı beni. bu girizgahtan sonra kandinski'den söz etmek istiyorum.

    vasili kandinski mücerret (soyut) ressamların ilklerinden sayılır. resmi bir mânâda müziğin dili olarak kabul ederdi. çocukken piyano ve viyolonsel çalardı. resim de, musiki de onu her zaman büyülerdi. ilk resim malzemelerini biriktirdiği paralarla satın aldığında henüz on üç yaşındaydı. tabiata ve renklerin temaşasına karşı koyamayacak kadar saf ve masumdu. bütün büyük sanatçılar çocuklar gibi saf tecritte bulunur.

    michael sadler, vasili’yi şöyle tarif ediyor: "müziği resmetmektedir. müzikle resim arasındaki duvarları yıkmış ve daha iyi bir resim arayışıyla 'bediî zevk' adını verdiği saf duyguyu ifâde etmeye çalışmıştır. zevkle iyi müzik dinleyen herkes, açık, fakat izâhı imkânsız bir heyecanın varlığını kabul edecektir." hakikaten mücerret resim de, musiki gibidir. müzik kulağı ters yolda olmayan; cılız anlayışlı insanlar bile kandinski'nin resimlerindeki acayipliği sezecektir.
    fransız bestekâr claude debussy'nin eserlerini dinleyen birisinin hatırına müşahhas şeyler pek az gelir mesela... "deniz"i (la mer) dinleyelim şimdi…

    debussy’nin de bir çocuğunki kadar saf ruha sahip olduğunu söyleyebiliriz. kandinski yalnız müziği seçseydi, debussy olabilir miydi? bilemiyoruz… ikisinin de çocuklar kadar saf anlayışa sahip olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz.

    çocuk ruhundan kastettiğim şey hayalin (imajın) körelmemesi. kötü, zevksiz şeylere karşı direnç göstermek ve ayırt edebilmek…
    picasso, çalışma odasına girmeden önce meâlen şöyle demiş ya: "çalışmaya başlamadan önce ruhum dışındaki şeyleri dışarıda bırakıyorum; tıpkı camiye giren bir müslüman'ın ayakkabısını dışarıda bırakması gibi!" işte “tecrit”ten kastımızı picasso’nun sözleriyle açıklamış bulunuyoruz.

    ***

    bir çocuk ruhlu daha: cy twombly
    bir başka çocuk ruhlu sanatçı da ressam cy twombly… bu adamın eserlerinin çoğunun, bir çocuk tarafından yapıldığı düşünülebilir.
    twombly, 1953'te new york’s stable gallery’de bir solo sergi düzenlemiş ve birçok münekkitten kötü yorumlar aldı. galerinin kurucusu olan eleanor ward sergide olanları şu şekilde anlattı: “birkaç sanatçı dışında herkes twombly'e düşmanca davranıyordu. meşhur bir eleştirmen o kadar dehşete kapıldı ki, alnını kaşıyarak sokağa çıktı ve daha sonra galerinin olduğu bloktan kaçtı.” twombly, dışavurumculuktaki kendine has üslubuyla uzun süre alay mevzuu olmuş… 1957'de roma'ya yerleşmiş. yunan-roma mitolojisi ve klasik edebiyattan beslenmiş. buradaki karakter ve figürleri resmediyormuş meğer; tabiî bu çok sonraları anlaşıldı.

    twombly bence bir yönüyle, insanları bir çocuk kadar heyecanlı, tutkulu ve hayalperest ve dahası saf olmaya davet ediyor. onun müphem eserlerine dair kendi dilinden bir ipucu: “çizgim çocuk gibi, ancak çocuksu değil. taklidini yapmak oldukça güç. bu kaliteyi elde etmek için kendinizi çocuğun çizgisine yansıtmanız gerekiyor. bunu hissetmek zorundasınız."

    böyle insanların gördüğü ile bizim baktığımız "şey"ler arasında fark vardır. büyüyüp de içindeki çocuğun sesini duyabilmek utanılacak bir şey değildir. çocuk ruhlu insanlar ibda edici rollerini kaybetmeyenler olabilir mi?

    buradan kendimize bir misyon çıkarmak gerekirse; ne kadar çocuk ruhlu kaldığımızı sorabiliriz herhalde...
3 entry daha
hesabın var mı? giriş yap