• yıl 1989

    1980’li yıllarda çocuk olanların, görüntüleri hatırlayan son kuşak ve belki de hatırlayabilenler içinde en çok etkilenen kuşak olması ile çavuşesku (bkz: nicolae ceauşescu) ve eşinin (bkz: elena ceauşescu) göstermelik bir sorgulama sonrası kurşuna dizilmeleri bir başlangıç olsa gerek. televizyonda bir ülke yönetiminin yıkılışı, lider ve eşinin kurşuna dizilmek üzere sert tavırlarla ellerinin bağlanışı ve sonunda elleri arkadan bağlı şekilde yerde kanlar içinde birlikte yatışları…

    benim kuşağımdakiler o dönemde çocuk gözlerle bunları izlediklerinde, ellerinin bağlanmaması için direnen karı koca çavuşeskulara karşı, olan bitene anlam verememekle arkadaş bir hüzün, sarsıntı ve korku ile karışık bir merak yaşadılar. çünkü çavuşesku buradaki amcalardan pek farklı görünmeyen, eşi elena ile birlikte normal bir insandı işte... ama zor durumdalardı. sıkıntı varlıklarından bulundukları sözümona sorgulandıkları odaya, oradan kameraya, kameradan evlere ve tüm dünyaya aksediyordu. benim çocuk kalbimi en çok titreten eşinin ellerinin bağlanmasına gösterdiği tepkiydi. “koyun gibi bağlanmak” diye geçmişti çocuk aklımdan. onları biri çıkacak ve kurtaracaktı sanki. bu denli zor durumdaki herkesi kurtarıyordu muhakkak bir kahraman. televizyon ekranından, yeni yaygınlaşan video çılgınlığı filmlerinden öğrendiklerim bu yöndeydi. ama bu kez umut yoktu sanki. “ellerimizi bağlamayın. bağlamak yok. haklarımız var. öldürecekseniz birlikte öldürün” diye haykıran kadın, eşi ile birlikte nafile isyanlar içerisinde, umutsuzca, üzgün, bıkkın, yıkılmış bir şekilde kurşuna dizildi. kadının başından yere süzülen kan kameralara doğru uzun bir yol çizdi. yakından görmeye gelen kameranın, dizleri kıvrılarak geriye düşmüş çavuşesku’nun yüzüne yöneldiği an, devrik liderin can verişini gördük. başı küçük bir hareketle düştü. çocuğun içi sıkıldı. yine orada kutlamalar yapıldı. çocuk anlam veremedi… diktatör, demir perde, sovyetler birliği, sosyalizm, batı, kapitalizm gibi laflar arasında canlı yayında bir ölüm hali bir çocuğun aklında ne bırakabilir ki?

    ilk körfez savaşı. biraz büyümüş çocuğun bütün türkiye ile birlikte saddam hüseyin’in füzelerinden korkutuluşu. bizi o kötü adamdan kurtarmak için amerika’nın öldürdüğü iraklı, müslüman komşularımız… ülkenin güneyinde ve kuzeyinde belli bir bölgenin irak kontrolünden çıkması gibi bir sonuç haritalar üzerinde gösterilirken, bu kez orada ölen insanların vicdana etkisi… savaşın ve amerika’nın farklı anlamlarını keşif…

    çocuk büyüdü…

    yıllar geçti. ilk körfez savaşı'ndan yıllar sonra bu kez oğul bush ile işgal edilmiş komşunun devrik lideri “direniş” dediği, “sonuna kadar savaşıp şehit olmak” dediği her sözünün arkasında durmuş şekilde, kendi ülkesinde işgalcilerin eline geçti. bu kez yine bir yargılama(!) söz konusuydu. yine canlı yayınlanıyordu. ama çoğu kez ses, yayına verilmeksizin bir müzik eşliğinde… saddam hüseyin cesaret ve hesap soran tavrı ile anılmaya başlandı. ilk hakim davadan çekilmek zorunda hissetti.

