7 entry daha
  • etnik bir varlık olarak insan anlayışı yaşanması gereken bir süreçti. acıları da mutlulukları da beraberinde getirdi. aralardaki keskin uçurumlar, kalın çizgiler ve birbirini öteleme sorunu, akan kanların temelini oluşturduğu gibi mutluluğa giden yoldaki manevi dinamikler olarak varlığını korudu. sadece ırk ve kan bağlamında bir ayrımsamayı da kastetmiyorum. din de bu tefrikanın aleti oldu asırlarca. oysa bu kitapların manası bir birine benziyordu fazlasıyla.

    maalouf'un les identites meurtrieres isimli kitabı bu konudaki yapılabilmiş en sağlıklı ve duyarlı analizleri barındırıyor. arap asıllı fransada yaşayan bir hiristiyan olması da meseleyi gerçek anlamda içselleştirdiğinin göstergesi. ona göre insan yaşantılarıyla vareder kendini. maruz kaldığı durumlarla değil tercihleriyle tanımlanır. ve her bir insan biriciktir. tüm dinlerin, etnik unsurların ötesinde bir varlıktır. öncelikle kendisidir. yakın zamandaki balkan bloğunun parçalanması bir çok somut örneği gözümüzün içine soktu adeta. magazinel olarak dejan stankoviç örneğini vermek istiyorum. yugoslavya, sırbistan karadağ ve sırbistan milli takımlarında oynayan bir futbolcu. yine polonya uyruklu klose ve podolski'nin bir yüzde dahilinde alman oluşu. brezilya asıllı mehmetimiz, tabi hepimizin aklına gelen bir özil gerçeği. örnek o kadar çok ki. saymakla bitiremeyiz.

    globalleşiyoruz. istesek de istemesek de. insanoğlunun hikayesini bir yola benzetirsek, şimdi bu virajdayız. yadsınamayacak, kaçılamayacak bir gerçek ortaya çıkıyor. adı çok kimlilik ya da eklektik insan. yüzyılımızın başına gelen en iyi, en insani durum belki de budur. insanların eklektik yapılara kavuşup, hizpçiliğin, ayrımcılığın sona ermesi. her birey kendi yaşantılarıyla, bireysel anlamda değerlendirilmeli anlayışı dünyaya egemen olmaya başlıyor inceden inceye. bugün batı müziğine hayran bir genç ucundan kıyısından batılıdır. güney amerika edebiyatına ömrünü adamış bir sanatseverimiz için, meksikalı bir edebiyatçı nizipli bir pamuk tüccarından daha yakın olabilir.

    venedik taciri'ndeki o muhteşem monoloğu hatırlarsınız. bir seçim yapamadan geldiğimiz yerkürede, bir millet, bir aile, bir din ve bir de isim sahibi oluyoruz. ancak dünyaya bakışımız, hayatı algılayışımız, komuşumuzdan, anamızdan apayrı olabiliyor. ve çok uzaklardaki hiç görmediğimiz, dilini dahi bilmediğimiz insanlarla çok benzer. insanın inancı da eklektik bir yapıda aslında. en temel olan tanrının varlığı ve mahiyeti, hiçbir sınırlama getirilemeyecek kadar spesifiktir. bir insan biraz deist, biraz ateist, biraz teist olabilir anlayışı bizlere komik geliyor. oysa gerçek olan kimsenin yüzde yüz herhangi bir inanca sahip olamayacağıdır. kendisini ateist olarak tanımlayıp teist gibi yaşayan, hayata, maddeye öyle bakan insan sayısı çok ama çok fazla. tersi de aynı oranda.

    bizler, öncelikle evrenin çocuklarıyız, ve bizi biz edan herşey yaşadıklarımız ve tercihlerimiz.
1 entry daha
hesabın var mı? giriş yap