44 entry daha
  • yaşıtlarım kuruyemişçi dükkanı açar veya pek de sevmedikleri karılarından ikinci bebeklerini beklerken -abi bu sefer erkek olsun ya- benim neden hala ufacık bir odada oyun oynadığımı hatırlatan dijital sannat eseridir. burada incecik bir bıyığım varmış, albert camus'un derdinin ne olduğunu biliyormuş ve "mamma mia!" diye bağırıyormuşum farzedin. halbuki baya baya gözlerimi oğuşturuyorum.

    rivia kaymakamının plaket vermesi gereken geralt'ın ikinci serüveni, sadece son yılların en iyi crpg'si olmakla kalmıyor aynı zamanda bir turnusol kağıdı misali güya crpg diye piyasadan nemalanan şarlatanların yüzüne okkalı birer tokat atıyor. dragon age 2, fallout 3 ve tüm itirazlara rağmen fallout new vegas ın şahane rpg'lerden sayıldığı, yüzölçümü geniş lakin içeriği bomboş haritaların "uuu 150+ saatlik oyun macerası. 15.000 mod kurup bir sürü eşya toplayacağım" nidalarıyla pompalanıp kabullenildiği bir yozlukta rpg'nin ne olduğuna dair birkaç ampül yakıyor.

    zira the witcher 2, geniş dünyam var diye ahmakça yalanlar söyleyip, gagalarını havaya diken yuvadaki yavru kuşlar misali aynı yalanı yüzüncü defa yutmaya hazır yavruları kandırmıyor. oyun sektöründe aynı texture'ları kilometrekarelerce alana yayıp üstüne üç beş klon bina serpmek ve yolları düşmanlarla doldurma hinliğinin sektörel adı "devasa dünya yaratmak" oldu. keşfedilecek bir şey yok; üç beş replikten ibaret npc'ler, yağmalanacak sandıklar ve level'inize bakmadan saldıran bilinçsiz yaratıklar var sadece. hiçbiri umrunuzda değil, ana senaryo ortaokula giden ve eşofmanlarının dizleri aşınmış bir çocuk tarafından yazılmış gibi. kime ne olduğu umrunuzda değil bile. "oo ben level'imi atladım. dur şimdi gidip bir tane daha atlayayım."

    bu oyunlarda bir de karar mı veriyorsunuz? verin bakalım. sağa mı dönsem? yoksa önce sola döner gibi yapıp tekrar sağa mı dönsem? işte ben buna karar derim, rol yapma derim! diyaloglar mı dediniz? "madendeki ghoul'lar canımızı sıkıyor." "uu hallettin mi? aha ödülün. yaşamımın geri kalanı boyunca hiçbir gayem, hiçbir repliğim yok artık."

    the witcher 2 ise klişeleri yıkıyor, belki görece ufak ama her yanına hakim olduğu bir dünya sunuyor oyuncusuna. içini sevdiğiniz, empati kurduğunuz, küçümsediğiniz, kendi kanınızdan gördüğünüz karakterlerle dolduruyor. hepsini dinliyor, anlıyor, seviyor ya da nefret ediyorsunuz. ortada iyi/kötü göstergesi falan da yok. sadece griler var, tıpkı mavi gezegende yaşayanlar gibi karakterler var. siz de dibine kadar gri olacaksınız. çünkü iyi veya kötü arasındaki keskin ayrımın yalnızca masallarda ve boktan rpg oyunlarında görülen bir fenomen olduğunu anlayacaksınız. iyi yok, kötü yok. kararlar ve sonuçlar var. politika, çürümüşlük, "kendine göre haklı" güç odakları, iktidar mücadelesi ve komplolar var. kimse kafasında haleyle gezmiyor. kimsenin boynuzları ve çatalı yok. geralt da böyle işte.

    bu oyun size karar vermenin ve ruhunuzdan geçenleri yapmanın özgürlüğünü veriyor. bir yol falan seçseniz dahi durumlar muallak. roche'un yanında kalsanız bile "umarım iorveth'in başına kötü bir şey gelmez." diyorsunuz. umursuyorsunuz çünkü. o modellemeleri, o seslendirmeleri, o kurgusal sanal karakterleri umursuyorsunuz. sağda sola galesizce dolaşıp xp ve eşya peşinde koşmuyorsunuz, gerçek bir öykünün parçası gibi hissediyorsunuz.

    oyun içeriksel olarak da içi dolu turşucuk misali; benim gibi aylak aylak oynadığınızda iki saatinizi zar atıp milleti ütmekle geçirebilirsiniz. yağmur başladığında çadırların altına tünebilir, karşınıza çıkan tüm güzellere yazılabilir veya eski dostlarınıza sarılmak isteyebilirsiniz. the witcher 2'de seçeneklere tıklamıyor hissediyorsunuz. uzakta bir dünyada, geralt'ın rolünde kendi kararlarınızı vermenin özgürlüğünü yaşıyorsunuz. hepsi aynı kapıya çıkan özgürlük ilüzyonu değil bu; gerçekten düşünüyor, kararsız kalıyor ve özgürlüğün verdiği sarhoşluğu hayretle duyumsuyorsunuz. bu oyuna şöyle bir bakınca övülecek onlarca şey var, grafikler şukela falan da filan hop hop. ama the witcher'ın en büyük kozu grafiklerinde değil öyküsünde ve bunu anlatma biçiminde. bu oyunu bitirdikten sonra halen fallout 3'ü övüyorsanız sizin derdiniz rpg değil aksiyondur. stat denen rakamları şişirip bir sürü eşya toplamaktır.

    giderayak değineyim bir de; savaş sistemi şukela olmuş. modern crpg'lerin ideal yolu yetenekle statların birleştiği bir savaş sisteminden geçiyor bana göre. ne dakikada 150 klikle gelen zafer, ne de formül hamleler olmalı. bu oyunda da gayet duble iskender bir denge kurulmuş, asla statlara veya otomatiğe güvenip arkanıza yaslanamıyorsunuz. daima olup bitenleri izlemek, zeki ve çevik olmak durumundasınız. bu da bir takım crpg'lere duyurulur. tiksiniyorum lan sizden.
191 entry daha
hesabın var mı? giriş yap