    ve müslümanların kutsallarından bir kurban bayramı sabahında, ve yine kendi dinine hakaret edercesine asılan saddam hüseyin’in görüntüleriyle uyandı bütün dünya. celladına “korkma” diyen cesur adımlarla ölüme gidişi oldu akılda kalan. bir de “birlik olun” deyişi. ama en çok kelime-i şehadeti’ni tamamlamasına müsaade etmeyişleri kaldı vicdanlı müslümanların aklında katillerin. bu vakur tavır, oyunun psikolojik anlamdaki etkisini bir anlamda kırdı. ama 16 gün sonra infazı gerçekleşen devrilmiş yönetimin istihbarat şefi barzan ibrahim ile bir kez daha şiddetin dozu arttı. infaz sırasında başının gövdesinden ayrıldığı söylendi. bu akıllara linç fikrini sokmaya yetiyordu ve ürperticiydi.

    yine yıllar geçti… çocuk eşşek kadar oldu...

    bu kez arap baharı denen olayların yine yer altı zenginliği ile bilinen libya’ya sıçraması sonrası yine “ülkemi terk etmiyorum, sonuna kadar savaşıp, ülkemde şehit olacağım” diyen ve nato bombardımanı ile devrilmiş bir devrik lider vardı. bu benzer sözlerin etkisini hatırlamış olacaklar ki, yargılanması ve bu şekilde infaz edilmesi bile beklenemedi. bu istenilen etkiyi veremiyordu belki. bu durumu alkışlayan “bazı kaçıklar”ı korkutmaya yetmiyordu. onları korkutmak, hiç uğraşmaksızın müslüman ve arap fobisini de desteklemek, bir ölüm ile pek çok kuş vurmak mümkün olabildi belki de son olarak ekranlara yansıyan lider infazı ile. çünkü bu kez dövüle dövüle kanlar içerisinde parçalanan bir lider vardı.

    “ne doğru ne yanlış bilmiyorsunuz” dan öte duruma ilişkin bir söz ağzından çıkamadı canının acısından. “siz benim evlatlarımsınız, günah işliyorsunuz, bu haramdır” diyen 69 yaşında çaresiz bir yaşlı adam kalmıştı geriye kanlar içerisinde. bu kez katliamı gerçekleştirenler allah u ekber diye bağırırken hayvani bir vahşilikle, müslüman fobisi de tazeleniyordu. orada islam’ı “günah işliyorsunuz” diyen muammer kaddafi değil, "allah u ekber" diye bağıran paralı vahşiler sürüsü temsil ediyordu, büyük kalabalığın gözünde…

    güçlü olarak bildiklerinden daha güçlü bir şiddeti arkalarında hissetmenin çıldırmışlığı ile parçaladılar “ülkesini küresel kapitalizme teslim etmemek” suçunu işlemiş diktatörü…

    devlet televizyonu trt tekelinin son dönemlerinde başlayan ve bize de yansımış medya aracılığının katkı sunduğu lider infazlarının son perdesi midir bilinmez… ama vahşetin, şiddetin bu denli insanların gözleri önünde yaşandığı başka bir tarihi olay gerçekleşmedi sanıyorum muammer kaddafi’ye kadar. hep bir adım doz aşımı yaşanan medya destekli infazların, sosyal medya denilen şeyi hesaba katarak yeniden değerlendirilmesiydi belki de. belki de tüm sistemlerin hazır olduğunu bilerek oyunu kurup seyrine dalmaktı.

    medyada yoğun şekilde propaganda malzemesi olarak yer alan her liderin ölümü öfke ve hüzün karışımıydı.

    çocuktum; çavuşesku’ların ölümü dünyayı anlama çabasına itti. bugün muammer kaddafi’yi izleyen çocuğun hiçbir siyasi merakı olabileceğini düşünmüyorum. dünyayı algılama merakından çok şiddet başrolde bu kez.

    belki de şiddetli bir geleceğe yatırım bu görüntüler…
hesabın var mı? giriş yap