192 entry daha
  • bir yönetmenin meselesini, yaptığı bütün işlerde tekrar tekrar ortaya koymaya, tartışmaya, göstermeye, yansıtmaya çalışmasında hiçbir sakınca göremiyorum. hatta bu, sanatçı kimliği, auteur konumu bakımından hayli önemli. yalnızca teknik bakımdan harikalar yaratan biri, david fincher olabilir, ama söyleyecek sözü olan biri stanley kubrick olur. ikisi de değerli ve önemlidir elbette, ama benim tercihim sanatsal görüşünü işlerinin iliklerine kadar işleten yönetmendir.

    daha önce birkaç içiçe geçen hikaye okumuşluğumuz var, şimdilerde beğenmediğimiz elif şafak bile bu işlerin piri olduğunu gerek mahrem gerekse şehrin aynaları'nda kanıtladı.
    sinemada babel'den tut crash'e kadar zibilyon tane örneğini izledik. hepimiz bir dönem lostmania yaşadık.
    evet bu yeni bir şey değil.
    işin bilimkurgu kısmına gelince, akla gelen ilk örnekler bladerunner, total recall, minority report, alien olabilir, bunlar yarattıkları evreni, distopyayı iliklerimize kadar hissettirmiş, günlük referanslarımıza yerleşmiş yapımlar. fakat hiçbirimiz matrix'e burun kıvıramayız, zira kendisi hem görsel, hem teknik, hem de felsefi içerik bakımından birçok bilimkurgudan çok daha önlerde yer alır, her bakımdan farklı bir çığır açmıştır. hem aksiyon hem de düşünsel temel bakımından bu kadar yoğun olup, her ikisini de başarıyla veren başka film biliyorum. en sevdiklerim arasında yer alan total recall dahil çoğu bilimkurgu, söyleyeceklerini göstermeyi tercih ederken, matrix, hem göstermiş hem de karakterlerini konuşturmuş bir film olarak farklı bir konumdadır. ve bu filmin yönetmenlerinin bir meselesi vardır, yaptıkları işlerde bu meseleyi hararetle savunmak da boyunlarının borcudur.

    bu bakımdan bulut atlası'nı klişeleri tekrarlamakla suçlamanın oldukça gülünç olduğu kanaatindeyim. öyleyse michael haneke'ye de bir dur diyelim de, şu burjuvaziyle didişmeyi bıraksın, yeni bir malzeme bulsun kendine.

    sadece kendi işlerine değil, başka filmlere de benzetme salgını olmuş bir de. ama 11 sayfa yazmış arkadaşlar, bir kişi de the tree of life dememiş, hayretlerdeyim.
    o filmden nefret edenler bundan da nefret etti, ona vurulanlar bunu da sevdi. gerek takibi zor kurguları, gerekse interconnection ile ilgili mesajları, hatta dikteleri diyelim, bu iki filmi birbirine sıkıca iliştiriyor. zannediyorum bu metinden rahatsız olanlar, ve bir filmin, söylediği şeyi bu kadar emin bir halde savunmasından rahatsız olanlar bu filmlerden hoşlanmıyor.

    ben matrix'i defalarca izledim. ama the fountain'ı bir kez görmek yetti. zaman zaman the tree of life'ın muazzam görüntülerini anımsar ve ilk fırsatta bir daha izlemek istediğimi düşünürüm, o beğenilmeyen prometheus'u yeni bir başlangıç olarak değerlendirdim ve bütün kusurlarına rağmen bir kıymet biçtim. amores perros, iyi kurgu dışında bende hiçbir şey bırakmadı.

    ama bulut atlası her yönüyle sağlam, katmanlı, incelikli bir film, ve ilgiyi, üzerine düşünmeyi fazlasıyla hak ediyor.
    bir iddiası var, bunu kanıtlamak için sağlam kurulmuş bir olay örgüsü var, olayları aktarmada fezalara tırmanan yönetmenleri, oyunculuklarının bütün sınırlarını kullanan aktörleri, bütün bunları olabilecek en iyi şekilde birbirine bağlayan bir kurgusu var. benim sinemadan bekleyebileceğim herşeyi veriyor.

    üstelik söylediği sözlere de yürekten inanmıyorum, ama iyi bir film olmanın yolunun, seyirciyi ikna etmekten geçmediğini, kendini iyi ifade etmenin de takdir edilmesi gereken bir sinemacılık olduğunu biliyorum.
    ve bu filmi izlemek, beni bu yönetmenlerin bir sonraki işleri bakımından da, kitabın yazarının ilerdeki kitapları hakkında da yeterince heyecanlandırıyor.
461 entry daha
hesabın var mı? giriş yap