57 entry daha
  • içimi sıktı bu film.
    kötü olduğundan ya da başka sebeplerden diil, belki tamamen kişisel. geride bırakmak istiyorum hemen. hiç ağlamadım, derinlemesine etkilenmedim mi demek bu? ama rahatsız oldum evet.
    ileride bir gün sorgulanır...

    edit:
    uyuyup uyandım üstüne. bütün film boyunca insanın içinde tek bir soru çınlıyor: "neden kimse isyan etmiyor?" neden kaçmıyorlar? neden çitin ardına geçmek düşünülebilir bile diil. neden inadına intihar etmiyorlar mesela? çocukluktan itibaren beynimize kazınan abuk sabuk hikayeler gerçekten bu derece etkili olabilir mi? hayata dair korkunç hikayeler...
    yani özetle; organlarımız için diil üretim ya da emek değerimiz için yaratılıyorsak, "birileri" hayatlarını daha iyi geçirebilsinler, "birileri" ihtiyaç duyduklarında bizi kullanabilsinler diye ve isyan edemiyorsak, geçirdiklerine ve edemediğimize göre, isyan edemememiz en az filmdeki kadar rahatsız edici diil mi? ya sistemin -hayatın- dışına çıkışımızı engelleyen görünmez çit, çocukluğumuzdan itibaren beynimize kazınan safsatalarsa? ve tükenişimizi erteleme aracı olarak aşkı/sanatı görüp saf bir şekilde aşkın/sanatın bu aptallığımızı bize bir ruh katarak engellemek/ertelemek için son sığınak, bir kurtarıcı olduğunu sanıyorsak, filmdeki karakterler kadar aptal diil miyiz biz de?
    aşka ve sanata sığınıp sonumuzu, kaderimizi, başka birileri için var olduğumuzu, bir değerimiz olmadığı gerçeğini yok etmeye çalışırken, aşk da sanat da bize oyalanalım diye verilmiş kırık oyuncaklar mı aslında? erişmemize izin verilen artıkların bedelini elimizdeki tokenlarla öderken sevinçle...
    neden kimse isyan etmiyor? neden kaçmıyoruz?

    edit2:
    bir de bakıcılar (carer) konusu var, farklı bir okumayla donörlüğü kapitalist düzende birileri için modern köleliğe mahkum hayatımız olarak alırsak, donörlerden bazılarının diğer donörlere bakmak gibi -tüm gönüllü faaliyetler, bağışlar, dernekler, psikolojik destek oyunları vb.- ek bir görevi üstlenmesi de -bakıcılığı başarabilir olması ya da kendini bununla rahatlatması da- diğer bir etkileyici eleştiri noktası olabilir.
    bakıcılar, hem sistemin en içinde yer alan kişiler, hem en fazla şeyi onlar görüyor, hem de en isyan etmeyenler onlar aslında. en kadercileri en care edenler -care eden ne ya? türkingliş- olarak anlatıyor film. ki bütün gönüllülük, bağış vb. -çevrecilik, öğretmencilik, psikolojik destekçilik vb.- "iyi" davranışları kaderi kabullenme ve isyansızlık üzerinden çok sağlam şekilde eleştiriyor diyebiliriz. -aşırı okuma da olabilir mümkündür-

    bu noktada kendine değer vermeme sistemin oyuncağı olmaya, kendine daha da az değer verme ise gönüllülüğe itiyor insanı diyebiliriz. ortak tek bir nokta ise isyansızlık. aşkı için karşı çıkmayan, hayatı için de çıkmıyor..

    temel problem kabullenme. tommy en azından çığlık atıyor. ruth en azından kıskançlığından kötülük yapıyor veya düzeltiyor. kathy bu noktada sadece izliyor, en başından beri. en isyan etmesi gerekenken en isyan etmeyeni suçluyor film bence. en eylemsiz olarak parmakla gösteriyor.
    öz değer eksikliğinin (lack of self esteem or lack of self respect, or lack of a self or lack of a self image), çöp olduğuna inanmanın etkileri de olabilir, isyansızlık. tanrı fikri insan'ı kul'laştırdıkça da sistemle bunca uyumlu hale gelmiş olabiliriz. tanrı'yı yarattığımız noktada değer taşıyan her şeyi insan'dan koparmış olabiliriz özünde. poor creature olabilmemiz için bir tanrı gerekiyor. onun tanrısal özelliklerine erişebilmek için "ruh" taşıdığımızı sanatla aşkla kanıtlamamız gerekiyor...

    bir anlam yaratma çabamızın -filmdeki gibi- bedenle sınırlandırılması ile -günlük hayatımızdaki gibi- eylemle, işle sınırlandırılması arasında gerçekten fark var mı?

    sistemin saçmalığını bile göre, sistemin mağdurlarına destek veren, iyilik yapan, kendinden veren gönüllüler; bu sistemi en çok kabullenenler, dolayısıyla sisteme en isyan etmeyenler, edemeyenler, sistemi durmaksızın çoğaltanlar diil mi? diil miyiz?

    edit3:
    aşkın ya da sanatın sistemden kaçma yolu olarak bilindiği bir yerde -tek yolken çocukluğumuzdan beri duyduğumuz efsanelere, hikayelere göre- aşkı ve sanatı gerçekten yaşamamız, yaratmamız mümkün mü?

    aşkına sahip çıkamayan hayatına sahip çıkabilir mi? isyan etmeyen aşık olabilir mi?
    bir noktada aşk çığlık atmayı gerektirmez mi, durdurmayı, en çok aşkta isyan yok mudur? isyanın olmadığı yerde herhangibir hayatın, ruhun, bedeni oluşturan et parçalarından ötede bir anlamı olabilir mi ki?
    bedenlerine tıkılmış, bedenlerine indirgenmiş insancıkların daha iyisini hak eden bir ruhları olduğunu kanıtlamak için filmdeki gibi aşk yaratmaları mı daha acıklı, yoksa günümüz gerçekliğindeki gibi artık aşk yaratmaya bile tenezzül etmemeleri mi? yaratamamaları mı daha acıklı, yaratıldığında bir işe yaramaması mı?

    tüm efsanelerin, masalların, filmlerin, hikayelerin anlattığı "aşk bizi kurtarır" umudunun aleni bir yalan olması mı daha acıklı, buna inanacak kadar saf olduğumuzu fark ettiğimiz anda çığlık atmaktan öte yapabileceğimiz hiçbir şey olmaması mı? kurtuluşun tek yolunu aşk kılarken, aşık olup da aşkın da kurtarıcı olmadığı gerçeğiyle karşılaştığımızda yıkılanın kurtuluş umudumuz olması çok acıtıcı diil mi? daha da isyan duymamız gerekirken daha az isyan edebilir olmamız nasıl bir öğrenilmiş çaresizlik mesela?

    ve aşık olduğu insanı ölüme gönderebilen kişinin aşkı aşk mıdır?
    -gelinmemesi gereken soru buydu bugün. yazı durdu. durdum.-
338 entry daha
hesabın var mı? giriş yap